Asıl idam fotoğrafları nerede?
Tarihçiler bir olayın gerçekten tarihe mal olması için 50 yıl geçmesi gerektiğini söyler dururlardı, kamuoyundaki son “27 Mayıs patlaması” gerçekten de bu konuda haklı olduklarını gösterdi.
Olayın üzerindeki hassasiyet buğusunun dağılması için bu süre gerçekten gerekli. Anlaşıldı ki, duygular, olayın taraflarının sahneden çekilmeleriyle geri plana kaymakta ve yerini belgelere dayalı bir hatırlamaya bırakmaktadır.
Ancak 27 Mayıs için henüz tarih oldu denilebilir mi? Bundan pek emin değilim. Çünkü onun üzerindeki örtüleri henüz tam olarak açabilmiş, olayların iç yüzlerini aydınlatabilmiş değiliz.
Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan’ın idamlarıyla taçlanan 27 Mayıs darbesinin bu son faslı üzerinde yeni bir tanıkla görüşmemiz mümkün oldu. Kısa bir görüşme zarfında aldığımız ilginç bilgiler bu örtülerin altında daha pek çok gerçeğin, ortaya çıkmak için kıvrandığını göstermektedir.
Halen Şanlıurfa’da yaşayan Aslan Deniz, 1941 doğumlu. Askerliğini İstanbul’daki Ordu Foto Film Merkezin’de yapmış. Yassıada mahkemeleri başlayınca da film merkezindeki görevliler nöbetleşe mahkemeye götürülmüş, orada jeneratör çalıştırmaktan fotoğraf çekmeye ve tab etmeye (basmaya) kadar pek çok iş yaptırılmış. Urfa’da kendisiyle telefonda görüştüğümüz Aslan Deniz, mahkeme ve idamlarla ilgili ilginç bilgiler nakletti. Bunların süreci aydınlatacak mahiyette olduğunu düşündüğüm için sizinle paylaşıyorum.
Yassıada mahkemeleri biliyorsunuz Celal Bayar’ın ‘Köpek’, Adnan Menderes’in ‘Bebek’ davalarıyla başlamıştı. Güya Bayar, Afgan Kralı’nın kendisine hediye ettiği tazıyı 20 bin liraya satmış, parasıyla da Ödemiş’teki Musra köyünde bir çeşme yaptırmıştı. Makbuz, belge, her şey ortadaydı ama hediye edilen bir köpeğin satılmış olması, neden siyasi bir mahkemeye getirilmişti? Anlayabilen yoktu.
Aynı şekilde Menderes’in, doğduğu ve Ayhan Aydan’la birlikte öldürdükleri iddia edilen bebeklerinin davası da asıl yeri orası olmamakla birlikte (ki beraatla sonuçlanan tek davası buydu Menderes’in) sadece savunmayı, yani Bayar’la Menderes’i psikolojik olarak çökertmek maksadıyla ilk başta açılmıştı ve maksadına da büyük ölçüde ulaşmıştı. Kişisel davalarla başlanan mahkeme, anayasa ihlalinden idamla sonuçlanacaktı.
Ancak Köpek davasını bilirdim de, sözü edilen köpeğin mahkeme salonuna getirildiğini hiç okumamıştım (belki bir yere yazılmıştır ama benim gözümden kaçmıştır). Aslan Deniz’le konuşmamızda Afgan tazısının Yassıada mahkeme salonuna getirildiğini ve savcıların önündeki bir masada kuzu kuzu oturduğunu öğrenince şaşırmadım desem yalan olur. Çünkü siyasi bir mahkeme salonuna getirilen köpek bile bunun bir mahkeme değil, bir işkence salonu olduğunu ve hukuk açısından ciddiye alınmaması gerektiğini açıkça ortaya koymaktaydı.
İdamlarla ilgili de bazı ilginç noktalara temas eden Deniz, askerlerin İmralı’ya götürülmediğini, oradaki fotoğrafların subaylar tarafından çekildiğini söylüyor. O kadar ki, gece idamlar için kullanılacak olan jeneratörleri çalıştırmayı sadece kendisi bildiği için, İmralı’da bu işi yapacak bir subaya özel bir ders verecek, bildiği her şeyi ona bir bir anlatacaktı.
Foto Film Merkezi’nde fotoğrafları tab edenler, idam fotoğrafları karşısında irkilmişlerdi. Zaten idamlar sırasında orada görev yapan jandarma birliği, görmesinler diye yüzleri geri çevrilmişti. Sahne hakikaten korkunç olmalıydı. Zira fotoğraflar, idamlar sırasında çekien acıları olduğu gibi ve en feci sahneler halinde yansıtmaktaydı.
Foto Film Merkezi’ndeki komutanlar fotoğrafları incelediler. Basına verilecekleri seçeceklerdi. İdam sırasında çekilen fotoğraflar korkunçtu. Bunların basına verilmemesini istediler. “Hayali fotoğrafları” seçip verin dediler askerlere. Yani halkı fazla infiale getirmeyecek olanlarını.
Peki bu üç isim idam edilirken ve hemen sonrasında çekilen fotoğraflara ne olmuştu?
Öğrendiğimiz kadarıyla olay şöyle gelişmişti:
İdam sırasında ve hemen sonrasında çekilen fotoğraflar sansürlenmişti. Peki sansürlenmemiş fotoğraflarda ne vardı?
Dilleri bir karış dışarıya sarkmış olup, yüzlerindeki ifade korkunçtur.
Soruyorum: Bizim idam sonrası fotoğraflar diye gördüklerimizde hiç böyle bir hal gözükmüyor. Neden?
Meğer ne yapılmış, biliyor musunuz? Cellat, cesetleri yakışıklı olsun diye gitmiş, dillerini katlamış, çeneyi açmış, dilleri ağızlarının içine sokmuş ve çene tekrar kilitlenmiş. Yani bizim gördüğümüz fotoğraflar bu şekilde çekilmiş.
Celladın kim olduğunu ise bir tanıktan, Mehmet Şimşek’ten öğreniyoruz.
“Ben üç infazda da bulundum. Üçünde de iç emniyette idim. Sehpa ile aramızda 4 metre mesafe vardı. daha önceden 50 mezar kazılmıştı. İnfaz anında 150-200 kadar görevli ya da seyirci subay vardı. Gaddar ve katı yürekli bir halde görünüyorlardı. Cellat ise Üsküdar’da bekçibaşı imiş. Demokrat Parti devrinde suistimali tespit edilip görevinden atılmış. Bundan dolayı çok kinli ve öfkeliydi. İnfazlar sırasında asılanlara yapmadığını komadı. Birçok hakarette bulundu. Küfür etti, ağza alınmayacak sözler söyledi.”
Demek ki, idamları keyifle seyretmek için subaylar toplanmış, küfürler edilmiş.
Üsküdarlı bekçibaşını bırakın, asıl cellatları konuşalım artık. m.armagan@zaman.com.tr
30 Mayıs 2010, Pazar