Başkan adaylarının karnesi (2)

Başkan adaylarının karnesi (2)
Geçen hafta ilk bölümünü yayımladığım “Başkan adaylarının karnesi”, tahminimin üstünde bir ilgi gördü. Kimileri ilk defa bir ‘siyasi’ analiz yazısı yazdığımı söyleyip neden bu tür yazıları daha çok yazmadığımı sordu, kimisi de İstanbul belediye başkan adaylarının sayısını 5’le sınırlamamın okuyucu profilimi tam olarak tatmin etmediği yolunda sitemlerde bulundu. İlgi ve tepkisini dile getiren herkese teşekkür ederek yolumuza devam edelim.

Ahmet Vefik Alp

Unvanları ve ödülleri göz kamaştırıyor. Adaylar arasında mimarlık ve şehir projeleri tecrübesiyle bir adım önde görünüyor. Ancak belediye başkanlığını bir uluslar arası mimarlık veya şehir düzenleme yarışması gibi ‘teknik’ ve ‘uzmanca’ bir mesele olarak vazetmekteki ısrarı siyasi bir mücadelede fazla soğuk bir hava estirmesine yol açıyor. Galiba 18 Nisan seçiminin kaderi bu: Genel seçimlerde siyasi vaatler bütün partilerde neredeyse birbirinin aynı; yerel seçimlere ise bu siyasi vaatler veya ‘projeler’den kopuk bir atmosfer egemen. Mesela MHP gibi bir partinin siyasi programı İstanbul’a nasıl yansıyacak? sorusunun cevabı yok.

Vicdan Baykara

Adını muhtemelen duymadınız. Özgürlük ve Demokrasi Partisi adayı. Adaylar içinde en ideolojik olanlarından. Diğerleri gibi çevreci, diğerleri gibi (aklın yolu bir!) üçüncü köprüye karşı ve tüp geçitten yana; tek farkı şehrin sorunlarını yoksulların, emekçilerin, dışlanmışların çıkarlarını esas alarak çözeceklerini ilan etmesi. Sendikacı. Çalışan kadınlar için vaat ettiği ortak çamaşırhane projesi kafasının hala 19. yüzyıl ütopyacı sosyalistlerinde takılıp kaldığını göstermesi açısından ilginç.

Ayşe Kızılöz

Besim Tibuk’un Liberal Demokrat Partisi’nin adayı. Adayların en genci. İş kadını, liberal burjuvazinin sözcüsü. Gecekondulara amansız bir savaş açacaklarını söylemeye cüret edebilen bilebildiğim tek aday. Belediye hizmetlerinin tamamen özelleştirilmesinden yana. İdeolojik olarak Baykara’nın tam karşısında bir konuma sahip. Onunla paylaştığı tek ortak tavır, ütopyacılığı.

Ünal Erdoğan

Bergama eylemlerinin öncülerinden. Doğu Perinçek’in İşçi Partisi’nden; ama üslubu partisininkine göre fazlasıyla yumuşak. Çalışanları iş yerlerine yakın yerlerde yerleştirme, böylece trafiği rahatlatma projesi biraz geç kalmış; ama ayağı yere basan bir proje. Boğaz Köprüsü’ndeki trafiği rahatlatmak için önerdiği toplu taşıma araçlarına tercihli şerit uygulaması, bilebildiğim kadarıyla Sayın Turgut Cansever’in yıllardır dile getirdiği bir proje; bu projenin İP’lilerce benimsenmesi ilginç. Halk evlerini diriltme projesi ise 1930’ların tek parti zihniyetini 2000’li yıllara yamamak gibi hazin bir çelişki arz ediyor.

Hiç şüphesiz başka adaylar da var; ama sayıları 20’yi aşan adayların hepsini takip etmek imkanından maalesef mahrumum. Zaten benimki eksiksiz bir aday değerlendirmesi yapmak değil, daha çok adayların kamuoyu ve medyaya yansıyan proje ve görüntüleri hakkındaki izlenimlerimi aktarmaktan ibaretti.

Seçimlerin hepimiz hakkında hayırlı olması temennisiyle…

Kosova, kanlı ova!

Daha evvelki gece Tv’lerde kanlı görüntüler: NATO uçakları, o bizim hedefinden milim şaşmaz diye yere göğe sığdıramadığımız hayalet uçaklar, yanlışlıkla (!) Sırpların yerinden yurdundan sürdüğü 100’e yakın Arnavut’u öldürmüş, birçoğunu yaralamış. Ağlayan, inleyen insanlar, parçalanmış cesetler, yanmış bedenler…

Ünlü tarihçi Eric Hobsbawm, 20. yüzyılı 1914’te bir Sırp tarafından gerçekleştirilen Saraybosna suikastıyla başlatır. Yüzyılın içinde bulunduğumuz son yılında Belgrad’ın faşist Sırp yönetiminin bir halka uyguladığı soykırımla 20. yüzyıl sona erecek gibi görünüyor. 1 milyona yakın insan evinden sürülmüş, demir yollarının izini sürerek bilinmeyene doğru kaçıyorlar. Kadın, çocuk, ihtiyar, genç demeden yüz binlerin yürüyüşü bu. Demokrasi havarisi İskandinav ülkelerinin lütfen sadece 50, evet, yanlış duymadınız sadece elli mülteci kabul edebileceklerini açıklayışı ile ilginç boyutlar kazanan bu büyük sürgünün faturası Makedonya ve Türkiye’ye çıkartılmış durumda ağırlıklı olarak.

Yurdumuza gelebilen veya gelemeyen Arnavut Müslümanların yardımına Kızılay’ın bürokratik hantallığı yüzünden biraz geç kalındığını gazetemiz Zaman’dan okumuştunuz. Bu haber ilgili mercilerin geç de olsa uyanmasına yol açtı ve yurdun dört bir yanından yardımlar çığ gibi akmaya başladı. Zaman gazetesi de hem ayni, hem de nakdi yardım kampanyası açarak bu sıcak bir tas çorbadan bir şişe tentürdiyota, bebek bezinden hırka veya paltoya kadar bin bir ihtiyaç içinde kıvranan bu insalara, her zaman olduğu gibi yardım elini uzattı. “Ben de Kosova’yım” sloganıyla açılan kampanyaya para, gıda maddesi veya eşya yardımlarını esirgemeyeceklerine inandığım sevgili okuyucularımın bu hayır yarışında her zaman olduğu gibi ipi önde göğüsleyeceklerinden eminim.

Televizyonlarda seyrettiğimiz görüntüler karşısında burkulan vicdanımızı bir nebze olsun rahatlatmak için bundan iyi fırsat olur mu?

Kültür bahçesİnden

İstanbul’un fethi mi önemlidir, Mısır’ın fethi mi?

“Osmanlı yüceliğindeki en büyük olay, İstanbul’un fethinden de büyük olanı, … tek ve aynı darbede gerçekleştirilen 1516 Suriye ve 1517 Mısır fetihleri değil midir? İşte çok büyük [muazzam] Osmanlı tarihi bu andan itibaren resmolmuştur. Farkına varılması gereken nokta, bizatihi fethin kendinin özellikle herhangi büyük bir yana sahip olmadığı ve zorlukla karşılaşmadan gerçekleştiğidir… Ancak, bu ne kadar büyük bir olaydır!.. Osmanlı İmparatorluğu’nun Habeşistan ve Sudan’dan gelen Afrika altın trafiğine ve sonra da Hıristiyanlık yönüne olan baharat ticaretine katılması Mısır’dan itibaren örgütlenmiştir… [Bu fetih sayesinde] Akdeniz Hıristiyanlığı ile Hind Okyanusu arasındaki Türk seddi tamamlanmış ve pekiştirilmiş olmaktadır.”

Fernand Braudel, Akdeniz ve Akdeniz Dünyası, c. II., Çeviren: Mehmet Ali Kılıçbay, Ankara 1994, İmge Kitabevi, s. 24-26.

Bir yanıt yazın