• Home
  • Genel
  • Bassam Tibi’nin aklı İslamcılığa basar mı?

Bassam Tibi’nin aklı İslamcılığa basar mı?

Bassam Tibi’nin aklı İslamcılığa basar mı?

Herkesin tersine gitmek gibi bir inadım yok; ancak bir şeye canım çok sıkılıyor: Düşünce gardıroplarımızın birkaç yılda bir boşalması ve ardından hemen yenileriyle doldurulması. Bir genç kız iştahı ile özene bezene aldığımız giysiler, üzerinden daha birkaç mevsim geçmeden nasıl da bu kadar gözümüzden düşebiliyor?

Geçen hafta Tunuslu Hayreddin Paşa’nın okunması gerektiğinden dem vurmuştum. Buna, Paşa’nın Abdülhamid tarafından bizzat davet edildiğini, gelir gelmez pek fazla Türkçe bilmemesine rağmen sadrazam yapıldığını, azledildikten sonra dahi Padişah’ın isteği üzerine ıslahat layihaları, bir bakıma idarî reform raporları kaleme aldığını, raporları inceleyen ve uzmanlara inceleten Abdülhamid’in Paşa’ya sorular ve eleştiriler yönelttiğini, Paşa’nın bunlara cevaplar verdiğini ve bazı projelerinin ileriki yıllarda uygulamaya konulduğunu eklemem gerekiyor.

Eklemem gerekiyor; çünkü Tunuslu Hayreddin Paşa ve çevresindeki canlı tartışma ortamını, seviyeyi, meselelere nüfuz ve vukufu görünce 2000’li yılların şafağında Bassam Tibi adlı Şamlı bir Arap’ın Boğazın İki Yakası (Doğan Kitapçılık) gibi ucuz ve sıradan bir kitabından medet umacak derekelere düşmemeliydik diye düşünüyorum. İslamcılık tartışmasının bu topraklarda seyrettiği seviyeyi hiçbir şekilde tutturamayan ve yeni hiçbir şey söylemeyen yavan bir kitap bu.

Önce biçimsel açıdan birkaç şey söylemek istiyorum. Bassam Tibi tam bir megaloman. Kitabında sürekli olarak kendisinden söz ediyor. Öyle ki, kitabın kendi dipnotlarının sergilenmesine mi yoksa İslamcılığın eleştirisine mi hizmet ettiğini insan bazen ayırt edemiyor. Üşenmedim saydım, Tibi kendi çalışmalarına tam 106 defa atıfta bulunuyor dipnotlarda. Metnin içindeki atıfların ise sayısı ondan aşağı değil. Demek ki, 300 sayfalık kitabın hemen her sayfasında kendisinden bahsediyor yazar. Bibliyografyada ise kendisine ait tam 21 adet kaynağı sıralıyor.

Yazarın kaynakları ise epeyce ilginç. Mesela sık sık şu tür ifadelere rastlıyorsunuz: Falan konuda filan dostumun bana anlattığına göre… (s. 37, 39, 41, 44, 47). Rivayeti aktardıktan sonra bir dipnot numarası görüyorsunuz; fakat dipnota baktığınızda karşınıza yazarın kendi yazılarından birisi çıkıyor. Anlaşılan yazar önce biraz dedikodu yapıyor eşi dostuyla, onları, kendisinden de bir şeyler ekleyip yazı haline getiriyor ve kitaplarında bu dedikodu kaynaklı yazılarını “kaynak” diye bize yutturuyor. Gözbağcılığın bu derecesine pes doğrusu!

Şimdi kitabın konusuna geliyoruz. Şöyle açıklıyor amacını yazar: “Bu kitabın konusu, Türkiye’deki yön bulma kavgalarıdır; bu yön bulma kavgalarının konusuysa, XXI. yüzyıla geçişte bu ülkenin Avrupa bağlantısını koruyup koruyamaması, böylece istenen AB üyeliğiyle bu bağlantının derinleştirilip derinleştirilemeyeceği -bu Kemalistlerin isteği- ya da “Yeni Osmanlılar”ın arzuladıkları gibi İslamcı olup olmayacağıdır.”

Yazarın derdi, Yeni Osmanlılar adını verdiği İslamcılar ve milliyetçiler. Bunlar sözüm ona Avrupa’dan kopmak ve Türkiye’yi Doğu’ya ve Orta Asya’ya, yani “Büyük Türkiye”ye doğru götürmek istemektedirler. Bu ise Müslüman ve laik bir Arap olan ve Almanya’da yaşayan Bassam Tibi’yi rahatsız etmektedir. Neden acaba? Cevabı yeterince açık değil mi: Türkiye’nin yeni bir vizyon kazanması, Osmanlı mirasına tekrar sahip çıkması bir Arap’ı neden rahatsız ederse ondan.

Babası Osmanlı hizmetinde çalışmış bir subay olan Tibi, Türkiye’deki Türk-İslamcıların, Osmanlı vizyonuna ve Orta Asya’ya “nostalji” düzeyinde de olsa açılmalarından resmen “acı” duyuyor! Almanya’daki Müslüman Türklerin Alman-Hıristiyan toplumuna entegre olmakta gösterdikleri direnç, bir Müslüman olan yazarımızı müthiş derecede rahatsız ediyor. Oysa bir Müslüman’ın, Almanlara, “gerçekten çoğulcu ve demokratsanız, her halkın kendi kültürünü sonuna kadar yaşamasına ve yaşatmasına gayret etmelisiniz” demesi gerekmez miydi? Onları entegre etmek isteyen Almanları eleştireceğine, Bassam Tibi, entegre olmakta direnen insanları suçluyor, onların Alman toplumuyla bütünleşmek istemeyişlerinden acı duyuyor.

Yazarımız şöyle buyuruyor: “Türkiye’nin… Orta Asya’da saldırgan bir politika… yürüttüğü açıktır.” Türkiye’nin saldırgan bir politika izleyip izlemediği tartışmasını bir an unutup düşünelim: Türkiye’nin Orta Asya’da saldırgan bir politika izlemesi kimleri rahatsız edebilir? Türkiye’yi kontrolüne almak isteyen güçleri elbette. Bu gücün de, Türkiye’nin Amerika’ya endeksli bir dış politika yürütmesinden rahatsız olan Almanya olduğu aşikâr. Almanya’da yaşayan ve çocukluğundan itibaren Hatay’ın Türkler tarafından işgal edildiği propagandasıyla yetiştirilmiş Şamlı bir Arap’ın Türkiye’nin sadece AB ile yetinmeyen bir dış politika vizyonuna zorlanması karşısında duyduğu tepkidir bu. Onun görüşüne göre Türkiye ehlileştirilmeli, tırnakları ve dişleri sökülmeli ve büyük geçmişinin rüyalarını görmekten vazgeçirilmeli, tıpkı bir zamanların Suriye’si gibi AB tarafından manda yahut sömürge yönetimi altına alınmalıdır. Türklerin saldırganlığının önüne geçmenin tek yolu budur.

Yazılacak daha çok şey var lakin bu sıcaklarda canınızı daha fazla sıkmanın âlemi yok. Sonuç olarak çok talihsiz bir kitabı yayımlamış oldu Doğan Kitapçılık.

Not: Bir de mütercimle uğraşmak istemediğim için tercüme hatalarına girmedim; ama lütfen bir editöre okutsunlar kitabı. Dergilerin “defter”i diye bir şey olur mu? “Sayı” olacak. Nilüfer Göle’nin kitabının “peçe” ile ilgili olduğu yazılı. Oysa “veil” yalnız peçe değil, başörtüsü de demektir (s. 56). Sayfa 184’te Cemal Kafadar’dan yapılan alıntı hem hatalı, hem de eksik. Güya Kafadar Osmanlıların “zekâları”nın “daha az” olduğunu söylüyormuş. İngilizce orijinaline baksınlar da “subtle minds”ın hangi anlama geldiğini öğrensinler!

Bir yanıt yazın