Çanakkale geçilmişti aslında!

Çanakkale geçilmişti aslında!
Çanakkale’de bazı gerçekler, kesif bir efsane bulutunun arkasında kalmıştır. Tıpkı “Çanakkale geçilmez!” sözünde olduğu gibi. Aslında Çanakkale geçilmiş, hatta 1915’de bir ara Marmara Denizi İngiliz ve Fransızların denetimine bile girmişti. Gerçekler bazen efsanelerden daha ilginç olabiliyor.
“Çanakkale geçilmez!” Bu her 18 Mart’ta sıkça tekrarlanan sözü mutlak manada alıyorsanız, ‘1915 yılında hiçbir düşman gemisi veya askeri Çanakkale Boğazı’nı geçemedi, Marmara Denizi’ne adımını atamadı’ şeklinde yorumluyorsanız, korkarım bu yazıyı okuduktan sonra büyük bir hayal kırıklığına uğrayacaksınız. Diyeceksiniz ki, zaten bu köşe züccaciye dükkânına dalan file döndü, her hafta birkaç hayalhanemizi berbat ediyor. Doğrudur, filimiz maalesef pek yaramaz. Huyu kurusun. Bu defa dizginlerine asılacağım var gücümle ama yine de okumaya niyetliyseniz dikkat edin derim, kırık camlar batmasın gözlerinize.
Efendim, “Şeyhülmuharrirîn” Burhan Felek’in (1889-1982) bereketli ömrü ve neredeyse bir o kadar verimli geçen yazı hayatı, yakın dönem tarih ve kültürümüz açısından son derece önemli bir kaynak haline getirmiştir yazdıklarını. 60 yıla yakın süren yazı hayatında günlük fıkraları kadar “Hayal Belde Üsküdar” (İstanbul 1988) adlı hatıraları da hafızamızdan silinen bir ok karanlık noktayı aydınlatmaktadır.
Burhan Felek’in müthiş ifşaatına göre, Çanakkale Savaşı sırasında bazı düşman denizaltıları Çanakkale Boğazı’nı denizin altından geçmiş ve Üsküdar önlerine kadar yanaşarak bazı mahalleleri topa tutmuştur. Kendi ağzından dinleyelim mi bu müthiş ifşaatı?
“[1915’de] Marmara’ya düşman denizaltıları girmişti… Nitekim günün birinde, güpegündüz, bu denizaltılardan biri, Üsküdar’ı topa tuttu. Topa tuttu dersem, birkaç mermi attı. Bunlardan biri bizim mahallenin [Selimiye Kışlası civarındaki İhsaniye Mahallesi- M.A.] batı kısmında bir yere, Paşakapısı civarına düştü. Bir diğeri de, Selimiye’ye düşmüştü… O sebeple idi ki, Marmara Denizi’nde, bizim alelâde vapurlarımız sefer etmezlerdi. Ancak Kızılay gemileri, hastane gemileri, sefer yapabilirdi. Onları da arada bir bu düşman gemileri kontrol ederdi. Yani bizim Marmara’da, deniz hakimiyetimiz yoktu.”
Şaşırtıcı gerçekten de: Felek’in anlattıklarına bakılırsa düşman gemileri Çanakkale’den geçmekle kalmamış, üstelik Marmara Denizi’ne postu sermiş ve gelen geçen gemilerimizi durdurup kontrol etmeye başlamışlardır.
Nasıl, şaşırdınız mı? Ama sıkı durun, çünkü dahası var.
Burhan Felek, Kumkapı, Yenikapı sahillerinde bu denizaltılardan birinin güvenliği sağlamakla görevli bir Türk torpidobotuyla savaşına bile şahit olmuştur:
“Torpidomuz görülen bir torpidobot idi. Küçük topları vardı. Bir şey kovaladığı belli idi. Derken düşman denizaltısı yüze çıktı. Ve bizim torpidobot ile savaştı, güpegündüz. Bizim torpidobot kaçmadı, ama düşman denizaltısı da batmadı. Birbirlerine ateş ede ede ayrıldılar.”
Bu gibi sahnelere sık sık şahit olan İstanbullular, hele ilk hedef durumunda olan İhsaniyeliler, korku içindedirler. Çanakkale’yi deniz üstünden değil de, altından geçmiş olan düşman denizaltıları yüzünden halkın huzuru iyiden iyiye kaçmış, kendilerini emniyette hissedemez olmuşlardır. Felek, denizaltıların Adalar ve Bandırma civarındaki ücra koylara gidip dinlendiklerini, gerektiği zaman da dışarı çıkıp şehre korku saldıklarını ekliyor sözlerine.
Bunları okuyunca insan sormadan edemiyor: Ya bizim tarihlerimiz yalan söylüyor, ya da Burhan Felek. İyi de koskoca adam neden uydursun ki? Bu zaten o dönemi yaşayan pek çok görgü şahidinin bildiği bir şey değil midir?
Marmara’da devam eden “Boğaz Harbi”!
Burhan Felek’i ciddiye almayanların kaçış yollarını tıkamak için bu defa bir tarihçiye başvuracağım. Boğaziçi Üniversitesi’nden değerli tarihçi Prof. Zafer Toprak, “Toplumsal Tarih” dergisinin Mart 2003 tarihli sayısında Felek’in çocukluk hatıralarına dayanarak anlattığı Çanakkale’nin deniz altından geçilmesi olayına şöyle ışık tutuyor:
“Marmara’da [Çanakkale’de hastalanan ve yaralananları taşıyan gemilerin oluşturduğu – M.A.] yoğun bir trafik vardı. İtilaf devletleri bu trafiği kesmek ve Beşinci Ordu’yu cephanesiz ve silahsız bırakmak amacıyla Marmara’ya denizaltı soktular. İngiliz ve Fransız denizaltıları Boğaz’dan sızmış ve Marmara’daki taşımacılık etkinliklerini vurmaya başlamıştı. Özellikle İngiliz[lerin] E-11 ve E-14 denizaltıları etkin oluyordu. Bir süre sonra İtilaf hava güçleri de denizaltı saldırılarını desteklemeye başladı… Marmara iki ucundaki müstahkem boğazlar sayesinde kapalı bir deniz konumundaydı. Ama gizlice giren denizaltılar ve hava gücü sayesinde [bir] savaş meydanı olmuştu.”
Demek ki, Burhan Felek’in anlattıklarının eksiği var, fazlası yokmuş. Demek ki, Çanakkale, bize öğretildiği gibi “geçilmez” değilmiş! Geçilmiş, hatta o kadar ki, Marmara Denizi, 1915 Ağustos’unda ciddi ciddi deniz savaşlarına sahne olmuştur!
Payitaht İstanbul’un güvenliğini tehdit eden ve ahalinin yüreklerini ağızlarına getiren denizaltı tehdidi karşısında Osmanlı donanması, sonunda Marmara Denizi’ndeki Fransız ve İngiliz denizaltılarına karşı büyük bir karşı taarruza geçmiştir. Bu, Çanakkale Savaşı’nın bilinmeyen perdelerinden biridir ve adı da “Marmara Denizaltı Savaşı”dır. Prof. Toprak, bu savaşın bilançosunun Çanakkale Savaşı’ndakinden hiç de hafif olmadığını söylüyor bize:
“Fransızlar dört, İngilizler dokuz denizaltı yitirdi. Marmara denizaltı savaşında Osmanlı donanması da Barbaros Hayrettin Paşa zırhlısını, Peleng-i Derya topçekerini, Yarhisar torpidosunu ve birçok küçük gemiyi yitirdi.”
Özetle, karadan veya denizin üstünden olmasa bile, denizin altından Çanakkale Boğazı geçilmiş, hatta İngiliz ve Fransız denizaltıları Üsküdar’a kadar sokulmuş ve dışarı çıkarak Selimiye Kışlası civarını bombalamış, Boğaz’da Çanakkale cephesinden yapılan hasta ve yaralı nakliyatına engel olmaya çalışmış, Türk denizaltıları ve savaş gemileriyle Marmara Denizi’nde vuku bulan savaşma sonucu her iki taraf da ağır kayıplar vermiştir.
Bu kadar malumat yeterli sanırım. Yeni bir hayalhanenizi berbat eylediysem, affola!
İnanamadım, Çanakkale geçilmiş!
Geçen haftaki yazıma tepkiler, söz birliği etmişlercesine hemen hemen aynıydı: “İnanamadık yazdıklarınıza! Çanakkale Savaşı’nın bu gerçekleri yıllardır neden anlatılmamış?” Burada tarih yazarlarının bir zaafını tespit etmekte yarar var: Hamaset ve tarihî olayları hep önceden belirlenmiş bir kalıba dökerek anlatma gayretkeşliği yüzünden bu kalıba sığmayan olaylara gözlerini kapatıyorlar. Bilmemiz gerekir ki, tarihçiler bazı perdeleri açarken, başka olayların önüne kalın perdeler çekmekte mahirdirler. Çanakkale savaşları anlatılırken denizaltıların önüne çekilen perde de bunlardan birisi.
Perdeyi biraz daha aralamaya ne dersiniz?
Çanakkale’yi karadan ve denizden geçemeyen İtilaf Kuvvetleri denizaltılarına boğazı denizin altından geçmeleri emri verilmişti. Önce bir Avustralya denizaltısı Marmara’ya girmiş; ancak Sultanhisar Torpidobotumuz tarafından mürettebatı esir alındıktan sonra batırılmıştı. 25 Nisan 1915’te bu defa bir İngiliz denizaltısı Marmara’ya sızmış ve elini kolunu sallayarak dolaşmıştı. Bu denizaltının en büyük “başarısı”, İstanbul’dan Seddülbahir cephesine 6 bin kişilik bir askeri birliği götüren eski bir yolcu gemisini batırması olmuştu. Gemiden tek bir kişi bile sağ kurtulamamıştı ki, bu, Çanakkale Savaşı’ndaki en ağır can kayıplarından biridir.
Bir başka İngiliz denizaltısı E-11, Binbaşı Nashmith komutasında Bakırköy açıklarına kadar gelmiş, orada Peleng-i Derya adlı gambotumuzu batırmış, Tekirdağ açıklarında bir Türk gemisine rastlamıştır. İşe bakın ki, “Chicago Daily News” muhabiri de gemidedir. Geminin batırılacağını öğrenen yolcular alelacele filikalara doluşup denize inmişler, gemi boşaldıktan sonra torpillenmiş ve “muazzam bir alev göklere yükselmiş”tir. Çünkü gemi, ağzına kadar cephane yüklüdür! Binbaşı Nashmith, Marmara’da terör estirmeye devam etmiştir. Birkaç gemi daha batırmış, hatta Yavuz zırhlımızı bile batırabileceğinden korkularak önüne yardımcı gemiler çekilmiş, İstanbul’da kırmızı alarma geçilmiştir.
Tam bu sırada bir Alman denizaltısının, Otto Hersing’in U-21’inin Çanakkale önlerinde üslenmiş bulunan İngiliz ve Fransız gemilerini atlatarak Marmara’ya girdiği haber alınmıştır. Haber Türk tarafını derin bir sevince boğarken, düşmanları endişe bulutlarının sardığını biliyoruz. İngiliz donanması bir kazaya uğramamak için Çanakkale’den çekilmişse de Hersing’den kaçış yoktur. Kabatepe açıklarında Triumph adlı savaş gemisini torpilleyerek batıran Hersing’in marifetleri bununla kalmamış, Seddülbahir’e dönen İngiliz donanmasından Majestik zırhlısı, Hersing’in yeni kurbanı olmuştur. Alman Binbaşı’nın darbesi, sabah 06.40’ta gelmiştir. Torpil o kadar derinden atılmıştır ki, İngiliz bahriyelileri neden sonra torpillendiklerinin farkına varmışlardır. Dev zırhlı, korkunç bir infilak sonucunda sadece 15 dakika içerisinde denize gömülmüştür.
Sonuçta Çanakkale Savaşı süresince Marmara’ya 13 Müttefik denizaltısı girmiş, Çanakkale Boğazı’nı yolgeçen hanına çeviren bu denizaltılar savunmamızı toplam 27 defa delmişlerdi. Bilançomuz gerçekten ağır olmuştur: 2 savaş gemisi, 1 muhrip, 5 hücumbot, 11 nakliye gemisi, 44 buharlı ve 148 yelkenli tekneyi Çanakkale savaşlarının uzantısı olan bu Marmara deniz savaşında kaybetmiştik.
Şimdi inanabildiniz mi Çanakkale’nin geçildiğine? O zaman gelecek sene Çanakkale’yi anarken Müstecib Onbaşı ile Otto Hersing’in adlarını hafızamızın bir kenarına iliştirelim, olmaz mı?
Turkuaz nasıl Müstecib Onbaşı oldu?
Takvimler 17 Ekim 1915’i gösterirken, Fransızların “Turquoise” adlı denizaltısı Çanakkale Boğazı’nı geçtikten sonra Marmara Denizi’ndeki tedhiş görevini tamamlayıp geri dönerken bir ara deniz yüzeyine çıkmıştı. Türk sahil bataryaları denizaltının periskopu görünür görünmez ateşe başlamış ve Turkuaz, Akbaş mevkiinde karaya oturmuştu. Kendini kurtarmak isterken su yüzüne çıkmak zorunda kalmış, tam bu esnada Bursa’nın Yenişehir kazasından Müstecib Onbaşı’nın açtığı ateş, Turkuaz’ın kulesine isabet etmiş ve dalış kabiliyetini yitiren denizaltı, Türk kuvvetlerine teslim olmuştur. Turkuaz’da ele geçirilen gizli vesikalardan düşman denizaltılarının Marmara’da buluşup Türk gemilerine saldıracakları öğrenilmiş, bunun üzerine yardımımıza gelmiş olan bir Alman denizaltısı, buluşma yerine giderek bir İngiliz denizaltısını batırmıştır. Esir alınan Turkuaz, Haliç’e çekilmiş, tamir gördükten sonra Enver Paşa’nın da hazır bulunduğu bir törenle donanmamıza katılmış ve adı, “Müstecib Onbaşı”ya çevrilmiştir. Ne yazık ki Müstecib Onbaşı bize de yar olmamış, İstanbul’un işgali sırasında Fransızlar Turquoise’larını alıp geri götürmüşler. Bize ondan sadece Müstecib Onbaşı’nın açtığı ateş sonucunda yaralanan “kule saçı” hatıra kalmıştır. Bu ilginç parça, Beşiktaş’taki Deniz Müzesi’nin bahçesinde, unutulmuş bir tarihten satırlar fısıldar gelen geçene.
Denizaltıcılığımızın babası da II. Abdülhamid çıktı
Denizaltıcılığımızın babasının, şu denizciliğe önem vermediği ve donanmamızı Haliç’te çürümeye terk ettiği için önüne gelenin suçladığı II. Abdülhamid olması, bazılarının yüzünü kızartmalı ama nerde? Denizaltıların önemini 1885 gibi oldukça erken bir tarihte fark etmiş olan Abdülhamid, Kaptan Grant’ın tasarımını yaptığı, İsveçli ünlü ağır silah fabrikası direktörü Thorsten Nordenfelt’in inşa ettiği denizaltının Yunanlılarca satın alındığını öğrenir öğrenmez harekete geçmiş ve aynı şahıslara iki denizaltı sipariş etmiş. 1887-88’de donanmamıza katılan denizaltılara Abdülhamid ve Abdülmecid isimleri verilmiş. Tarihte ilk torpido atış tecrübesi yapan denizaltılar bunlardır. Abdülhamid’in 1904’te Amerikalı Bagnam (Bucknam) Paşa’yı Rauf Orbay’la birlikte dünya tersanelerini incelemeye gönderdiği ikinci bir denizaltı alım teşebbüsü olmuşsa da, bu teşebbüs akim kalmıştır. Alınabilseydi, I. Dünya Savaşı’nda en azından birkaç tane denizaltımız olur ve Marmara’ya sızan İngiliz ve Fransız denizaltılarına göz açtırmazlardı.

One Comment

  • Tahsin Özgür

    14 Eylül 2012 at 12:11

    Marmara’ya sızan ve İstanbul’a kadar gelen, gemilerimizi batıran ve çok büyük kayıplar verdiren denizaltılardan o kadar uzun zamandır haberim var ki, bunun “öğretilmemiş” sayılmasına şaşırdım. Alan Moorehead’in “Gallipoli” adlı eseri çocukluğumdan beri kitaplığımızda mevcutu, içinde İngiliz denizaltısı E-11’in fotoğrafı ve İstanbul’da havaya uçurduğu bir Türk gemisinin tablosu vardı. İnsanlar herşeyi basitleştirme eğilimindedir, detaylar yorar. Bu bilginin daha yaygın olmamasını kötü niyete değil, tembelliğe verilim. Neticede Çanakkale savaşında müttefikler amaçlarına ulaşamamıştır ve halk diline, milli bilincimize malolmuş “Çanakkale geçilmez” deyimi yanlış değildir.

    Cevapla

Tahsin Özgür için bir cevap yazın Cevabı iptal et