Fenerbahçe nasıl kurtulur?

Fenerbahçe nasıl kurtulur?
Dün gece Show Tv’de Fenerbahçe belgeseline dalıp giderken, bir yandan da bir spor kulübünün siyasi ve kültürel tarihimizle nasıl sarmaş dolaş olduğunu ve bunun bugüne nasıl olup da bu kadar güçlü yansımalar bırakabildiğini düşünüyordum.

Evet, işgal yahut bizim deyimimizle Mütareke yıllarında İngiliz takımlarının filelerine yolladığı gollerle futbolseverlerin gönlünde taht kuran ve bu kolektif bilinç altına sinmiş izlenimlerle bugünkü berbat durumunda bile en sevilen takım olma ayrıcalığını koruyan Fenerbahçe, yuvarlandığı uçurumdan tekrar çıkabilecek, ayağa kalkabilecek mi?

Spor tarihçisi Ergun Hiçyılmaz, bundan 9 yıl önceki bir yazısına, “Fenerbahçe’nin intihar teşebbüsü nasıl önlenir?” başlığını koymuştu. Başlık çarpıcı ve uyarıcıydı. Toplumdaki genel bozulmanın Fenerbahçe’ye nasıl yansıdığını konu ediniyordu Hiçyılmaz.

Fenerbahçe’yi intiharın eşiğine getiren şey, gerçekte futbolla uzaktan yakından alakası olmayan iş adamlarının sırf cüzdanı kabarık, çevresi geniş ve nüfuzlu diye kulübün başına geçirilmesidir. Ali Şen, bu başkanların en meşhur prototipidir. “Trilyonları döşedin mi futbolcuların ayağına, bak takım nasıl yapılıyormuş!” mantığıdır Fenerbahçe’yi bu intihara sürükleyen.

Oysa şimdilerde kimsenin beğenmediği Beşiktaş’ın başkanı Süleyman Seba, gerçek bir futbolcu ve gecesi gündüzü futbolla dolu “son başkan”dır benim gözümde. Yakında unutulmuşluk mezarlığına gönderilecek ve zannediyorum, büyük kulüplerimize bundan böyle onun gibi bir başkan da gelmeyecektir. Birçoklarının Seba’dan şikayetlerinin ne olduğunu bilenler biliyor aslında: Halktan biri olması, meşrutiyet bıyıkları, dürüstlüğü, cimriliğe varan tutumluluğu ve taraftarlarla beraber sahilde balık ekmek yiyebilmesi…

İşte bu tip geleneksel başkanlar dönemi bittiği ve Galatasaray gibi de kurumlaşamadığı içindir ki Fenerbahçe, intihar öncesinin sarhoşluğu içindedir bugün. Şu maçı kazanamamış, öbürünü kazanmış, hatta şampiyon olmuş olmamış hiç önemli değil. Beşiktaş 15 yıl, Galatasaray da 14 yıl şampiyonluk yüzü görmediler de ne oldu? Önemli olan, kafaların değişmesi, kulübün dünya standartlarına göre yeniden yapılandırılmasıdır.

Fenerbahçe’nin temel sıkıntısı, Türkiye’nin modernleşme sancılarına ortak olmasıdır: Türkiye’nin tek yumurta ikizi gibidir Fenerbahçe, Türkiye’deki istikrarsızlıklar aynen yansır ona. Treni kaçırmanın telaşıyla apar topar Avrupalılaşayım derken, hiç hak etmediği gayyalara yuvarlanmak, kaş yapayım derken göz çıkarmak. Dimyat’a pirince gideyim derken evdeki bulgurdan olmak…

Yeni bir yüzyılın şafağında kökten yeni bir yapılanmaya girmedikten sonra isterseniz Sakıp Ağa’yı getirin kulübün başına, yine bir şeyi çözmüş olmazsınız!

11 Hatay’ın anavatana katılmasında

Bir ‘şeyh’in rolü!

Hatay’ın Türkiye Cumhuriyeti sınırları içine katılması kesin olarak 1939’da gerçekleşmişse de, Lozan’dan itibaren devam eden uzun ve zorlu görüşmelerle bir netice alınması mümkün olabilmiştir. Zamanın Emniyet Genel Müdürü olan ve bir dönem Hatay Valiliği de yapan Şükrü Sökmensüer, Prof. Afet İnan’ın kızı Arı İnan’a hatıralarını anlatırken pek fazla bilinmeyen bir noktaya temas ediyor.

Sökmensüer, kendi ifadelerine göre, Emniyet Umum Müdürü olarak yapılacak halk oylamasına mümkün olduğu kadar çok Hataylının katılmasını temin etmek için gayret göstermiş, o sırada Türkiye’de bulunan Hataylılara ayrı ayrı harcırah vererek Hatay’a göndermiştir. Söz arasında Hatay nüfusuna kayıtlı olmayan iki kişiyi de Hataylı imiş gibi gönderdiklerini itiraf ediyor. Bunlar sözde Maliye Müfettişi olarak Hatay’dadırlar. İşin aslı mı? Şöyle açıklıyor Sökmensüer (dikkat edin, tarih 1938 ve M. Kemal Atatürk henüz hayatta):

“Bunların arasında bir de meşhur Nakşibendi şeyhi ki, Atatürk çok severdi, Servet Hoca’yı da ben Osmaniye’den, dağlar üzerinden geçirerek Hatay’a indirdim. Bu halk oylamasından evvel.”

Arı İnan lafın burasında Atatürk’ün sağlığında bir Nakşi şeyhinin bir Emniyet Umum Müdürü tarafından dağlar üzerinden aşırılarak Hatay’a götürülmesine pek bir anlam veremediğinden olacak, soruyor: “Niye onu gönderdiniz?” Şükrü Sökmensüer’in cevabı, hepinizi şaşırtacaktır eminim:

“Propaganda için. Çünkü doksan bine yakın Alevi vardı. Onların arasında da bu Servet Hoca propaganda yapabilecek bir adamdı.” (Arı İnan, Tarihe Tanıklık Edenler, İstanbul 1997, s. 91, Çağdaş Yayınları.)

Yıl 1938, Atatürk hayatta ve tekkeler kapatıldığı halde bir şeyh, dini telkinde bulunması, yani propaganda yapması için devlet eliyle Hatay’a götürülüyor.

Sizi bilmem; ama şahsen bu işe şaşmadım desem yalan olmaz!

Hür tefekkürün kalelerİ

Yedi İklim’in Mehmed Akif özel sayısı

Bu yıl siyasilerden edebiyatçılara kadar çeşitli kesimlerin İstiklal Marşı şairimiz Mehmed Akif’e özel bir ilgi göstermesinin sebebi ister bir diş tabibi askerin beyanatı olsun, isterse başka bir şey, bence güzel bir gelişmenin işareti. Mehmed Akif ile ilgili toplantılar çoktandır bu kadar coşkulu, bu kadar heyecanlı olmamıştı. Yedi İklim dergisi de aralık-ocak sayılarını birleştirerek yayımladığı Mehmed Akif özel sayısı ile “Akif’e sahip çıkma” trendini daha ileri bir noktaya ulaştırdı. Bence zamanlaması çok iyi ayarlanmış bir sayı bu.

Dergiye 30 civarında yazar ve araştırmacı katkıda bulunmuş. Orhan Okay hocayla yapılan bir konuşmanın yanı sıra Bekir Karlığa, Ali Haydar Haksal, Hüsrev Hatemi, Ali Günvar, Mücahit Koca, Dücane Cündioğlu, Osman Bayraktar, Mahmut Kanık ve Seyfettin Ünlü gibi imzalar çeşitli yönleriyle Akif’in eserini ve şahsiyetini değerlendiriyor. Hasan Aycın’ın Akif’in ruhunu fevkalade başarılı bir şekilde yansıttığına inandığım ‘bir çizgi’sinin de yer aldığı dergiye ulaşmak isteyenler (0216) 346 65 78 no’lu telefona veya Halitağa Cad. No: 18/A Kadıköy-İstanbul adresine başvurabilirler.

Akif İnan’ı kaybettik

Geçtiğimiz hafta kaybettiğimiz M. Akif İnan ağabeye Cenab-ı Allah’tan rahmet, yakınlarına, sendikacı dostlarına ve okuyucularına sabır diliyorum. Mekanı cennet olsun.

Bir yanıt yazın