Geçmiş geçmemiştir!

Geçmiş geçmemiştir!
“Canım, sen de hep eskilerden dem vuruyorsun. Onlar artık bitti, tarih oldu. Geri gelir mi bir daha o güzellikler? Her şey o kadar değişti ki!..”

Kim bilir kaç defa duymuşumdur bu tür serzenişleri dostlarımdan. “İyi güzel de” diyorlar, “bugün ne işimize yarayacak eski Bursa’nın, eski İstanbul’un bize tozlu bir perdenin ardından seyrettirdiğin hatıraları?” Tarih ve kültüre bu kadar pragmatik bakan insanlara karşı ne diyebilirsiniz ki! Onlar her zaman bugünün, halihazırın güçlü bedenine dayanmışlardır sırtlarını ve onun için böyle tuzu kuru konuşmaktadırlar. Sizin ise içiniz yanmakta ve yaranız ivil ivil kanamakta, akmaktadır içinize. Hep haklı çıkmak istiyorsanız günün genel geçer yargılarını savunun, yeter. O zaman hiç başınız ağrımaz, kimse de size hesap soramaz. Çünkü gerçekte hiçbir şeyi savunmuyorsunuzdur; tek yaptığınız, statükonun avukatlığına soyunmaktır. Şayet önümüzde var olmayan bir şeyi savunmak, geçmişte veya gelecekte ortaya çıkmış veya çıkacak bir dünyayı resmetmek ve bize zaten verilmiş bulunanın dışında ve ötesinde bir şeyleri aramak ise düşünmek, o zaman gerçekte düşünmüyor, var olanın var olduğunu savunmakla yetiniyorsunuzdur.

“Bugün”, hafızamızı felç edip müfekkiremizi büyüleyen sanal bir dünya olamaz mı sanki?

Daha önce de yazdım, yazmaya da devam edeceğim: Geçmiş geçmemiştir! O, gerçekte hep bizimledir ve yanı başımızda bir gayb perdesi ardında yaşamaya devam etmektedir. Çünkü ruh ebedidir. Yahya Kemal, “Bazı yerler vardır ki ruh eser” der. Bu, o yerlerde yaşanmış hayatların bırakmış olduğu mistik tortular olduğu kadar büyük ruhların dünya değiştirdikten sonra da yaşadığı yerleri yalnız bırakmamaları anlamına da gelir. Ben Hazreti Mevlana’nın türbesine girip de oradaki büyük ruhlardan etkilenmeyen, onların varlığını elle tutulur şekilde hissetmeyen pek az insana rastlamışımdır.

Demek ki, varlığı sadece bugünü itibariyle değerlendirecek olursak yanılırız. Muhafazakarlığın kurucusu kabul edilen Edmund Burke’ün o ünlü formülasyonunu hatırlayalım: “Toplum hakiki bir sözleşmedir… Bu, bütün bilimlerde ortaklık, bütün sanatlarda ortaklık, bütün fazilet ve tekamülde ortaklıktır. Böyle bir ortaklık, nesiller boyunca elde edilemeyeceği için sadece yaşayanlar arasında hüküm süren bir ortaklık olamaz. Bu, yaşayanlar ile ölmüşler ve gelecekte doğacaklar arasında tesis edilebilen bir ortaklıktır.”

Burke’ün bu çıkışı, her şeyi mekanik bir serbest piyasa sistemine devretmeyi ve bugünü kutsamayı hedefleyen liberal pragmatistlere karşı yaptığını hatırlayalım. Avrupa ve Amerika’da muhafazakarları ilginç kılan da, bütün felsefelerini bugün üzerinde odaklamış bulunan modernizme karşı çıkışlarının temelinde de toplum ve devletin yalnız bugün yaşayanları değil geçmiş ve gelecektekileri de kapsaması gerektiği yolundaki bu tarih yorumlarıdır.

Tarihin düz bir çizgi halinde ilerlediği saplantısından kurtulmamız gerekir bir an önce. Tarih, maddi şartlar ne kadar değişirse değişsin, insanlığın önceki aşamalarında elde ettiği kalıcı başarılara bir istasyona uğrar gibi uğrayacaktır. Kur’an-ı Kerim’de geçmiş ümmetlerin kıssaları bunun için nakledilir canlı tablolar halinde. Nietzsche’nin “ebedi dönüş” (eternal return), yani tarihin belli aralıklarla kendisini tekrar ettiği düşüncesi de bunu anlatmaktadır aslında.

Kültür bahçesınden

Hugo’nun gözüyle pantolon giyen Osmanlı

Tunus Beyi Ahmet.. bugünün o gülünç Türk modasına uyarak giyinmişti. Bu moda iki Fransız’ın Sultan İkinci Mahmut’u uygarlığın pantolon ve redingot giymek demek olduğuna inandırdıkları günden beri bütün Osmanlı İmparatorluğu’na yayıldı… Böylece yiğit Türkler geleneksel giysilerini, insan giysilerinin bu en güzel ve en gösterişlisini bir kenara attılar ve bizim giysilerimizi yalan yanlış benzetmeye (taklit etmeye MA) başladılar. Türklerin bizden fazla bir şeyleri, güzellikleri vardı; biz onlara çirkinliğimizi vermeyi başardık. Bizim uygarlık taslayan bilgiçlerimiz ise buna ilerleme adını veriyorlar. Victor Hugo, Anılar, Çeviren: Şiar Yalçın, İstanbul 1974, Yankı Yayınları, s. 22.

Mahalle diye bir şey vardı sahi!

Şeyhü’l-Muharririn unvanını haklı olarak almış bulunan Burhan Felek’in kitaplarını okumadınızsa, piyasada yoktur; ama sahaflara bir uğrayın, derim, benden söylemesi. Yakınlarda Hayal Belde Üsküdar ve Geçmiş Zaman Olur ki adlı kitaplarını okuyunca doğrusu üstadı daha önce okumadığıma hayıflandım. O babacan kalemiyle yüzyılın başlarına aldı götürdü beni. Üsküdar’da Selimiye kışlasının yanındaki İhsaniye Mahallesi’ni bir çocuk gözüyle en hurda teferruatına varıncaya kadar canlandırdı hafızamda.

Son kırıntılarına Bursa’da yetişebildiğim o muhteşem mahalle hayatının şöyle derli toplu bir şekilde yazılmamış olduğuna ne kadar hayıflansak yeridir. Neydi mahalle hayatı? Konu komşunun ilişkileri nasıldı? Mahallelerin cicianneleri, bekçi babaları nasıl belirlenirdi? Bahçe duvarından sarkan ağaçlardaki meyveler neden mahalle çocuklarının hakları olurdu? Havale geçiren çocuklar doktordan önce mahalle büyüklerinin şefkatli kollarında mı gözlerini açarlardı? İnsanlar sokaklarının ortasına bir ev yapılarak çıkmaz sokak haline gelmesine neden izin verirlerdi?

“Fakirlere yardım, zayıfları himaye, taşkınları terbiye ederlerdi.” diyor Şeyhülmuharririn ve şöyle devam ediyor: “Bir mahalle, müstakil toplum olarak hemen kendi işini kendisi halledebilirdi.”

Doğrusu Burhan Felek’in yeri geldiğinde lafı gediğine tıkamaktan, Cumhuriyet döneminde yapılan yanlışları dobra dobra söylemekten kaçınmayan dürüst bir kalem sahibi olduğunu fark etmekten de çok mutlu oldum. Mesela yukarıdaki cümleden sonra şöyle diyor: “Ya şimdiki insanlar! Üç dört gömlek aşağı aile ismini sayabilir misiniz? İyi mi oldu acaba? İpi kopmuş tespihe döndük…” Geçmiş Zaman Olur ki’de ise şu satırlar yer alıyor: “Harf ve dil devrimlerinden bir müddet sonra en yakın geçmişle bile rabıtalarımızın, bağlarımızın koptuğu bir acı gerçektir. Bu, geçmişin -iyi kötü- bütün adab erkanı, usul ve adatı hakkında hiçbir şey öğrenmememize sebep olan lüzumsuz ve yersiz bir eskiye küsmek, geçmişten iğrenmek gibi acayipliklerimizin bir neticesi olmuştur. Çünkü bazı aydınlarımız devrimi, devirim sayıp gerimizde kalan her şeyi devirmeyi iş edinmiştir.”

Neyse, en iyisi bir gün müstakil bir yazı yazmak Hayal Belde Üsküdar hakkında.

Bir cevap yazın