Haritalar nasıl yalan söyler?

Haritalar nasıl yalan söyler?

Haritalara bakmayı biliyor muyuz? Hiç önünüze bir dünya haritasını veya bir küreyi koyup üzerinde gözlerinizle saatlerce ülkeden ülkeye, kıtadan kıtaya atlayarak gezdiğiniz oldu mu? Ufkunuzu, bulunduğunuz odanın duvarları arasında sıkışıp kalmaktan kurtarıp yerkürenin bütününe açtınız mı?

Nedense haritaların yeryüzünün minik suretleri olduğunu düşünürüz hep. Onlar adeta uzaydan çekilmiş gerçek dünya parçalarıdır. Bilimsel bir kesinliği haizdir haritalar bizim gözümüzde. Neredeyse birer insan ürünü olduklarını bile unuturuz. Haritalar, yeryüzünü nasılsa öyle, yani olduğu gibi tespit eden tartışmasız birer fotoğraftır kamuoyunun bakışında.

Bu köşenin alamet–i farikası haline gelen soruyu yine soralım burada: Acaba öyle mi? Acaba gerçekten de haritalar gerçeğin kendisi mi yoksa onun “çarpıtılmış” birer inşası (kurgusu) mudur?

Harita–bilimciler ve coğrafyacılar ise hepimizin doğru zannettiği bu bilgilerin aslında birer efsane olduğunu söylüyorlar. Yani bizim haritalar ve dünya hakkındaki bilgilerimiz bilimsel olarak doğru şeyler olmaktan uzak. Dünyanın kusursuz bir haritasını yapmak hiç kimseye nasip olmadı bugüne kadar! Uzmanlar böyle diyor. Şaşırtıcı ama gerçek.

Bütün mesele de şu basit ve can sıkıcı gerçekten kaynaklanıyor: Dünya, küresel bir yapıda olduğu için onu düz bir satıh üzerinde temsil etmek geometrik olarak mümkün olamıyor. Aslında dünya silindir şeklinde olsaydı, onu ortasından boylamasına kestiğimizde dikdörtgen şeklinde bir resmine ulaşabilirdik. Tam bir küre şeklinde olsaydı, işimiz kısmen kolaydı. Ama dünya, kutuplardan basık bir küre. Bu da haritacıların işini büsbütün zorlaştırıyor. Şöyle düşünelim: Bir karpuzun içini bir aletle boşalttıktan sonra düz bir yüzey haline nasıl getiririz? Tabii ki keserek, değil mi? Ama karpuzun dilimleri ortalarda genişken uçlarda daralır ve dilimler düz değil de eğri şeklinde olduğu için onu, kendisine zarar vermeden düzleştirerek bir yüzey haline getiremeyiz.

İşte küresel bir şekle sahip olan dünyanın düz bir yüzey üzerinde haritasını çıkarmanın güçlüğü buradan kaynaklanıyor. Bu, aslında 19. yüzyılda temelleri atılan “küresel geometri”nin de temel problemini oluşturuyor.

California, Berkeley’deki Matematik Bilimleri Araştırma Enstitüsü Müdür Yardımcısı Robert Osserman, TÜBİTAK Yayınları arasında çıkan “Evrenin Şiiri” adlı kitabında şunları söylüyor: “Yerkürenin ‘eğriliği’ yüzünden, çizdiğimiz haritalar ancak gerçekliğin çarpık birer resmi olur.”

Haritalarımızın mahiyetinden kaynaklanan bu çarpıklığın sonucu ne oluyor biliyor musunuz? Açtığınız bir dünya haritasında kuzey yarımküredeki ülkeler, güney yarımküredeki ülkelere göre, kuzey kutbuna doğru çıkıldıkça olduğundan daha büyük görünmek durumunda. Mesela Afrika kıtası, 3,5 milyon km2 (Türkiye’nin 5 katı büyüklüğünde bir toprak parçası) büyük olmasına rağmen elimizdeki haritalarda Kuzey Amerika’dan daha küçük görünmektedir. Ve Grönland adası, bu haritalarda Afrika’nın üçte biri büyüklüğünde görünmesine rağmen, gerçekte onbeşte biri kadardır!

Ve işin ilginci, bu durum matematiksel olarak aşılamayacak bir güçlük çıkartıyor haritacılara. Yani Kuzey Amerika kaçınılmaz olarak Afrika’dan büyük görünecek, Grönland, olduğundan büyük yapılacak. Başka bir yolu yok. (Var aslında ama o harita tekniğine göre yaptığınızda ise yine kaçınılmaz olarak kıtaların şekilleri çarpık resmedilmek durumunda.)

Bu işin “insan bilgisinin sınırları” diyebileceğimiz kısmıyla alakalı. Yani beşerî acziyetimizin dünyanın hatasız bir haritasını bile çıkartmaya müsaade etmemesidir söz konusu olan. Ama bir de ideolojik çarpıtma girerse devreye? Nitekim girmiştir de.

Nasıl mı? Bir soruyla bağlayıp gelecek hafta devam edelim:

Kuzey kutbu haritanın neden üstünde, güney kutbu neden altında yapılır? Yoksa uzayın her noktasından da dünya aynı şekilde mi görünmektedir?

23.07.2002

One Comment

betül için bir cevap yazın Cevabı iptal et