• Home
  • Genel
  • İlk Meclis’te bir milletvekili kaçırılmamış, öldürülmüştü

İlk Meclis’te bir milletvekili kaçırılmamış, öldürülmüştü

CHP milletvekili Hüseyin Aygün’ün PKK tarafından ‘kaçırılıp’ 48 saat sonra serbest bırakılmasının tartışmaları devam ederken dikkatler ‘Acaba eskiden Meclis’te bir kaçırma olayı yaşanmış mıydı?’ sorusuna kilitlendi ister istemez.

Bu arada ilk TBMM’de öldürülen Ali Şükrü Bey ile Aygün’ün durumları arasında benzerlik kuruldu bazı yazarlarca.

Ben 89,5 yıl arayla vuku bulan iki olay arasında herhangi bir benzerlik bulunduğu kanaatinde değilim. Neden mi?

Birincisi, Ali Şükrü Bey olayı bir kaçırma değil, bir cinayettir. Düpedüz öldürülmüş ve cesedi gözlerden ırak bir yere gömülerek saklanmıştır. Yalnızca cesedin bulunması birkaç gün almıştır, o kadar. Ayrıca Meclis’i sallayabilecek kadar sert bir muhalifti Ali Şükrü Bey. Temizlenmesi gerekiyordu. Öyle de yapıldı. Hem de bir taşla birkaç kuş birden vurularak…

Bu tuhaf işler böyle olurdu o zamanlar. Mesela 1925 Şubat’ında Meclis’te bir cinayet işlendi. Herkesin gözü önünde işlenen bu cinayeti Kel Ali (Çetinkaya) üstlendi. Hakkında takipsizlik kararı verildi, bir yıl sonra da İstiklal Mahkemesi’ne başkan yapılıp İzmir Suikastı davasında paşalar yargılatıldı. Ne var ki, hemen ölmeyen Halid Paşa ısrarla kendisini Rize milletvekili Rauf’un vurduğunu söylüyordu. Daha doğrusu söylemeye çalışıyordu ama kimseye anlatamıyordu. Derken bir şeyler oldu ve olaydan yaklaşık 50 gün sonra Rauf (Benli) hastalanıp ölüverdi. 50 gün önce sapasağlam olup Deli Halid Paşa gibi biriyle boğuşan Rauf’un akıbeti hâlâ meçhuldür.

Bir de Trabzon’da Kayıkçılar Kâhyası Yahya Reis vardı, Enver’in adamı diye bilinirdi. Günün birinde daha sonra Çankaya Muhafız Alayı Komutanlığı’na terfi edecek olan İsmail Hakkı Tekçe tarafından temizleniverdi. Ancak bu, Tekçe’nin ne ilk, ne de son marifeti olacaktı. Onu, Ali Şükrü’yü temizlemekle görevlendirilen Topal Osman’ın susturulması sahnesinde yeniden göreceğiz.

Ali Şükrü Bey tam bir muhalifti. Tek başına muhalefet bayrağını açmış, İçki Yasağı Kanunu çıkarmaktan tutun da Lozan görüşmelerine kadar hırçın ve şedit tutumuyla iktidarı sinirlendiriyordu. Yılmak bilmeyen tavrı onu iktidarın atmak istediği her adımın karşısına çıkarıyor, sık sık “tarih ve vatan” adına konuştuğunu savunuyordu.

Bombanın pimi, İçki Yasağı Kanunu’nu uygulamakta gevşeklik gösterenleri eleştirdiği oturumda çekilmiş, Ali Şükrü Bey Çankaya Köşkü’nün burnunun dibinde içki imal edildiğini ama kanunu uygulamak ve denetlemekle yükümlü olanların en başka onu ihlal ettiklerini açık seçik bir şekilde ortaya koymuştu. İşte bu oturumdan kısa bir süre sonra Ali Şükrü birdenbire ortadan kaybolacaktı.

Onu en son gören Muhafız alayından Mustafa Kaptan bir kahvede nargile içerken alıp Topal Osman’ın evine götürmüştü. Film burada kopuyordu. Peki o evde ne olmuştu? Ve neden kaç gündür ortaya çıkmıyordu Ali Şükrü Bey?

Hükümet çaresizdi. Aranıyor ama bulunamıyordu. Kardeşi Şevket de arayanlar arasındaydı. Topal Osman’ın evi araştırıldı, kırık bir iskemle dikkatleri çekti. Bu arada Kemal adlı acar bir üsteğmen işin peşine düşmese belki de faili meçhuller dizisine bir yenisi eklenecekti. Üsteğmen Kemal bir araba izinin peşine düştü, sonra o iz kayboldu, bu defa ayak izleri dikkatini çekti. Ama ceset filan bulamadı. Bir ara dikkatini sinekler çekti. Bu kadar sineğin vızıldadığı bir yer değildi normalde o köy. Sinekleri takip etti; bir tümsek dikkatini çekti. Sinekler orada toplaşıyorlardı. Kazınca bir ayak çıktı, sonra daha derinlerde bir ceset. Elinde bir sandalyeden koparılmış hasır parçaları.

Böylece dikkatler hemen Topal Osman’ın evindeki kırık sandalyeye çevrildi, evet o sandalyenin de hasırlarının bir kısmı sökülmüştü. Başbakan Rauf Orbay Topal Osman’ın tutuklanması emrini verdi Meclis Muhafız Birliği’ne.

Verdi vermesine ama Mustafa Kemal Paşa uyarmakta gecikmedi. İçlerinde Karadenizliler olduğu için Topal Osman’ın çetesine ateş etmez onlar, dedi. Böylece operasyonu kendisi ele aldı, Genelkurmay Başkanı ile birlikte Muhafız Taburu Komutanı İsmail Hakkı Tekçe’yi görevlendirdi. Ve Topal Osman, teslim olmasına izin verilmeyerek öldürüldü. Bir başka deyişle susturuldu.

Mesele şöyle netleşti: Topal Osman 27 Mart günü bir adamını gönderip Ali Şükrü’yü evine davet etmiş, kahve içerken kara donlu 4 adamı ellerinde yağlı ilmeklerle Ali Şükrü’yü boğmuşlar ve götürüp gömmüşlerdi.

Fakat netleşmeyen noktalar da vardı: Topal Osman, Ali Şükrü’yü neden öldürsündü durup dururken? Osman Ağa, Rauf Orbay tarafından sağ olarak tutuklanacakken neden teslim olmasına izin verilmeyip öldürüldü ve gömüldüğü yerden çıkarılan cesedinin başı parçalandığı için neden ayağından sallandırıldı?

İşin tuhaf yanlarından biri de, Muhafız Tabur komutanlarından olup operasyona katılan Rauf’un kısa bir süre sonra toplanacak olan 2. Meclis’e milletvekili olarak katılmasıdır. Bu Rauf’u tanıyorsunuz artık. Hani şu Deli Halid Paşa’nın ‘beni vurdu’ dediği Rize milletvekili…

Meselenin üst üste giyilen eldivenler veya birbirinin içinden bıkmadan daha küçüğünün çıktığı matruşka bebeklere benzediğini söylemek marifet sayılmaz. Asıl marifet, Lozan’ı onaylamayacağı anlaşılan ilk Meclis’i tasfiye yolundaki engellerden Ali Şükrü Bey’den kurtulmayı aynı zamanda artık Çankaya’ya göz açtırmaz hale gelen ve TBMM görüşmelerini bile Yassıada Komutanı gibi özel mahfilinden izleyecek kadar kendine güveni zirve yapan Topal Osman’dan kurtulma hattına bağlamaktadır.

O yılları bizzat Meclis’te yaşayan rahmetli Mahir İz bu bağlantıyı hatıralarında şöyle kuruyor:

“Artık Osman Ağa’nın çetesine lüzum kalmamıştı. Fakat kimse buna ses çıkarmaya cesaret edemiyordu. Bu çete efradı pür silah, hatta küçük bombalarıyla doğrudan Meclis’e giriyorlardı. Elbette bu gayri tabii hal devam edemezdi. Galiba “bir taşla iki kuş birden vurulsun” diye Ali Şükrü Bey’in vücudunu ortadan kaldırma işi Topal Osman’a havale edildi.”

Kendi çıkardığı “Tan” gazetesinde çıkan bir yazıda ise şöyle deniliyordu:

“Senin boğazına uzanan kanlı ve kirli eller, Ali Şükrü; bütün Trabzon halkının, bütün Türkiye halkının boğazına uzanmıştır. Seni boğan eller Ali Şükrü, bütün milletin fikrini boğmak için bu cinayeti yapmıştır.” (Ahmet Demirel, “Ali Şükrü Bey’in Tan Gazetesi”, 1996, s. 239.)

Bundan 89,5 yıl önce ilk Meclis’in kapanışına doğru gidilirken bir muhalif milletvekili öldürülmüştü. Bunun Hüseyin Aygün’ün sözde ‘kaçırılışı’ ile hiçbir bağlantısı bulunmuyor. Pardon, bir bağlantı var ama kaçırılanlar arasında değil, kaçıranlar arasında.

19 Ağustos 2012, Pazar

One Comment

  • murat

    26 Ağustos 2012 at 00:13

    Merhaba ,

    Derin tarihçiliğinizi konuşturmuşsuzsunuz, nedir bu kin ve garez, bunu çözmek güzel olurdu.. Yazıanızın, daha doğrusu hikayeniniz, sübjektif bir anlatı olan, anı ,hatıra gibi, belgeden ziyade, kişisel anlatımlara dayanan bu tip hikayelerin hangi psikolojik iklimlerde, ve hangi duygular ışığı altında yazıldığı, ancak yazan ve vicdanı arasında gidip bir salınım olup, doğru veya yanlışlığı da sübjektif nedenlere bağlı olan bu anlatılarla, bir devrin ve hele hele bu ülkenin makus talihini öyle veya öyle değiştiren bir şahsiyetin karalanması ne acıdır, hem de ilim adına, gerçek adına…
    Yazınızın son parafında ise bundan daha büyük ayıpla zikrettiğiniz kendi yorumunuzu yeniden okumanızı salık veririm. Milli Mücadelenin kadrosu ile PKK terör örgütünü eşanlamlı olarak görebilmek kusura bakmayın ama sağlıklı bir düşünce değildir. Özellikle de kendini topluma gerçek tarhi en yazarım iddiası ile lanse eden bir kişinin bu bağlamda bir benzetme yapması bende tarihçiliği ve düşünceleri hakkında şüphe uyandırmış ve bilimsel tartışmadan uzak ancak ve ancak kahvehane dedikodusu şeklinde olan bu yazıyı da iddialı olan birisine yakıştıramadım.

    Saygılarımla,

    Cevapla

Bir cevap yazın