İyi yazar-kötü yazar

Fosillerin dansı
Bu köşede yayınlanan ilk yazım yukarıdaki başlığı taşıyor ve Edward W. Said’in Culture and Imperialism kitabını konu alıyordu. Said’in Batı kültürünün oluşum sürecine emperyalist siyasetin nasıl müdahil olduğunu ve adım adım nasıl nüfuz ettigini gercekten etkileyici bir beceriyle deşifre ettiginden söz etmiştim o yazımda.

Geçenlerde Sabahattin Eyüboğlu’nun Sanat Üzerine Denemeler ve Eleştiriler (Cem Yayınları, 1997) adlı kitabını okuyordum. Kasım 1967’de Yeni Ufuklar’da yayımlanan “Emperyalizm ve Kültür” başlıklı yazısında Eyüboğlu, siyaset ve kültürün tamamen ayrı olduğu iddiasında bulunuyor. Batı, diyor, evet emperyalisttir. Biz de İstiklal Harbi’nde Batı emperyalizmine karşı şanlı bir savaş verdik. Fakat savaş bitip Cumhuriyet kurulduktan sonra Batı kültürünün en büyük savunucuları da biz olmuştuk. Hatta ona göre Mustafa Kemal, “yurdundan kapı dışarı ettiği emperyalist komutanlardan kültürce daha Batılı sayılabilir.” Savunduğu hümanist perspektif uyarınca kültürü siyasetten tecrit ederek ele alan S. Eyüboğlu, biraz daha ileri giderek yalvarırcasına bir tonla, “Gelin etmeyin, öfkemizi akıllıca kullanalım, … kültürü … emperyalizmle karıştırmayalım… Emperyalizmle kültür sözlerini, aydınlarından ışık bekleyen insanların aklını bulandırmamak için bir araya getirmeyelim, sözde kültürlü birçok aydınlarımız emperyalizmin uşağı olsalar bile” sözleriyle ‘gerçek niyetini’ açıkça ortaya koyuyor.

Doğrusu “emperyalizmin uşağı” gibi epeyce gerilerde kalmış sloganlara sığınmadan da yazısını yazabilir, görüşlerini daha objektif ve soğukkanlı bir tavırla da serdedebilir, sadece savaş alanında kaldığını söyleyerek emperyalizmi daha incelikli yollardan meşrulaştırabilir, Batı kültürünü ideolojik ve siyasi etkilerden arındırarak emperyalizmi temize çıkarabilirdi Eyüboğlu. Ancak Türkiye’de hemen hiçbir ihtilaflı kavramın ateşini düşürerek tartışma imkanı evvel eski oluşmadığı, oluşması da istenmediği için, mesela bir Edward Said’in kültüre uyguladığı ciddi siyasi analizin seviyesine pek az eleştirmenimiz çıkabilmiştir.

Eyüboğlu yazısında, “Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar!” haykırışıyla emperyalizme direnisin sembollerinden birisi olmuş olan Mehmed Akif’i Batı kültürünü anlamamakla suçlarken, ünlü İngiliz sairi William Blake’in (1757-1827) su satırlarını nedense hatırlamak istemiyordu: ‘(İngiliz) imparatorluğu(nu)n temeli sanat ve bilimdir. Onları ortadan kaldırın yahut tenzil-i rütbe ettirin, göreceksiniz ki imparatorluğun yerinde yeller esmektedir. İmparatorluk sanatın peşinden gider, sanat imparatorluğun değil.”

Blake’in İngiliz imparatorluğu, dolayısıyla emperyalizm ile sanat ve bilim arasında neredeyse 200 yıl önce kurduğu bu derin düğümden yola çıkan Said, özellikle uzmanlık alanı olan edebiyattan örnekler vererek kültür ile emperyalizmin iç içe dokunmuş kumaşını ilmik ilmik çözümler. Joseph Conrad’dan Rudyard Kipling’e, Jane Austen’dan Albert Camus’ye, Charles Dickens’dan J. Stuart Mill’e kadar Batı kültürünün onde gelen aydınlarının emperyalist dünya görüşüyle bağlantılı yüzlerini üzerlerinde birikmiş küllerden sıyırır.

Conrad’in bir kahramanın söylediği, dünyaya liderlik etmeye ‘mahkum’, özgürlüğün ve düzenin temsilcisi Batılı özne, sömürgeleştirdiği halkları “medenileştirmek” için topraklarına girdiğini iddia ediyor ve aslında kendi çıkarını değil, sözde yerlilerin çıkarını düşünüyordu! Onların tarihlerini yeniden yazıyor, kimliklerini yeniden oluşturuyor ve kendi dışındaki halkların ancak kendisinin tanımasıyla var olduklarını beyan etmeye kadar vardırıyordu işi.

Kısacası edebiyat ve sanatın, yani kültürün siyasetten bağımsız olduğunu iddia etmek, bunların derin düzeylerde vuku bulan karşılıklı iktidar iliskileri içerisinde bir dünyada ortaya konulmadığı anlamına gelir ki, bu da, kültürün hayatla bağlı olmadığını farz etmek gibi bir abesle iştigal olurdu.

Sabahattin Eyüboğlu gibi sözde emperyalizme karşı çıkarken Batılı kültürdeki emperyalist ruha gözlerini kapatanların, bir buçuk asırdır Baudrillard’in deyimiyle fosillerin dansına bütün toplumu davet ettiklerini artık görmemiz gerekiyor. Fosiller hep vardır çünkü; toprağın fersahlarca altında da olsa!

Camus: Arab’in adı yok!

Edward Said, emperyalizmin kültür alanındaki p, Nobel ödüllü ünlü yazar Albert Camus’nun (“Kamu” okunur) Yabancı adlı romanını örnek olarak verir. Romanın kahramanı Fransız Meursault, bir Arabı öldürür. Sömürge dönemi Cezayir’inde geçen olaydan sonra Meursault, Arabı öldürdüğü için yargılanır.

Oysa Said’e göre hiçbir Fransız’ın sömürge mahkemelerinde yargılanması söz konusu olmamıştır. “Bu bir yalandır.” Üstelik romanda Fransız kahramanının adı vardır; ama Arab’ın adı ve geçmişi yoktur. Adı ve geçmişi olmayan bir sömürge insanı, ancak sömürgecinin onu öldürmesiyle vücut bulabilmektedir romanda. Said, Cezayir dogumlu olan yazarın kendi ülkesinin tarihini ve adını emperyalizm namına silmekte ve ona yeni bir kimlik inşa etmektedir. Bu, emperyalizmin sömürge ülkelerinde uyguladığı siyasetle bire bir örtüşen edebi bir inşadır.

Not: Kültür ve Emperyalizm, yakında Nil Yayın tarafından yayınlanacak. Merakını yenemeyen okuyucular Matbuat’ın son sayısında Kültür ve Emperyalizmin önsözünün çevirisini bulabilirler.

İyi yazar-kötü yazar

İyi yazar, düşündüğünden fazlasını söylemez… Kötü yazarın ise aklına o kadar çok şey gelir ki kötü ve eğitimsiz bir koşucunun organlarını gevşek ve coşkulu hareketlerle yorup helak etmesi gibi harcar ömrünü bunlarla. O yüzden de düşündüğü şeyi hiçbir zaman söyleyemez soğukkanlılıkla.

Walter Benjamin, Parıltılar, Çeviren: Yılmaz Öner, Belge Yayınları 1990, 47.

Bir cevap yazın