• Home
  • Genel
  • Küreselleşmeyi fazla ciddiye almıyor muyuz?

Küreselleşmeyi fazla ciddiye almıyor muyuz?

Küreselleşmeyi fazla ciddiye almıyor muyuz?

Küreselleşme, tek–boyutlu ve tek–yönlü bir süreç midir? Amerika’dan başlayıp Doğuya doğru akan bir sel, tabii bir afet midir? Dahası, kaçınılmaz mıdır? Ve en önemlisi de, hiçbir şekilde geri çevrilemeyecek bir kader midir?

Kelimelerin ve kavramların büyüleyici bir gücü var. Önce masumca girerler dünyamıza. Bir süre sonra temsil ettikleri gerçekliğin yerine kurulurlar. Ondan sonra gerçekliğin kendisini unutur, sadece o kavramlar manzumesinin gözlüğüyle görmeye başlarız. Küreselleşme, son 20 yılın en fazla kullandığımız kelimelerinden. Entelektüel dünyada “postmodernizm”le büyük bir yarış içinde. 11 Eylül’den sonra ise postmodernizmi solladığı kesin.

Bugün artık dünyayı “küreselleşme” açısından görmek revaçta. Her şey, din dahil, küresel açıdan ele alınıyor, yorumlanıyor, destekleniyor veya karşı çıkılıyor. Küreselliğe endekslenmemiş hiçbir şeyin pazar değeri yok neredeyse günümüzde.

Oysa kavramlar sonuçta birer araç, birer gözlüktür. Onları gerçekliğin birebir temsili olarak görmek son derece yanıltıcı olacaktır. Michael Mann’ın deyişiyle, küreselleşmeyi bir “kavramsal fil” haline getirmemeliyiz. Hikâyede geçtiği gibi, herkesin bir organını başka bir şeye benzettiği fil örneğini unutmayalım.

Küreselleşmenin “kaçınılmaz” olduğunu söylemek, küreselleşme söyleminin “içinden” konuşmak, onun tam da bize kabul ettirmek istediği belli bir küreselleşme görüşünün içine sığınmak demektir.

Oysa bizim entelektüel bağımsızlık gibi bir kaygımız yok mu? Bunun için de söylemlerle aramıza daima mesafeler koymamız gerekir. Küreselleşme söylemi ile de fazla sarmaş dolaş olmamakta yarar var. Çünkü küreselleşme, aslında çok “iri yarı” bir gerçekliği yakalama iddiasındaki bir kavramsal ağdır ve bu ağın içinden kaçan epeyce iri balıklar bulanmaktadır. Sonuçta küreselleşme, çağımızdaki belli bir gerçekliğin, bir değişimin, öncekilerden farklı olduğunu iddia ettiğimiz bir dönüşümün adı değil mi? Eğer ona “küreselleşme” değil de, “uluslar–üstüleşme” demiş olsaydık, çağımızın gerçeği değişecek miydi sanki?

Demek ki kavramların bizi fazlaca büyülemesine izin vermemeliyiz. Onlar gerçeğin kendisi değil, bizim belli bir gerçeklik hakkında ürettiğimiz söylemlerin ürünüdür, bu yüzden de her zaman her türlü çarpıtmaya ve büyülemeye açıktır.

Nitekim sekülarizasyon (dünyevîleşme) hakkında geçenlerde yayınlanan bir kitap, sosyal bilimlerdeki bu büyülenmenin bir örneğini sunuyordu. Ali Köse’nin yayına hazırladığı “Sekülerizm Sorgulanıyor” (Ufuk Kitapları) adlı kitaptaki makaleler, dünyadaki büyük sosyologların, Weber’in oyununa nasıl geldiklerinin muhasebesini yaptıklarını sergiliyordu. Weber’in, modernleşmeyle birlikte dünyanın büyüsünün bozulacağı, efsununu yitireceği yolundaki ünlü teorisinin sosyal bilimcileri on yıllar boyunca nasıl büyülediğini(!) açıkça görebiliyorsunuz kitapta.

Mesela Peter Berger, sekülarizasyon hakkında koca kitaplar yazmış bir din sosyoloğu bugün, bütün o çabalarının nasıl boşa gittiğine yanıyor. Ve sekülarizasyon kavramının mesleğini nasıl büyülediğinin analizini yapıyor.

Dolayısıyla yarın öbür gün biz de küreselleşme hakkında böyle düşünmeye başlayabiliriz. O da neticede bir değişimi anlatmak üzere seçtiğimiz bir terimden başka bir şey değildir. Üstelik, küreselleşme konusunda çok farklı yorumlar da var. Mesela bazılarına göre neredeyse insanlığın doğuşundan itibaren başlıyor küreselleşme. Bazılarına göre ise Roma, Bizans, Osmanlı, İngiliz vs imparatorlukları da kendi devirlerine göre küreselleştirdiler dünyayı. Hatta bazı iktisat tarihçilerine bakılırsa, 19. yüzyılın ortalarında dünya, bugünkünden daha küreseldi, zira Avrupa’nın sömürgeci devletleri yerkürenin neredeyse bütününü sömürgeleştirmişlerdi!

Oysa bugünkü küreselleşmenin Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla çok yakından ilişkili olduğu biliniyor. En azından bu blok parçalanmasaydı küreselleşmenin bugün ulaştığı kıtalararası homojenliğe ulaşması mümkün olmayacaktı. Bu yüzden küreselleşme ile Avrasya arasındaki sürtüşme ve gerilim, dünyanın başka bölgelerinde yaşanandan daha yoğun bir şekilde cereyan ediyor.

18–21 Eylül günlerinde Antalya’da düzenlenen Diyalog Avrasya Platformu’nda eski Sovyetler Birliği ülkelerinden gelen aydınların küreselleşme konusunda söyledikleri bizim için büyük önem taşıyor. Üstelik AB karşısında bir “Avrasya seçeneği”nden sık sık söz edildiği bir ortamda toplantıdan çıkan sonuç, bir yandan küreselleşmeyi kavramsal olarak sorgularken, öbür yandan, çağımızın bu gerçeğini kendi inisiyatifimize nasıl alabileceğimizi düşünmek gerektiği yolundaydı.

Avrasya alternatifini tartışmayı gelecek haftaya bırakalım.

01.10.2002

Bir cevap yazın