• Home
  • Genel
  • Marx da Osmanlının kanatları altında

Marx da Osmanlının kanatları altında

Marx da Osmanlının kanatları altında
Virginia Woolf’un “Orlando” isimli gerçekten de tuhaf bir romanı vardır. Bilinç akışı tekniği ile yazılmıştır; ama yalnız zamanın kırılıp parçalanmasına değil, aynı zamanda mekânın da makasla biçilip sonra yamanmasına nefis bir örnektir. Romanın bizim için ilginç olan tarafı, iki sahnesinin topraklarımızda geçmesidir: Bir yeniçeri ayaklanması sırasında İstanbul’da ve Bursa’da bir çingene obasında geçer olaylar. Woolf acaba İstanbul ve Bursa’yı ziyaret etmiş midir diye merak ettim. Mina Urgan’ın Woolf hakkındaki kitabında İstanbul’a geldiği belirtiliyor, lakin Bursa’yı ziyaret ettiğine dair herhangi bir kayıt yok. Yine de çağımızın bu sancılı sesinin içerisine İstanbul havasının karışmış olması, onu okuyanlara ve okuyacaklara önemli bir ipucu sarkıtıyor.
Keza Matthew Arnold’un ‘İngiliz şiirinin meleği’ dediği Shelley (işe bakın ki, karısı Mary, “Frankeştayn” adlı romanıyla modern şeytanı uykusundan uyandıracaktır), dikkat edenlerin “İslam’ın İsyanı” adlı şiir kitabının arka planında İstanbul’un sokak seslerini duyacağını söylemiştir söylemesine ama Mina Hanım bu sesi bir türlü duyamamıştır. Oysa Shelley, devrin modasına uymuş bir Yunansever de olsa, günümüzdeki birçok Türk şairinden daha çok ilgilidir Osmanlılarla. “Hellas” şiirinde Sultan II. Mahmud’u kendi yerine konuşturur. Bir mektubundan da anlıyoruz ki, Shelley, İstanbul’u görmek için can atmaktadır. Yine de bu sesleri, İstanbul’a gelemese bile o zamanlar henüz bir Osmanlı toprağı olan Yunanistan’da duymuş, yani İstanbul’u Atina’dan dinlemekle yetinmiştir hazret.
Marks’ın kaleminde Üsküdar
Neyse, kalemin pusulasını yavaş yavaş edebiyat tarihinden tarihe çevirelim ve bakalım başlıkta vaat ettiğimiz gibi Karl Marx ile Üsküdar arasında bir ilişki var mı? O vakitler “New-York Daily Tribune” gazetesinde yazan Marks, hem İstanbul’dan, hem de Üsküdar’dan sık sık söz etmiştir. 29 Temmuz 1853 tarihli yazısında İstanbul’dan “Altın Köprü” diye bahsetmektedir: “İstanbul, Batı ile Doğu arasında kurulmuş Altın Bir Köprü’dür. Batı uygarlığı, bu köprüden geçmeksizin, dünyanın çevresini güneş gibi dolaşamaz, bu köprüyü de Rusya’yla mücadele etmeksizin geçemez.” Marx’ın bu iki cümlesinin altını özenle çizmek istiyorum, zira Bizanslılar da başkentlerinin Asya ile Avrupa arasında bir köprü, hem de bir “Altın Köprü” olduğuna inanırlardı. Bugünkü deyişle İstanbul, Doğu’nun Batı’sı, Batı’nın Doğu’suydu. Marx bu “köprü” realitesinin Osmanlılar zamanında da devam ettiğine inanıyor ve Batı medeniyetinin İstanbul’dan geçmeden (bunu istila manasına almanızda bir mahzur yok) dünyayı hakimiyeti altına alamayacağını söylemektedir. Anlaşılan, Marx’ın gözünde dünyanın merkezi hâlâ İstanbul’dur.
İlginç bir şekilde Marx, bizim “Batılı” dediğimiz Bizans’ı “Batı uygarlığı”nın karşısında görür ve Rusları da aynı şekilde Bizans’ın yanına ve Batı’nın karşısına yerleştirir. Eğer, der, İstanbul’a Batılı güçler değil de, Ruslar egemen olacak olursa, bu, Doğu’dan Batı’ya karşı yeni bir şiddet ve fetih dalgasını tetikleyecek ve bu dalga karşısında Batı uygarlığı yeniden ecel terleri dökmeye başlayabilecektir.
Marx’ı belki de şimdi her zamankinden daha iyi anlayabilecek durumdayız. Çoğu kişinin zannettiğinin tersine Engels olsun, Marx olsun, Rusları sevmez, hatta “Rus ayısı”nın Avrupa’nın başına bela olduğunu söylemekten çekinmezlerdi. Gerçi Osmanlılar ile ilgili bazı olumsuz hükümleri de var ama özellikle Kırım Savaşı yıllarındaki yazılarına bakılırsa Marx’ın Türkiye ve Türkler lehine birçok sayfa doldurduğunu görmek zor değil. Üstelik Marx’ın, bizim yalnız Namık Kemal’in piyesinden tanıdığımız Silistre savunmasını avucunun içiymiş gibi bildiğini görüyoruz. Türk tabyalarının Silistre’deki savunmasının bir benzerini Avrupa tarihinde bulamayacağımızı söylemesi, dünkü ve bugünkü Marxistlerimizin üstadlarını dahi okumaktan ve anlamaktan aciz olduklarını göstermiyor da neyi gösteriyor dersiniz?
“Türkler yaratılıştan cesurdur”
Şunu artık rahatlıkla iddia edebiliriz: Marx kadar Osmanlı tarihine vakıf bir Marxistimiz çıkmamıştır. Mesela şu cümlelerin Marx’a ait olduğuna inanır mısınız: “Türk, aslında hiç de kötü asker değildir. Yaradılıştan cesur, son derece dirençli, sabırlı ve aynı zamanda belirli koşullarda itaatlidir.” Keza şu sözün de: “Türkler, surları, kaleleri, hatta açılan gedikleri, saldırgan kuvvetler karşısında, Fransızlarla İngilizlerin boy ölçüşemeyeceği bir ölçüde savunmaya yatkındırlar.”
Marx’ın 16 Şubat 1854 tarihli yazısı ise doğrudan İstanbul’un stratejik önemi üzerinedir: “İstanbul’un tahkim edilmesi” der, “Türklerin atabileceği en önemli adımdır… (E)linde tahkim edilmiş bir İstanbul bulunduran Türkiye, ya da bu kenti elinde bulunduran başka herhangi bir devlet, bağımsızlığını korumak için hiçbir yabancı güvencesine gerek duymayacaktır. İstanbul’dan daha kolay tahkim edilebilecek bir başka kent yoktur.”
Üsküdar, Kırım Savaşı yıllarında “yerli” bir şehir kadar aşinası olmuştur Londralıların. Gazetelerde cepheden yazılan er mektupları “Üsküdar’dan mektuplar” başlıklı sütunlarda her gün yayınlanmakta, Üsküdar hakkında kitap ve broşürler peş peşe çıkmaktadır. İngiliz asker ve komutanlarının mektuplarından oluşan “Üsküdar” edebiyatı, zamanın Avrupa gazeteleri koleksiyonlarında ve aile albümlerinde değerli bir literatür oluşturmuştur. Ömrünün son yıllarında Osmanlıca öğrenmeye soyunan Marx da (şuna ne buyurulur: Engels de Farsça öğrenmeye başlamıştır!) yazılarında Üsküdar hakkında bir Avrupa şehrinden bahsedercesine teklifsiz bir dille yazmaktadır. Üsküdar’da üstlenen İngiliz tümeni hakkında yazar, İngiliz askerlerinin hastalıktan kıvrandığından, şartlarının kötülüğünden, içkiye düşkünlüklerinden, askerî gösterilerinden dem vurur. Böylece karşı olanlar ondan nefret ettikleri için, hayranları da Osmanlı’dan nefret ettikleri için onun bizimle ilgili yanını budamışlar, böylece ortaya kanatları yolunmuş bir Marx karikatürü çıkmıştır. “Büyük” Osmanlı tarihinin, Marx’ı da kanatlarının altına aldığını görmek neden bu kadar zor dersiniz?
NOT: Merak edenler Marx ve Engels’in 1977’de
Sol Yayınları’ndan çıkan “Doğu Sorunu [Türkiye]”
adlı kitabını sahaflardan sorsunlar.

Bir cevap yazın