Şeytânîlik ve Rahmânîlik

Şeytânîlik ve Rahmânîlik

Bugün Ramazan’ın ikinci günü. Hadislerde işaret buyurulduğu üzere bu mübarek ayda şeytanların elinin kolunun bağlanmasından bilistifade, kültürümüzün önemli bir meselesi üzerinde durmak istiyorum.

Geçtiğimiz 17-18 Kasım tarihlerinde İSAV (İslamî İlimler Araştırma Vakfı) tarafından İstanbul’da düzenlenen “Modernleşme, İslam Dünyası ve Türkiye” başlıklı sempozyuma sunduğu tebliğinde, Prof. Şerif Mardin, kültürümüzde “şeytan”ın var olmasına mukabil kendisinin “şeytânîlik” olarak çevirdiği demonik unsurun bulunmayışının hayal gücümüzü sansürlediğini ve “uçma”nın meşru sayılmaması gibi bir sonuç verdiğini ifade etmiş. (Tebliğinin bir özeti, Milliyet’in 24 Kasım 2000 tarihli nüshasında bulunabilir. Ayrıca bu konuda daha geniş bir makalesini hocanın Türkiye’de Din ve Siyaset adlı kitabında bulmak mümkün.)

Şöyle demiş Prof. Mardin gazeteye göre:

“Türkiye’de, İslam’da, Osmanlı’da “şeytan” vardır, fakat “şeytanîliğin yaratıcılığı” fikri olmadığı gibi, bunu düşünmek bile günahtır. Batı’daki “demon” kavramıysa, yıkılıcılığıyla birlikte -bu sayede diyelim- özgün bir anlayışı yaratabilen, insanın iki taraflılığını bir suç olarak değil, bir özgünlük kaynağı olarak tanımlayan bir anlayıştır.”

Hocanın bu sözlerini, çağımızın en çok tartışılan sanatçılarından Samuel Beckett daha berrak bir şekilde ifade ediyor: “Hayal gücü, insan ne yapacağını bilmez olunca açar hüzünlü kanatlarını.”

Şerif Mardin hoca kültürümüzde şeytanîliğin olmayışı yüzünden, mesela bir Baudelaire’in, bir Borges’in benzerinin bizden çıkamayacağını söylüyor.

İdealizm ile bayağılık arasında gidip gelen, fakat bu ikisinden yeni ve heyecan verici bir çıkış yakalayamayan bir kültürde insan ruhunun derinliklerine inen ve onun kötü taraflarını da, tıpkı iyi tarafları gibi pozitif bir enerji olarak kullanan yazarlar ve sanatçıların çıkmayışının, kültürümüzün fakirliği olarak okunması ne kadar doğru olur?

Trajedinin başka örnekleri, mesela benim beyaz trajedi diyebileceğim iyiliğin katları arasında bir yükselişin ruha açtığı ferahlama koridorunun anlatıldığı örneklere Ananda K. Coomaraswamy, bir vesileyle değiniyor. Keza İslam kültürünün bünyesinde, mesela Mevlânâ’nın eserlerinde görüldüğü gibi ruhun iyilik yönünde bir açılışı, “yaratıcılığı” kışkırtan bir eylem olarak yorumlanamaz mı? Kısacası İslam kültürünün şeytanîlikten mahrum bulunmasının ona sağladığı avantajları da görmek gerekmez mi?

Dünyaya bir tür saflık çerçevesinde bakan İslam’ın, bir İbn Rüşd’ü, bir İmam-ı Gazalî’nin kardeşi Ahmed Gazalî’yi, bir Feridüddin Attâr’ı (İlahiname adlı eseriyle) yetiştirmiş olmasını neye bağlamak gerekir aksi halde?

Elbette üzerinde derin derin düşünülmesi gereken bir bahis açıyor önümüze Mardin hoca, fakat ondan, bu meseleyi bir değini düzeyinde bırakmayıp derinleştirmesini ve İslam irfanının engin denizlerine açılarak bunun neden böyle olduğunu bize göstermesini beklerdik.

Verdiğim karşı örneklere dikkatle bakılınca, bunların büyük ölçüde irfanî ve tasavvufî renklere bulanmış isimler olduğunu göreceğiz. Şerif Mardin hoca, sadece tasavvufta İslam kültürünün “şeytanî” bir derinlik ve yaratıcılık kazandığını söylüyor ki kısmen haklıdır; ancak tasavvufun sadece “tasavvuf” olamadığını, özellikle Moğol istilası sonrasında felsefenin yer altına inerek kelam, fıkıh ve tasavvuf gibi dalların içine sızdığını söyleyen Fazlurrahman’ı da gözden kaçırmamalıyız.

Bu noktada belki Hallac-ı Mansur’dan başlayarak İbn Arabi’ye ve Mevlana’ya bağlanan büyük bir gelenekten söz edebiliriz. Fakat “felâsife” denilen İslam filozofları, aynı zamanda tasavvufla içli dışlıydılar, hatta Sühreverdî gibi bazıları, bizzat “şeyh” konumundaydı. Bu durumda, “yaratıcı” derinliğin sadece tasavvufta ortaya çıktığını söyleyemeyiz sanıyorum. Aynı derinlik, bir fakih olan Güvercin Gerdanlığı yazarı İbn Hazm’da da, yine bir kadı olan İbn Rüşd’de de yakalanmalıdır (İbn Rüşd’ün Aristo’nun Poetika’sına yazdığı şerhte trajediyi nasıl farklı yorumladığı, ilginç bir kalkış noktası olabilir mesela).

Burada belki İslam kültürünü toptan damgalamak yerine, içine yuvarlandığımız kültür sefaletinin sebepleri üzerinde durmak gerekecektir. Yine de Şerif Mardin hocanın tartışmaya açtığı bu nokta, verimli bir düşünme faaliyetine kapı aralayabilir umudundayım.

Bir yanıt yazın