Çaldıran’da ne oldu?

Hem Orta Asya, hem İran, hem de Anadolu’nun kaderini etkileyen bir hadisenin yıldönümündeyiz; Çaldıran Meydan Savaşı’nın 501. sene-i devriyesinde.Nükleer anlaşma sonrası yeniden dünyaya açılan ve Ortadoğu’yu himaye ve kontrolüne almaya kararlı bir İran karşısında sık sık hatırlanması gereken bir hadise iken Çaldıran nedense sessiz sedasız geçiştiriliyor. Oysa o günlerde Safevilerin Osmanlı engelini devirmesine ramak kalmıştır.

Safevi Devleti’nin başındaki Şah İsmail, Oniki İmam Şiiliğini Tebriz’den başlayarak zorla, Sünni katliamlarıyla resmi mezhep haline getirmiş, siyasî ve dinî başbuğluğu şahsında merkezileştirmişti. Akkoyunluların taht kavgaları ile II. Bayezid’in mütereddit politikasını avantaja çevirmiş ve Kızılbaşlığı/Şiiliği Anadolu sathına yaymak için müsait bir zemin yakalamıştı. “Dâî” veya “halife” adlarını taşıyan davetçileri Erdebil ocağına bağlı olan Anadolu Türkmenleri tarafından coşkuyla karşılanıyor, kabileler arasına sokulan emirleri kutsal telakki ediliyor, aynı zamanda Osmanlı hanedanına “gâsıp” nazarıyla bakan bir akım boy veriyordu.

Tamamen Sünni Müslüman devletlerle (Akkoyunlular, Şeybaniler, Timurlular, Osmanlılar vs.) savaşmış olması Şah İsmail’in cihad gibi bir gayesi bulunmadığını, Müslüman halklar arasında Kızılbaşlığı/Şiiliği yaymaya ve kendini ecdadına yapılan haksızlıkların intikamını almaya adadığını gösterir.

Çaldıran öncesinde Safeviler mi daha büyük bir devletti yoksa Osmanlılar mı? Aklınıza “Osmanlılar” cevabı geldiyse ona mukayyed olun, zira Şah İsmail’in 12 yıllık bir yangını andıran seri fütuhatıyla Safevi Devleti Osmanlı’dan daha geniş bir yüzölçümüne hükmeder hale gelmişti. Düşünün: Osmanlı Devleti Balkanlar ve Anadolu’nun bir kısmına hükmederken Safeviler Kandehar, Herat ve Horasan’dan Erzincan’a, Hazar Denizi’nden Basra Körfezi’ne kadar uzanan muazzam bir coğrafyanın hakimiydi.

Şaşırtıcı ama Çaldıran öncesinde Memluklarla birlikte bölgedeki üç Müslüman imparatorluktan en küçüğü Osmanlı idi. Yavuz, her ne kadar nevzuhur bir devlet ise de kendisinden daha geniş sınırlara sahip bu iki büyük devletle boğuşacaktı.

Üstelik Anadolu’da Osmanlı Devleti’nin itibarı hissedilir derecede sarsılmıştı. Hatta eğer bir savaş olursa içeriden çökecek hale geldiği bile konuşuluyordu. Bu söylentilere nihayet verecek darbe, bizzat Yavuz komutasındaki güçlü topçu birlikleri tarafından Çaldıran meydanında indirilecekti.

II. Bayezid’in son zamanlarında Osmanlı kaynaklarında “Şeytankulu” da denilen Şahkulu’nun asi kuvvetleri Antalya’dan İran sınırına kadarki yerleri kan ve ateş içinde bırakmıştı. Antalya ve Bodrum’a girmiş, Karagöz Paşa’yı yenip idam ettirmişti. Karaman’a ulaşmış, Şehzade Korkut’un kuvvetlerine saldırıp perişan etmiş, Şehzade canını güçlükle kurtarabilmişti.

 

Ekonomik abluka

Ardından Bursa üzerine yürümüştü Şahkulu. Direnen Bursa halkını bozgun bekliyordu. Alaşehir muharebesi de onun zaferiyle sonuçlandı. Nihayet Padişahın ordunun başında gelmekte olduğunu duyunca Konya’ya çekildi. İlginçtir, burada da Veziriazam Ali Paşa’yı yendi. Ancak ağır kayıplar verince İran’a sığındı. Gariptir, Şah İsmail onu pek de hoş karşılamamış, adamlarını işkenceden geçirttikten sonra öldürtmüştü.

Bütün bu üzücü olayları şehzadeliğinden beri yakından takip eden Sultan Selim, Batı’dan ziyade Doğu’ya yönelmek mecburiyetini hissetmişti. Zira Doğu’daki tehlike, devletinin istikbali için daha büyük bir tehditti. Tahta geçtikten sonra ilk fırsatta Doğu meselesini halle yönelmesi bundandı.

Yavuz sefere çıkmadan önce Kızılbaşları sıkı sıkıya takip ettirdi. 40 bin Kızılbaş fişlendi, idam edilmek, tutuklanmak ve sürgün edilmek suretiyle “etkisiz” hale getirildi. Hepsinin öldürülmediği ve bir katliam uygulanmadığı halde bu konu sık sık kaşınmaktadır. (Bu iddiaya daha önce cevap verdiğimiz için üzerinde durmuyoruz.)

Yavuz ekonomik tedbirler almayı ihmal etmedi. İran’la her türlü ticareti yasaklattı. Tam bir ekonomik abluka uygulattı. Hatta İranlı tacirlerin mallarına el koyduğunu ve tacirleri idam ettirmek istediğini ama Şeyhülislam Zenbilli Ali Efendi’nin itirazı üzerine affettiğini biliyoruz.

Yavuz 20 Mart 1514 günü Edirne’den yola çıktı. 10 günde İstanbul’a ulaştı. Eyüp yakınlarında karargâhını kurdu. Kuvvetlerini Anadolu yakasına geçirirken Eyüb Sultan ile babası Bayezid ve dedesi Fatih’in türbelerini ziyaret etti. “Kalem-i fetva ve alem-i takva” ile tanınmış ulemanın katıldığı divanda İran’a sefer açılmasının çok önemli ve en acil bir mesele olduğuna dair fetva almayı başardı.

Derken Şah İsmail’e bir mektup yazdı ve ele geçirdiği toprakları bıraktığı ve Şii mezhebini terk ettiği takdirde üzerine yürümekten vazgeçeceğini bildirdi. Gönderdiği elçi Şah İsmail tarafından öldürüldü ve karşılığında Yavuz’a bir kadın elbisesi gönderildi. Yavuz bu hakarete “Uzun yolları kat’edip topraklarına girdik, meydanda görünmüyorsun. Padişahların ellerindeki memleket onların nikâhlısı gibidir; erkek ve yiğit olanlar başkasının elini ona dokundurtmazlar” diye açıkça meydan okudu.

 

Efsane bitti

Yavuz Doğuya doğru ilerliyor, Şah İsmail ise Venedik Devleti’yle ittifak kurmaya çalışıyordu. Yavuz buna Şeybani Özbek Devleti’ni onun aleyhine kışkırtarak cevap verecekti.

Yavuz’un ordusu Kayseri’ye ulaştı. Dulkadiroğlu Alaüddevle’yi sefere katılmaya çağırdı ama o çok yaşlı olduğu gerekçesiyle katılmadı. Bu davranış, karnesine eksi not olarak düşüldü ve onunla da günün birinde hesaplaşmak gerektiğini gösterdi.

Bu sırada Osmanlı donanması Trabzon’a erzak ve mühimmat taşımakla meşguldü. Oradan Erzincan’a kervanlarla orduya lojistik destek sağlanıyordu. Erzincan’da yeniçerilerin seferin uzamasından ve yeterli yiyecek olmayışından şikayete başladıkları haber alındı. Ne var ki padişahın çok sevdiği Hemdem Paşa “ileri gidilmemesi” yönündeki ordu mütalaasını arzetmenin bedelini kellesiyle ödedi.

Yavuz kararlıydı. Mızıldanmalara pabuç bırakacak biri olmadığını gösterdi.

Nihayet İran Azerbaycan’ında bulunan Urmiye Gölü ile Tebriz arasındaki Çaldıran ovasında savaş düzeni alındı (burası zannedildiği gibi bugünkü Van’ın Çaldıran ilçesi değildir).

2 Receb 920’yi gösteriyordu takvimler. Şah İsmail komutasındaki sağ cenahtan yapılan Kızılbaş hücumu Osmanlı’nın sol cenahını bozmuştu. Azep askerleri zamanında önünden çekilmeyince toplar bir türlü ateşlenememişti. Ancak Osmanlı’nın sağ cenahını emanet ettiği Hadım Sinan Paşa tam zamanında topları ateşleyerek bu defa Safevilerin sol cenahını bozmuş ve dengeyi sağlamıştı. Bundan sonra bozulan sağ cenaha yardıma koşan yeniçerilerin tüfek ateşleri ilerleyen Safevi kuvvetlerini durduracak ve Şah İsmail’in namağlup unvanına son veren hezimet başlayacaktı.

Yaralanan Şah İsmail savaş meydanından çekilirken attan düştü, canını bir adamının fedakârlığı sayesinde kurtardı. Haremi Taçlı Hanım esir alındı. Önce Tebriz’e, ardından da Dergüzin’e çekildi. Çaldıran’dan sonra 10 yıl daha yaşadı yaşamasına ama bir daha sefere çıkmaya tövbe etti, o saray senin, bu saray benim gezdi, eğlendi, sefahat âlemlerine daldı.

Şah İsmail’in büyüsünü Yavuz bozmuş, Osmanlı Devleti 400 yıl boyunca Ortadoğu’nun hamisi olmuştu. Yavuz’un Çaldıran’da kazandığı zafer İstanbul dahil Anadolu ve Balkanları sıcak bir tehlikeden kurtarmış ve tüfeğin neticesini belirlediği ilk savaş olarak tarihe geçmişti.

23 Ağustos 2015, Pazar

Bir cevap yazın