• Home
  • Genel
  • Murat Yetkin hangi yetkiyle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tarih bilgisini eleştiriyor?

Murat Yetkin hangi yetkiyle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tarih bilgisini eleştiriyor?

Gazeteci Murat Yetkin 13 Kasım 2017 tarihli Hürriyet’te çıkan “Ve Erdoğan Atatürk’ü övüyorsa” başlıklı yazısında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a 10 Kasım konuşması üzerinden Atatürk ayarı vermek istemiş ama kelimenin tam anlamıyla yüzüne gözüne bulaştırmış. Bir insanın bilmediğini bilmemesine ne sıfat verilir? Varın, siz karar verin.

Şimdi Murat Yetkin’in yazısındaki tarih hatalarına maddeler halinde bakalım:

  • Murat Yetkin bilgiçliğini sergileyecek ya, “Erdoğan bu arada Atatürk’ün CHP ile ilişkisinin 1938’de vefatından sonra kesildiğini çünkü (tarihçilerine bir daha kontrol ettirmesi gereken bir eksik bilgilendirmeyle) İsmet İnönü’nün hemen üzerinde kendi resmi olan banknotlar bastırdığını söylüyor” diyerek Cumhurbaşkanının yanıldığını belirtiyor. Tabii ki beşer başar. Ne var ki Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sözünde “tarihçilerine” kontrol ettireceği herhangi bir hata bulunmuyor, zira “hemen üzerinde kendi resmi olan banknotlar bastırdığı” ifadesi tam da gerçeği aksettiriyor. İsterseniz bu hususta tarafsız bir uzmanın, Türk Nümismatik Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Güçlü Kayral‘ın tanıklığına başvuralım. Hem de nereden? Bizzat İnönü Vakfı’nın internet sitesinden aynen aktarıyorum:

“1937 ve 1938 yıllarında yeni emisyonun 5, 10, 50 ve 100 liralıkları tedavüle verildikten sonra Atatürk’ün ölümü ve yerine İsmet İnönü’nün geçmesi üzerine 2. emisyona geçiş işi değişikliğe uğradı. 1939 senesinde tedavüle verilen 500 ve bin liralıkların planlanan miktarının bir kısmı aynı klişe ve renklerde olmasına rağmen Cumhurbaşkanı olarak İnönü’nün resimleri ile yeniden bastırılıp piyasaya verildi.

(http://www.ismetinonu.org.tr/index.php/tarihten/1846-batan-gemideki-inonu-paralari

Neymiş? 1937 ve 1938 yıllarında 2. emisyonun 5, 10, 50 ve 100 liralık ilk kağıt banknotlar piyasaya verilmiş, bir; Atatürk ölüp yerine İnönü geçince sırada basılmayı bekleyen 500 ve 1000 liralık banknotların bir kısmının baskısı yapılıyormuş, iki. Yeni Cumhurbaşkanı İnönü 1939 yılında hemen baskıyı durdurmuş ve kalan miktarın içinden Atatürk’ün resimleri çıkarılıp yerlerine İnönü’nün resimleri basılmış ve piyasaya böyle verilmiş, üç. Yahu bunda anlaşılmayacak ne var? Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın söyledikleri para koleksiyonerlerinin toplandığı Türk Nümismatik Derneği yönetim kurulu üyesi tarafından bile doğrulanmış ama Murat Yetkin gibi bir gazeteci hiç de yetkin olmayan acemice bir çıkış yaparak güya Cumhurbaşkanına “tarihçiler” üzerinden ayar vermeye kalkışmış.

  • Yazarımızın penceresi Oryantalist şablonlara fazlasıyla açık kalmış olmalı ki, gâzi kelimesinin “kutsal savaşta yara alanlar” için kullanıldığını beyan buyurmuş. Oysa gâzi, lugatte yaralanan değil, gaza eden, savaşan demektir. Nitekim Mustafa Kemal Paşa’ya gazi unvanı Yetkin’in zannettiği gibi “İstiklal Savaşında aldığı yara nedeniyle” değil, Sakarya Muharebesinin kazanılması üzerine verilmiştir. Zaten Mustafa Kemal de bu savaşta yaralanmamış, sadece attan düşerek bir (birilerinin Elon Musk’ın kulağına fısıldadığı gibi üç değil) kaburga kemiğini kırmıştır! Üstelik onun adı “kutsal savaş” değil, cihaddır. “Kutsal savaş” aslında “sacred war”ın tercümesidir. Dilimize yerleşmiş cihad gibi bizden bir terim varken “kutsal savaş”ı tercih etmek yazan kafanın bu topraklar üzerinde gezinmediğinin en bariz alameti.
  • Kemal isminin sınıfta ‘birden fazla Mustafa’nın bulunmasından dolayı öğretmeni tarafından verildiği doğru ama başarısı üzerine verildiği doğru değil. Gerçekte Kemal, sonradan Kemalist mitolojide Mustafa olarak efsaneleşen öğretmenin ismidir, ona kendi ismini sınıfta başka bir Mustafa ile karışmasın diye öğretmeni Kemal Bey vermiştir.
  • Gazeteci Murat Yetkin bir hata daha yaparak “1923’te Türkiye’nin sultanlıktan cumhuriyete geçişi” diyor ki, salgın halinde yayılan hatalardandır. 1) 1923 yılında Türkiye’de Sultanlık olmadığını bilmek için allame olmaya hacet yok. 2) Saltanatın 1 Kasım 1922’de, yani Cumhuriyetin ilanından 353 gün önce kaldırıldığını bilmeyene orta mektep diploması verilmediğini biliyordum ama gazetecilere bilmeme ve bilmediği halde ahkâm kesme yetkisinin verildiğinden ne yalan söyleyeyim haberim yoktu.
  • Hürriyet yazarı diyor ki: “Osmanlı hanedanı, o dönem pek çok ülkede görüldüğü üzere kanlı bir şekilde değil, Millet Meclisinin azli yoluyla devrildi.” Ona azil denilmez Murat Bey, TBMM tarafından çıkarılan kanunla saltanat lağv edildi denilir. Azil işlemi Sultan Abdülaziz ve Sultan Abdülhamid’e uygulanmıştır. Lakin Sultan Vahidüddin azledilmedi, saltanat kaldırılınca sadece Emirül Müminin unvanıyla baş başa kaldı. (Zaten bu yüzden “Padişah İngiliz gemisiyle kaçtı” demek hakikate aykırıdır. Zira Saltanat 1 Kasımda kaldırılmışsa 17 Kasımda yurt dışına giden Vahidüddin nasıl “Padişah” olabiliyor? Biri bana anlatsın bunu.
  • Murat Yetkin “Atatürk’ün talimatıyla Diyanet İşleri Başkanlığı (Genelkurmay Başkanlığı ile aynı 3 Mart günü) kuruldu” diyor. Elbette Atatürk’ün fikridir ama “Diyanet İşleri Başkanlığı kurula” diye yazılı veya sözlü bir “talimatı” olduğunu arşivler bize söylemiyor. Varsa belgesi göstersin.
  • Siz okumaktan yoruldunuz, ben yazmaktan ama Murat Yetkin’in kalemi hataya doymuyor. Son bir gafına dikkat çekip bırakalım, yoksa beni sabahlatacak bu yazı. Yazarımıza göre “1925’te ibadet yerleri ve özel mekânlar dışında, kamuya açık yerlerde dini kıyafet yasaklanmış.” Tamamen yanlış ve karıştırılmış bir bilgi bu. Oysa en basit bir ansiklopediye bakmış olsaydı 2 Eylül 1925’te çıkarılan kanunun, sadece din adamı dışındaki kişilerin cübbe ve sarık giymelerini yasakladığını görebilirdi. 1934 yılına kadar Müslüman olsun olmasın din adamları ibadet yerleri dışında dinî kıyafetlerini serbestçe giyinebiliyorlardı. Yetkin’in sözünü ettiği din adamlarının dini kıyafetlerini sadece ibadet yerlerinde giymelerine dair yasa 1925 yılında değil, ondan tam 9 yıl sonra, 1934’te çıktı.

Eskiden Atatürkçüler iyi kötü tarih bilir, bu birikime yaslanarak konuşup yazarlardı. Yine bilgileri ideolojilerinin sunağında kurban ederek çarpıtırlardı gerçi ama bilerek çarpıtırlardı. İçine girdiğimiz Post-Kemalizm döneminin en bariz vasfı ise tarih bilmemek ama öte yandan da fütursuzca ahkâm kesmektir. Biz de bu zevata “Önce bilin, sonra yazıp konuşun” dediğimiz ve cehaletlerini yüzlerine vurduğumuz, dahası bilmediklerini belgeleriyle ortaya çıkardığımız için 5816 sayılı kanunla mahkum ediliyoruz.

Neyse, cehaletimizle amiral gemisine seyahat bileti almaktansa bilgimizle 1 sene 3 ay hapse mahkûm olmak yeğdir.

Bir cevap yazın