Abdülaziz’in kanlı gömleği intiharı da kanıtlamaz mı?
Sultan Aziz intihar mı etti, yoksa öldürüldü mü? Yakın tarihimizin bu ‘kanlı’ olayının tarihçilerden çok sokaktaki adamı ve siyasîleri ilgilendirmesi ve meselenin olgusal cephesinin ıskalanması eski bir sözümü hatırlattı: Geçmiş geçmemiştir.
Zaman gazetesinin gerek 5 Mart 2005 tarihli “Sultan Abdülaziz’in öldürülmeden önceki son fotoğrafı”, gerekse 16 Şubat 2007 tarihli “İşte Abdülaziz’in kanlı gömleği” başlıklı haberlerinin gördüğü yaygın alaka bunun somut bir tezahürü bence. ‘Canım taa ne zaman olmuş bir olaydan bize ne?’ diyemedi okuyucu. Öyle ya, “geçmiş” hakikaten geçmiş olsaydı dedelerimizin dedelerinin zamanına ait bu ‘kanlı’ haber bizi neden bu denli ilgilendirsindi ki?
Ancak bu haberlere siyasiler ve kamuoyundan tepkiler yükselirken, tarihçilerimizin suskunluğu dikkat çekiyordu. Diyeceksiniz ki, haberde çeşitli tarihçilerin görüşlerine de başvurulmadı mı? Evet, Hasan Celal Güzel ve Aydın Menderes gibi siyasilerin yanında bazı tarihçilerin de görüşleri alınmıştı alınmasına. Lakin herhangi bir belge veya bilgi sundukları yoktu. Sadece hüküm veriyorlar ve akıl yürütüyorlardı. Mantık dersiyle tarihin çözüldüğü nerede görülmüş? Ağız birliği etmişcesine gömleğin katli “ispatladığı” söyleniyordu? Niye? Katledilince kan başka türlü mü akar? Kanlı gömleğin her iki iddia için de kanıt olabileceği nedense unutuluyor.
Hikâye derseniz, yığınla. Ama iş ciddi çalışmaya gelince yokuz.
Gerçekten de tarihin karanlık bir sayfası karşısındayız. Mesele iyice çalışılmadan, bütün belgeler süzgeçten geçirilip sağlam monografiler ortaya konulmadan önce kesin hükümlerden mümkün mertebe kaçınmak zorundayız. Hele tarihçiler.
Ne var ki, haberde ismi geçen tarihçilerden bir kısmının o kadar kesin hükümleri var ki, insan şaşmadan edemiyor. Sanki bu konuda daha önce ciltlerce eser yazmışlar da onlara dayanarak böylesine cüretkârca konuşabiliyorlar.
Değerli refikimiz Ahmet Turan Alkan ise habere yazdığı ve günümüze mesajı bakımından önemli bulduğum yorumunda Abdülaziz’in öldürüldüğünü açık bir şekilde dile getirmiş. Ancak kafamı karıştıran bir nokta var. Kendisi doktora tezi olan “İkinci Meşrutiyet Devrinde Ordu ve Siyaset” adlı kitabında Abdülaziz’in intihar ettiğini söylemektedir. O ifadeyi eserin son baskılarında düzeltmediğine ve bu konuda yeni bir bilimsel makale kaleme almadığına göre, bu görüş değişikliğini nasıl yorumlamamız gerekir bilemiyorum. Şöyle diyor Alkan: “Sultan Abdülaziz tahttan indirildikten 4 gün sonra hâlâ karanlıkta kalan bir intihar neticesinde vefat etti.” (Ufuk Kitap, İstanbul 2006, s. 26)
Anlayacağınız kafalarımız hâlâ fena halde karışık ve aslında böyle olması da gayet normal. Çünkü Abdülaziz’in cesedi, apar topar düzenlettirilen ve birbirinden komik olan üç doktor raporundan hemen sonra, kimsenin incelemesine izin verilmeden aynı gün yıkanmış ve defnedilmiştir. (Gazetede yayınlanan beyanatında Erhan Afyoncu’nun zannettiği gibi “günlerce karakolda bekletil”memiştir!) Daha da önemlisi, olayın delilleri henüz eldeyken, şahitleri henüz sağken ve hatıraları henüz tazeyken adlî bir kovuşturmaya gidilmemiş ve suçluların kim olduğu üzerinde durulmamış olmasıdır. Sonuçta “intihar” bile etmiş olsa eden şahıs bir hamal değil, Adriyatik’ten Hind Okyanusu’na uzanan bir imparatorluğun yöneticisidir. Otopsisi bir hastanede yapılmadan apar topar gömülmesi ve bazı ifadelerin baskıyla alınması, olayın üzerindeki şüphe bulutlarını kalınlaştırmıştır.
Sultan II. Abdülhamid dönemindeki Yıldız Mahkemesi ise ölümün sorumlularını ortaya çıkarmak için çok sayıda delil toplamışsa da, ölümün üzerinden geçen 5 yıl, birçok taşı yerinden oynattığı için geç kalınmış bir yargılama olarak adalet tarihine ancak sınırlı miktarda belge ve bilgi sunabilmiştir. Kaldı ki, orada da bazı sanıklara işkence uygulandığına ve ifadelerin değiştirtildiğine dair bilgilerimiz var.
Nitekim ‘Abdülaziz intihar mı etti yoksa öldürüldü mü?’ tartışmasına açıklık getirmek isteyen ve delilleri adamakıllı araştıran son Osmanlı vakanüvisi Abdurrahman Şeref Bey, şimdiki tarihçilerimiz kadar acele hüküm vermemiş ve bir tarihçiye yakışır bir şekilde şöyle noktalamıştır sözlerini: “İntihar mı, katl mi? Bu iki rivayetten hangisi doğrudur? Meseleyi etrafıyla tetkik ve münakaşa ederek kat’i bir hüküm vermek ne iyi olurdu; lâkin abd-i âciz her iki tarafa kanaat-i tamme (kesin kanaat) hasıl edemediğinden mesmuatımı (işittiklerimi) zikr ve irat ve bazı mütalaalar ilavesiyle iktifa edeceğim.”
Üstad İbnülemin Mahmud Kemal İnal da ortada kalmışlardan. Şöyle diyor olayın faili hakkında: “Sultan Abdülaziz katledilmiş ise katlettiren Hüseyin Avni Paşa’dır, intihar etmiş ise ettiren de odur.”
Ahmet Midhat Efendi’nin Osmanlılığından şüphe eden olabilir mi? Ama bakın 1885’te ilk cildi basılan “Üss-i İnkılab”ında her iki iddiayı da ele almakta ve “Hakan’ın intihar ettiğini” savunmaktadır. O devri yaşamasına rağmen mutedil bir dil tutturduğunu görmemek ve bunları, Abdülaziz’in öldürüldüğüne sonuna kadar inanan Abdülhamid’in iktidarında yazdığını unutmamak gerekir.
Onu bunu bırakın da tarihçiliğimizin yüz akı Cevdet Paşa’ya kulak verelim. Mahmud Nedim Paşa ve kabinesinin değişmesi için ayaklanan “suhteler”in, yani medrese öğrencilerinin 10 Nisan’da (zannedildiği gibi 10 Mayıs’ta değil) harekete geçtiklerini, 13 Nisan’da kabine değişikliğinin, 31 Mayıs’ta darbenin gerçekleştiğini anlatırken her iki görüşü de (intihar-katl) birlikte değerlendirir. Kanaati, öldürüldüğü yönündedir. Ancak söylediği bir söz var ki, düne olduğu kadar bugüne de ışık tutacak kuvvettedir. Cevdet Paşa’ya göre eğer Abdülaziz ölümü göze alarak kendisini tahttan indirmeye gelen darbecilere dirense ve meydan okusaydı askeri kendi yanına çekmesi ve darbeyi önlemesi mümkün olacaktı. Hani şimdilerde ‘Ankara’da tank vardı da üstüne çıkmadık mı?’ diyenler var ya! Onlara söylüyor. m.armagan@zaman.com.tr
25 Şubat 2007, Pazar
One Comment
malkocoglu
3 Şubat 2012 at 18:36LUTFEN ARKADASLAR OKUYALIM VE ULASTIRALIM 1876’da odasında iki bileği kesilmiş bulunan Sultan Abdülaziz’in kızı Nazime Sultan’ın babasının ölümünü gördüğü ortaya çıktı.
Gördüklerini
1940’da Beyrutlu yazar Adil Sulh’a anlatan Nazime Sultan, babasını iri yapılı 8
kişinin sarayda yakalayarak usturayla bileklerini kestiğini söylemiş.
Son
Halife Abdülmecid’in de babası olan Sultan Abdülaziz 30 Mayıs 1876’da tahttan
indirilmesinden 4 gün sonra gözaltında tutulduğu Ortaköy’deki Feriye Sarayı’nda
sakalını kesmek için bir makas istediği ve o makasla iki bileğini keserek
intihar ettiği iddia edilmişti. Ancak Sultan Abdülaziz’in ölüm raporlarında iki
bileğini kendisinin kesmiş olamayacağı ve dolayısıyla öldürüldüğü yazılmıştı.
Padişah’ın annesi Pertevniyal Sultan da oğlunun 3 kişi tarafından öldürüldüğünü
söyleyerek bu iddiaya destek vermişti. Sultan Abdülaziz’den 5 yıl sonra tahta çıkan yeğeni Sultan 2. Abdülhamit amcasının
karanlık ölümüne çok üzüldüğü için bu işte adı geçen tanzimatın önemli ismi eski
sadrazamlar Mithat Paşa, Hüseyin Avni Paşa, Mütercim Mehmed Rüşdi Paşa,
Abdülaziz’in tahttan indirilmesine fetva veren Şeyhülislam Hasan Hayrullah
Efendi ve bir çok askerle sivilin meşhur Yıldız Mahkemesi’nde yargılanarak
cezalandırılmasına sebep oldu. Ancak Sultan Abdülaziz’in sır ölümü bu yargılama
sonucunda da aydınlatılamadı.
BEYRUT’TA YAŞADI
Yedikıta
Kültür ve Tarih Dergisi bu ay piyasaya çıkan yeni sayısında tarihçi-yazar Ömer
Faruk Yılmaz’ın bulduğu ve Türk basınında ilk kez yayınlanan bir belgeyle sır
ölümün perde arkasını araladı. İddiaya göre Padişah Abdülaziz’in 3. eşi Hayran-ı
Dil Sultan’dan olan kızı Nazime Sultan bu cinayeti görmüş ve yaşadığı Beyrut’ta
bunu birine anlatmıştı. Babası öldürüldüğünde 10 yaşında olan Nazime Sultan,
1924’te saltanat sürgüne gönderildiğinde ise Beyrut’a yerleşti ve Damad Ali
Halid Paşa ile evlendi. 1947’ye kadar yaşayan Nazime Sultan Beyrut’un Cünye
kasabasında 80 yaşındayken vefat etti. Nazime Sultan bu çok tartışılan ölümü
1940’da yakın dostları olan yazar Adil Sulh Bey’e bir sohbet sırasında anlattı.
Adil Sulh’un oğlu Munah Sulh babasının ölümünden sonra babasının kütüphanesinde
bulduğu bu bilgileri tarihçi yazar Halid Ziyade ile yıllar sonra 1991’de El
Hayat Gazetesi’nde yayınladı ama bu bilgiler Türkiye’de kimseye ulaşmadı.
8 KİŞİ ÖLDÜRDÜ
Ömer Faruk Yılmaz’ın bu bilgilere ulaşarak
yazdığı makale Sultan Abdülaziz’in ölümünden 135 yıl sonra yeni bir kanıtı gün
yüzüne çıkardı. Babasının öldürülüşüne tanık olan Nazime Sultan gördüklerini
şöyle anlatmış,
“Bir gün babam sarayın salonlarından birinde oturuyordu.
Ben de hemen yanı başında idim. O zaman on yaşında idim. Birden yanımıza
pehlivan gibi sekiz adam girdi. Kuvvetli ve kötü niyetli oldukları belli
oluyordu. Babam onları görünce kötü niyetli olduklarını anladı. Kurtulmaya
çalışarak ayağa kalktı. Adamlar ilerlemeye başladılar. Bir taraftan da babamdan
gelecek bir mukavemete karşı ihtiyatla hareket ediyorlardı. Babam büyük cüsseli,
sağlam bünyeli ve güçlü pehlivanlardandı. Birkaç oyuna getirme teşebbüsünden
sonra babam adamlardan uzaklaşarak sarayın bir üst katına çıkaran seyyar
merdivenin olduğu yere ulaşmayı başardı. Ancak oraya varınca şaşırdı kaldı.
Çünkü merdiven yerinde yoktu. İhtiyat olsun diye komplocular onu kaldırmışlardı.
Sonra durdu ve yüksek bir sesle haykırdı: ‘Burada merdiven vardı. Kim aldı?’ Bu
soruyu tekrar tekrar sordu. Telaşla sarayın salonlarında dolaşmaya başladı.
Adamlar da arkasından onu takip ediyorlardı. Gördüğüm bu sahne beni korkuttu.
Kapılardan birinin örtüsünü kendime siper ederek olup biteni izlemeye başladım.
Nihayet adamlar babamın şiddetli mukavemetinden sonra onu bir köşede
sıkıştırarak ele geçirdiler. Sonra sırt üstü yere yatırdılar. İkisi sağ koluna,
ikisi sol koluna, ikisi sağ ayağına, ikisi sol ayağına oturdular. İçlerinden
biri bir ustura ile iki elinin atardamarlarını kesti. Çok kan kaybedinceye kadar
üzerinden inmediler. Babam bu hal üzere ruhunu teslim etti. Sonra onu
pencerelerden birinin perdesine sardılar. Girişte olan karakola götürdüler.
Mithat Paşa da orada idi. Babama karşı niyetlerinin kötü olduğu baştan belli
idi. Zira babam hal’ edildikten sonra münadileri mahallelere gönderip ‘Sultan
Abdülaziz öldü. Sultan Murad onun yerine geçti’ diye nida ettirdiler.”
SULTAN ABDÜLAZİZ
32. Osmanlı padişahı ve 111. İslam
halifesi olan Abdülaziz II. Mahmut ve Pertevniyal Sultan’ın çocuğu, Sultan
Abdülmecid’in kardeşidir. Sultan Abdülaziz 25 Haziran 1861 tarihinde kardeşinin
ölümü üzerine, 31 yaşındayken tahta geçti. 15 yıl tahtta kalan Sultan Abdülaziz,
Osmanlı donanması ve ordusunun modernizasyonu, Osmanlı Bankası’nın açılması,
sayıştay ve danıştay benzeri kurumlar ile itfaiye kurulması gibi önemli işlere
imza attı. Yavuz Sultan Selim’den sonra Mısır’ı ve Avrupa’yı ziyaret eden ilk ve
tek Osmanlı Padişahı olan Abdülaziz, 1867’de Napolyon’un daveti üzerine Paris’te
açılan bir sergiye katıldı ve İngiltere, Belçika, Almanya,
Avusturya-Macaristan’a giderek temaslarda bulundu. Bundan 4 yıl önce Topkapı
Sarayı Müzesi’nin deposunda annesi Pertevniyal Sultan’ın sakladığı Abdülaziz
öldürüldüğünde üstünde olan kanlı elbiseler ortaya çıkmıştı.