• Home
  • Genel
  • Abdülhamid’in deniz itfaiyesi vardı, bizim?

Abdülhamid’in deniz itfaiyesi vardı, bizim?

Feriye saraylarının  Galatasaray Üniversitesi’ne tahsis edilen bölümünde çıkan yangında bir gerçeği pek azımız görebildi. Yıl 2013 ve Türkiye’nin en ‘gelişmiş’ ve suyla çevrili şehrinde deniz itfaiyesi yokmuş. 129 yıl önce İstanbul’da bir deniz itfaiyesi bulunduğunu bilirsek belki bugünü daha sağlıklı bir terazide tartabiliriz.

22 Ocak günü tarihimizin ciğerleri bir kere daha dumanla doldu. Feriye saraylarının  Galatasaray Üniversitesi’ne tahsis edilen bölümünde çıkan yangın, 142 yıllık binanın büyük bir kısmını yaktı. Yanmayan kısımlar da sıkılan tonlarca tazyikli su yüzünden büyük ölçüde kullanılamaz hale geldi. Ve her zamanki tartışma yine başladı:

İtfaiye geç geldi, yok bize geç haber verildi; havadan uçakla neden müdahale edilmedi, yahu gece çalışacak uçaklarımız mı vardı….

İçimizi yakan gerçeğiyse pek azımız görebildi. Yıl 2013 ve Türkiye’nin her adım başında gökdelenler patlayan en ‘gelişmiş’ ve suyla çevrili şehrinde bir deniz itfaiyesi yokmuş. Olsaymış eğer, sahilden de müdahale edilebilirmiş…

İyi de sormazlar mı adama, gökdelenlere bal gibi izin verenler yangın gibi bu şehrin başına asırlardır musallat olan tehlikelerin babasına karşı önlem almakta neden geç kalmışlar? Uzmanları neden dinlememişler? Zira bir şehir sadece ‘yaparak’ değil, yapılmış olanları koruyarak da gelişir. Bunu idrak edemeyen bir şehre ‘şehir’, hele hele ‘büyük şehir’ denilebilir mi?

Bir zamanlar Beyoğlu’nun Taksim girişindeki maksemin çeşme yalağında tinercilerin yaktığı ateş mermerleri kapkara is içinde bırakıyor, dahası çatlatıyordu. Dayanamayıp Beyoğlu Belediyesi’ne haber vermiştim. Ne oldu biliyor musunuz? İtfaiyeyi gönderdiler, ateşin etkisiyle iyice kabarmış olan narin mermerlere tazyikli su sıktırarak çatlakları yıkıntıya çevirdiler. İnanmıyorsanız gidin bakın. Yakışıyor mu bize? Belki de yakışıyordur. Kim bilir.

129 yıl önce İstanbul’da bir deniz itfaiyesi bulunduğunu bilirsek belki bugünü daha sağlıklı bir terazide tartabiliriz diye düşündüm.

SZECHENYİ PAŞA’NIN ESERİ

Sultan Abdülaziz devrindeyiz. Beyoğlu’nda çıkan büyük yangın bir sürü ev ve işyerini küle çevirmiştir. Sigorta şirketleri yanan binaların parasını ödeyeceğim derken iflas noktasına gelmiştir; belediyeyi sıkıştırmaktadırlar. İstedikleri, köhne tulumbacılığın bırakılıp modern bir itfaiye teşkilatının kurulmasıdır.

İçişleri Bakanlığı Avrupa’da en modern itfaiye teşkilatının Macaristan’da bulunduğunu, en parlak yöneticilerinden birinin de Szechenyii adlı subay olduğunu tespit edip harekete geçer. Anlaşırlar. Szechenyi, Baroni adlı arkadaşıyla İstanbul’da modern itfaiyeciliğimizin kurucusu olmaya soyunur. 1874 yılında itfaiyemizi kuran Szechenyii, 1922’de ölene kadar tam 48 yıl kesintisiz görevi başında kalacak, öldüğünde İstanbul’a gömülmeyi vasiyet edecektir. Nereye mi gömüldü? Feriköy Latin Katolik Mezarlığı’na.


Modern itfaiyeciliğimizin kurucusu Szechenyi Paşa, yangın sönderme arabası ve itfaiyecileriyle birlikte.


Ancak isterseniz hemen öldürmeyelim onu, zira bize hayatını ve başarılarını anlatması lazım. İtfaiye kurulmuş kurulmasına ama yangınların önü alınamamış. Bir şeylerin aksadığını gören Abdülhamid, onca işin arasında yangınlara el koymak zorunda kalmış. Osmanlı kaynaklarında “Ziçini” adıyla geçen Szechenyi ile Albay Refet Paşa’yı huzuruna çağırmış ve aklına gelen tedbirleri dikte ettirmiştir.

1) Her mahallede 50 metrekareden az olmamak kaydıyla birer park ve içine bir havuz yaptırılacak 2) Ahşap evlerin arasına kâgir yangın duvarları çekilecek 3) Bacalar yanmayacak malzemeden yapılacak 4) Yangın söndürmek uzmanlık gerektirdiğinden itfaiyecilerin işine kimse karışmayacak ve 5) Avrupa’dan yeni makineler getirilerek eksikler tamamlanacaktır.

Velhasıl Sultan Abdülhamid yangınla mücadeleye kararlıdır. Szechenyi Bey’i “Paşa” yapar, yetkilerini artırır, hatta “ceyb-i hümayunu”ndan yani kendi kasasından ödemeler yaparak itfaiyeciliğimizin gelişmesi için sadece fikir değil, para da verir.

Böylece Macaristan’dan son sistem arabalı tulumba satın alınır tam 6 adet; Amerika’dan son teknoloji ürünü 2 adet tulumba katılır kafileye. Bu arada Şalom adlı bir mucit 1887’de yangınları şıp diye söndürecek özel bir sıvının tanıtımı için gelir. İcadı beğenilince ‘sanayi madalyası’yla ödüllendirilir. Bu defa Bauer adlı bir Viyanalı çıkagelir, yangınlara aman vermeyen özel bir sıvı geliştirmiştir. Feriköy’de denenir. Başarılı bulununca satın alınır. Suriçi, Beyoğlu ve Üsküdar’da itfaiye şubeleri kurulur vs.

Sizin anlayacağınız, Abdülhamid yangınlar önlensin diye var gücüyle çırpınmaktadır. Arşivde bulunan çok sayıda yazışma bu çabayı ayna gibi yansıtır.


II. Abdülhamid’in irade-i seniyyesi. Tarih: 13 Ağustos 1895. Sonunda şunlar yazılı: “İtfaiye taburlarının gereken alet ve edevatın tedarik edilmeyerek böyle noksan bırakılması, Allah korusun bir yangın vukuunda bu taburların vazifelerini yerine getirmelerine mani olacağından asla kabul edilemez. Bu sebeple hükümetçe bu konuya bir çare bulunması Padişahımızın emirleri gereğidir.” (V. Engin, Sultan Abdülhamid ve İstanbul’u, Simurg: 2001.)


DENİZ İTFAİYESİ

Yangınların birini söndürürken öbürü harlar. Kimi patlıcan tavasından, kimi kurum tutuşmasından. Bakar ki Szechenyi, alevler yalnız karadan söndürülemiyor, o zaman denizden müdahale imkânını düşünür ve Padişah’a bir deniz itfaiyesi kurulmasını teklif eder. Bundan sonrasını Kemalettin Kuzucu’dan takip edelim:

“II. Abdülhamid deniz itfaiyesinin kuruluşunda da Szechenyi Paşa’ya tam destek vermişti. Padişah bahriye (deniz) taburu için gerekli malzemenin Avrupa’dan getirilmesini istemiş, masraflarını da bizzat kendisini karşılamıştı. Deniz itfaiyesinde görev alacak personelin eğitimi için Hasköy’de ayrı bir kışla inşa edilmesi kararlaştırıldı. Tabur için gerekli malzeme tedarik edildi. Bahriye itfaiye taburu 1887’den itibaren tam teçhizatlı biçimde çalışmaya başladı.” (Türk Kültürü İncelemeleri Dergisi, 14, 2006, s. 41)

1900’lü yılların başında 5 bölük halinde örgütlenmiş bulunan deniz itfaiyemiz, sahil hattında meydana gelenler başta olmak üzere her türlü yangına başarıyla müdahale etmişti. Abdülhamid sık sık deniz itfaiyecilerini ödüllendirmiş, hatta komutanları Binbaşı Mehmed Ağa’yı başarılarından ötürü ferikliğe (korgeneralliğe) kadar yükseltmiştir.

Ne yazık ki, Ebüzziya Tevfik’in ‘itfaiyemizin teknik açıdan en yetkin ve en başarılı birliği’ dediği deniz itfaiyemiz, Abdülhamid’in yaptığı hemen her işin tersini yapmaya takmış İttihatçılar tarafından lağvedilmiş ve bir daha da kurulamamıştır (Kuzucu, agy, s. 42).

Burada dikkat edilmesi gereken nokta, yalnız Abdülhamid’in deniz itfaiyesi kurulması uğruna neler yaptığı değil, daha çok “bahriye nümune taburu” denilen deniz itfaiye teşkilatının bütün araç gereçlerinin masrafının padişahın kendi cebinden karşılandığıdır. Tıpkı ilk yaptırdığı denizaltıların parasını da kendi cebinden karşıladığı gibi…

1884 yılından bu yana 129 yıl geçti. Gerçek bütün çıplaklığıyla karşımızda: 129 yıl önce vardı deniz itfaiyemiz, bugün yok. Bu cümleyi şöyle de kurabilirdik: O gün Abdülhamid vardı başta, bu gün yok!

2 Comments

  • yasin çoban

    6 Şubat 2013 at 22:52

    Hocam yazılarınızı severek takip ediyorum. Sizin gibi araştırmacıların sayesinde gerçek tarihimizi gururla öğreniyoruz. Şairin dediği gibi gelenlerin siyasi çıkarı yüzünden ecdadımıza sövenlerden değiliz Binlerce Teşekkürler….

    Cevapla
  • Cahit Şeker

    18 Mart 2013 at 02:31

    Sayın hocam;
    Bir itfaiyeci olarak yazdığınız bu ilgi çekici yazının,Ülkemizde İtfaiye teşkilatının gelişmesine de inşallah katkıda bulunur.
    Çok teşekkür eder çalışmalarınızda başarılar dilerim.

    Cevapla

Bir cevap yazın