27 Nisan 1909 günü Yıldız Sarayı’nı basan bir güruh yükte hafif, pahada ağır ne bulursa almış, hatta Sultan Abdülhamid’in kara günler için devasa havuzun altına yaptırdığı gizli hazinenin kapısı kırılarak içine girilmiş ve orda bulunan servet birilerince iç edilmişti. “İlan-ı hürriyet”le yeni bir çağ açtıklarını, “İnkılab-ı azim” (büyük devrim) yaptıklarını iddia edenlerin bu yağmadan ne kadar para götürdükleri hiçbir zaman tam olarak belirlenemeyecekti.
Bizzat Teşkilat-ı Mahsusa’nın lider kadrosundan Albay Hüsamettin Ertürk hatıralarında “Fakat” der, “Bu (haram) servet onlara da yar olmadı. Parlayan ocak söndü, hepsi çil yavrusu gibi dağıldılar. Kimisi uzak diyarlarda Ermeni kurşunlarıyla, kimisi yurdun içinde karıştıkları İzmir suikastı mahkemesi sonunda darağacında can verdiler.”
Sözde binlerce insanın katili dedikleri “Kızıl Sultan”ın sarayındaki hazineleri yağmaya dalanların aklına, dedikodular ayyuka yükseldikten sonradır ki nihayet sayım yaptırıp envanter çıkartmak geldi ve bu göreve ünlü romancı Halit Ziya Uşaklıgil’in de içinde bulunduğu bir heyeti memur ettiler.
İşte o kan dökmekten zevk aldığı ve haremde bini aşkın cariyesiyle keyif çattığı söylenen Sultan’ın Selanik’e gönderilmesinden sonra sarayına girenlerin karşılaştığı şok veya öğrendikleri sır…
Halit Ziya anlatıyor. Çıtımızı çıkarmadan dinliyoruz:
“İlk şaşırmak ilk adımda başladı diyordum. Daire-i Hususiye [Sultanın özel dairesi] bu muydu? Bütün Abdülhamid siyasetinin mihveri [ekseni] şu basık tavanlı loş köşecikden ve onun, içi tıklım tıklım kâğıd desteleriyle dolu dolaplarından ibaret miydi?
Medhalden [girişten] sonra hemen ilk karanlık odada bir divan gösterdiler. Bu, Abdülhamid’in istirahat yeriydi. Belki de yatağı… Zaten Daire-i Hususiyede en basit şekilde bile bir yatak odası görmedik. Daire-i Hususiyeye bitişik ve oldukça güzel bir bina olan iki katlı dairede de hemen hiç eşya kalmamıştı. (…)
Daire-i hususiyede yazı odası denebilecek yerde cidden güzel yeni tarzda, bazan da pek kıymetli değişik [müteferrik] eşya vardı. Kalemlere varıncaya kadar tespit ve terkim edilmiş [rakamlandırılmış, yazılmış] olan bu eşyayı şöyle bir kuş bakışı görerek padişahın hususi hamamını, bir kenarda içinde yumurta yenmiş sahanı ile bir tepsi, gene onun hususi eğlence yerini teşkil eden marangozhaneyi gördükten sonra küçük mabeyin namiyle anılan daireye geçtik…”[1]
Sarayın içinde bulunmuş tanıklardan Paris Büyükelçisi Salih Münir [Çorlu] Paşa’nın kardeşi Münir Sirer ise Halit Ziya’nın gördüğü o yatağı bizim için tabir caizse biraz daha “zumluyor”. İçimizi cız ettiren o ses, şu kurşundan cümleyi fısıldıyor kabaran ruhlarımıza:
“Fakat tuhafı şu ki, Abdülhamid’in yattığı odadaki karyola, en âdi hastanelerde kullanılan cinsindendi.”[2]
Derin uykuyu öldüren hünkâr
Sarayda binlerce kadınla zevk, sefahat ve israf içinde yaşadığı zannedilen Sultan Abdülhamid’in hayal ettikleri zevk odasını bir türlü bulamayan acar ve meraklı heyet şaşırmış ve sonunda buldukları yatağın da en adi hastanelerde kullanılan cinsten karyolalardan biri olduğunu görünce kelimenin tam anlamıyla şoke olmuştu.
Bazı yayınlarda “Abdülhamid’in yatak odası” diye geçen odada Sultan gerçekte hiç yatmamış, ikinci yatak odasında yatağını gayet rahatsız denilecek şekilde ve adeta rahat bir uyku uyumamak üzere tasarlatmış, üçüncü odaya ise Halit Ziya’nın tanık olduğu üzere portatif, yani açılıp kapanan bir yatak koydurmuştu. Gerekçesini de “Asker böyle yatıyor, ben de yatayım” şeklinde açıklamış, hatta doktoru Nazif Paşa’ya bu yatakta çok rahat ettiğini söylemişti.[3]
Bunlara haremde gördüğü manzara karşısında şoke olan bir şahit daha ekliyoruz ki, yazan şahıs azılı İttihatçılardan Hüseyin Cahit Yalçın’dır. Onu dinliyoruz şimdi de:
“31 Mart isyanından sonra bir gün Sadrazam Hüseyin Hilmi Paşa, Yıldız Sarayını gezmeğe gideceğini söyleyerek beni ve Cavit’i de yanına aldı. Yıldız Sarayını tanımak benim için pek meraklı bir hâdise teşkil ederdi. Yıldız Sarayı Hareket Ordusunun işgali ve muhafazası altında bulunuyordu. Biz Yıldız’ı Abdülhamid’in alınıp götürülmesinden on gün sonra gezecektik. Sarayda en çok Abdülhamid’in hususi dairesini görmek emelinde idim. ‘Hiçbir gece hangi odada yattığı belli olmaz’ diye ağızlarda bir hikâye dolaşırdı.
(…) Bir hükümdar yatak odasına benzeyen hiçbir odaya tesadüf etmedim. Hatta o gün Abdülhamid’in hangi odada yattığını kestiremedik.
Nihayet ‘Abdülhamid’in yatak odası’ denilen büyükçe salona girdik. Burada Hereke kumaşlarından yapılmış bir yatak vardı. Bunun başucu duvara dayanmış, ayakucuna birçok yastıklar atılmıştı. Abdülhamid rahat ve derin bir uykuya dalmamak için ayaklarının uzanmasına mani olmak üzere, bu yastıkları ayak ucuna doldururmuş.
(…) Güzel bir merdivenle küçük mabeyin dairesinin üst katına çıktık. Burada yine bir yatak odası vardı.
Üç dört yerde gördüğümüz bu yatak odalarının hangisinin Abdülhamid’e ait olduğunu –yukarıda da söylediğim gibi- kimse temin edemiyordu.
Bir rivayete göre Abdülhamit, taşıması kolay seyahat karyolalarından birini rastgele bir tarafa kurdurarak birkaç saat için orada vakit geçirirmiş. Bunlar birer masaldan ibaret olacak zannederim.”[4]
Rahat ve derin bir uykuya dalmamak için hastanelerde görülebilecek en adi cinsten bir portatif karyolada, hem de ayak uçuna yastıkları doldurarak ayaklarını uzatmadan yatmayı nefsine kabul ettirmiş bir insanın niye büyük olduğunu açıklamaya hacet var mı?
Hadise budur sevgili dostlar.
“Sultan Abdülhamid’in büyüklüğü nerede yatıyor?” diye soranlara, başka bir şeyi değil, o yumurta sahanı ile adi hastane karyolasını, bir de ayak ucuna doldurduğu yastıkları gösteriyorum artık.
En adi hastanelerde kullanılan cinsten demir bir karyolada[5] yatmış olması, Sultan Abdülhamid’in hayatıyla ördüğü muamma zincirine yeni bir halka eklemekte ve bizi, kendisini daha derinden ve içeriden tanımaya kışkırtmaktadır.
———————————-
[1] Halid Ziya Uşaklıgil, Saray ve Ötesi: Son Hatıralar, İstanbul, 1965, İnkılâp ve Aka Kitabevleri, s. 91-92. (Altını ben çizdim. M. A.) Ayrıca bkz. Uşaklıgil’in sözlerini ufak tefek farklarla kaynak belirtmeden aktaran: Haluk Y. Şehsuvaroğlu, “Abdülhamid’in Yıldız’daki Hususi Dairesi ve oradaki yaşayış tarzı”, Resimli Tarih Mecmuası, Sayı: 22, Ekim 1951, s. 1009. Halit Ziya aynı sahneleri hatıratının başka bir yerinde biraz daha soğukça bir üslupla şöyle aktarmayı tercih etmiştir:
“Hususî dairede en şayan-ı dikkat [eşya,] hemen giriş yerine yakın bir yerde [bulunan] bir divan idi ki, Abdülhamid’in tercihan burada yatıp uyuduğu rivayet olunurdu ve uykusu gelinceye kadar da yanı başında biri, ekseriyet üzere esvapçıbaşı İsmet Bey, Babıâli kitapçıları marifetiyle hususî surette tercüme ettirilen sergüzeşt hikâyeleri okur ve böyle şeylere pek merak saran hünkâr, bu ninnilerle bir müddet uyur, sonra sarayın şurasında, burasında yer değiştirirdi.” Bkz. Uşaklıgil, Saray ve Ötesi, s. 310-311.
[2] Münir Sirer, “Sultan İkinci Abdülhamid’in hal’inden sonra Yıldız’da tespit edilen servet”, Resimli Tarih Mecmuası, Sayı: 71, Kasım 1955, s. 4182-4185.
[3] Halûk Y. Şehsuvaroğlu, “İkinci Abdülhamit’in yatak odası”, Resimli Yirminci Asır, Sayı: 67, 19 Kasım 1953, s. 16 ve 32.
[4] İttihatçı dedim ya. İnanmayışı normal. Bkz. Hüseyin Cahit Yalçın, Yedigün, 17 Haziran 1936’dan naklen: Yakın Tarihimiz, IV, 1963, s. 379-380.
[5]Halûk Y. Şehsuvaroğlu, “Sultan İkinci Abdülhamit-V”, Resimli Tarih Mecmuası, Sayı: 65, Mayıs 1955, s. 3854.
01.06.2022, muzakerat.com