Amerika, Ermenileri 120 yıl önce de destekliyordu
Ermeni tasarısının komisyondan geçerek Temsilciler Meclisi’ne gelecek olması Türkiye-ABD ilişkilerini yeniden gerdi.
Büyükelçi Namık Tan geri çağrıldı. Restleşme sürecek gibi. Ancak ABD’nin bu ilk Ermeni çıkışı değil. Bundan yaklaşık 120 yıl önce de benzer bir kriz yaşanmıştı.
Osmanlı topraklarında faaliyet gösteren Amerikalı kadın misyonerlerden Mary Mills Partrick, “Son Sultanların İstanbul’unda” adıyla Dergâh Yayınları’nca basılan hatıralarında Abdülhamid’in tahta çıkış töreniyle ilgili bir ayrıntıya dikkat çeker. Patrick’e göre ABD elçisi H. Maynard, 1876’daki bu törende diğer büyükelçilerin bulunduğu platformdan “epeyce aşağıda” oturtulmuştur.
İlk bakışta şaşırdınız ve belki de aklınıza hemen David Ayalon’un Tel Aviv Büyükelçimiz Oğuz Çelikkol’un elini sıkmaması ve alçak bir koltuğa oturtması krizi geldi. Ancak tarih her zaman göründüğünden daha karmaşıktır. ABD elçisinin diğerlerinden alçak bir yere oturtulmasının sebebi şudur:
Biz o tarihlerde henüz ABD’yi ‘büyük devlet’ olarak tanımamış, 1906 ortalarına kadar da ABD’nin ülkemizde ancak Orta Elçilik düzeyinde temsil edilmesine izin vermiştik. ABD normal devletlikten büyük devletliğe terfi etmek istiyor, fakat biz büyük devlet olduğumuzdan Abdülhamid başına yeni bir iş almamak için ABD’ye büyükelçilik açma iznini vermiyordu.
Gelin görün ki, direnmesini haklı gösterecek yanlar da az değildi. Misyonerler hem Amerikan kamuoyunu Ermeni sorununa duyarlı hale getiriyor, hem de Osmanlı ülkesindeki Ermenilerin bilinçlendirilmesine çalışıyorlardı. O kadar ki, Gaziantep’teki Ermeniler ibadet dili olarak Türkçeyi kullanırlarken, bilinçlendirme faaliyetleri sonucunda Ermeniceye dönmüşlerdi.
Abdülhamid, Batılı güçlerin Ermeni meselesindeki samimiyetten uzak görüşlerini iradeler halinde ifade etmiş ve devlet yetkililerini uyarmıştı. İşte bu uyarılardan biri:
“Bir süreden beri müstakbel Ermenistan’ın sınırları çizilmek isteniyor. Oysa Ermenilerin oturdukları yer, Müslümanların çoğunlukta olduğu bölgedir. Buraya Ermenistan denilecek hiçbir işaret yoktur. Burada istenen, ıslahat adı altında bir Ermeni devletinin kurulmasıdır. Bu kesinlikle mümkün değildir. Maliyenin ıslahı, askeri tensikat ve donanımın ikmali, deniz kuvvetlerinin üstün seviyeye çıkarılması, herkesin gayretiyle kısa zamanda 1 milyonluk bir orduya kavuşularak devletin durumunun yükseltileceği padişah tarafından ferman buyurulmuştur.” (Başbakanlık Osmanlı Arşivi, YEE 31.1727/2, Z 158, K 86.)
6 Ocak 1893’te Ankara çevresinde toplanan Ermeni isyancılar kilise, okul, kamu binası demeden Sultan’a ayaklanma çağrısı içeren bildiriler astılar. Ardından Merzifon ve Amasya’da ayaklananlara güvenlik güçleri müdahale etti. Olayların iki kışkırtıcısı tutuklandı. Bunlar Merzifon Amerikan Koleji’nde öğretmenlik yapan Ermenilerdi. O öfkeyle kolej binası da tahrip edildi. Olaylar Anadolu sathına yayıldı ve aralarında ABD uyruğuna geçmiş Ermenilerin de bulunduğu 500 kişi tutuklandı. Osmanlı Devleti’ne göre bina, halkı isyana teşvik için üs, hatta silah ve cephane deposu olarak kullanılmıştı.
Tabii Amerika tepki göstermekte gecikmedi. Dışişleri Bakanı Gresham, İstanbul’daki elçisine okulun tamir edilmesi ve tazminat ödenmesi için harekete geçmesini bildirdi. Hasar 500 lirayı buluyordu. Osmanlı Dışişleri Bakanı hasarı ödemeyi kabul ediyor ancak tazminat vermeye yanaşmıyordu. ABD ise hem tazminatta, hem de suçluların cezalandırılmasında ısrarlıydı.
Osmanlı Devleti 500 lirayı ödedi, kışkırtıcılık yapan iki öğretmen de padişah tarafından affedildi. Ortam biraz yumuşamıştı. Ancak Osmanlı Devleti Amerikan misyonerlerinin faaliyetinden duyduğu rahatsızlığı resmen dile getirdi ve önlem alınmasını istedi. “Misyonerlerin yıkıcı faaliyetleri ve Ermenilerin ABD vatandaşlığına geçerek ülkede karışıklık çıkarmaları engellenmeliydi.” Washington elçimiz Mavroyeni Bey, Dışişleri Bakanlığına bir nota verdi ve artık başka bir ülkenin vatandaşlığına geçen Ermenilerin topraklarımıza girmelerine izin verilmeyeceğini bildirdi. Hatta bu gibilerin ABD vatandaşlığına geçirilmesinin Monroe Doktrini’ne aykırı olduğunu belirtti. Gresham doktrine aykırı bir yan bulunmadığını söylese de Mavroyeni ısrar ediyordu. Monroe Doktrini başka ülkelerin iç işlene karışmamak anlamına gelmiyor muydu? ABD kendi doktrinini çiğniyordu karışıklık çıkarmak isteyen Ermenileri destekleyerek.
İtalyan kökenli bir diplomat olan Mavroyeni Bey’e göre Osmanlı Devleti’nin hiçbir din ve ırka düşmanlığı yoktur. Dolayısıyla ırk ayrımına dayanan bir Ermeni sorunu da yoktur. Amaç, bölücü faaliyetleri önlemekten ibarettir.
Notalar savaşından Osmanlı diplomasisinin galip çıktığını söyleyen Prof. Çağrı Erhan, “Türk-Amerikan İlişkilerinin Tarihsel Kökenleri” adlı çalışmasında şu bilgiyi de aktarır: Ekim 1893’te ABD Dışişleri Bakanı Gresham, Elçi Terrell’a yeni bir talimat yollamış ve Osmanlı Devleti’yle aralarında bir anlaşma yapılmadığı için Babıali’nin ABD vatandaşlığına geçen Ermenileri ülkesinden çıkarmak veya kabul etmemek hakkının bulunduğunu bildirmiştir.
Dahası, bazı Ermenilerin New York’taki kamplarda silahla eğitildiklerini öğrenmiş olan Mavroyeni Bey, kampların kapatılmasını istemiş fakat gariptir, kendisine bu yetkinin eyalet yönetiminde olduğu söylenmiştir. Buna karşılık Babıali, ABD tabiyetine geçen Ermenileri tutuklamaya başlamış, bu yeni bir krizin patlamasına sebebiyet vermiş, ABD’nin bölgeye savaş gemileri göndereceği tehdidi üzerine Abdülhamid, elçi Terrell’ı sarayına davet ederek Ekim 2009’da “Aksiyon” dergisinde özeti yayınlanan konuşmayı yapmıştır.
Bunları okuduktan sonra Abdülhamid’in Doğu Anadolu’da Ermeni devletine doğru gidişi destekleyen Berlin Kongresi’nin 61. maddesini ‘ölürüm de uygulatmam’ demesi ve bu yüzden “Kızıl Sultan” ilan edilişi üzerinde yeniden düşünmek gerekmez mi? m.armagan@zaman.com.tr
14 Mart 2010, Pazar