Ankara’nın adı “Atatürkkent” olacakmış!
Bir süre önce Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün özel uçağıyla Bitlis’ten Ahlat’a uzanan Doğu’ya açılım gezisine katılmıştım.
Sayın Gül, Bediüzzaman’ın da eğitim gördüğü medreseleriyle ünlü ilçeye “Güroymak” değil de “Norşin” deyince halktan nasıl büyük bir coşku ve sıcaklık tüttüğünü görmemek mümkün değildi.
Tabii bu açılımdan rahatsız olanlar da vardı. Vay efendim sıra İstanbul’a “Konstantinopolis” demeye gelmiştir filan. Şimdi de, demokrat duruşuyla takdir ettiğimiz emekli Org. Hilmi Özkök, Fikret Bila’ya diyesiymiş ki: “İzmir’e “Smyrna” mı diyelim?” (Milliyet, 18 Ağustos 2009). Ben de ekleyeyim izninizle: Manisa’ya Mağnezya, Bursa’ya Prussa, Edirne’ye Hadrianapolis, Şanlıurfa’ya da Edessa mı diyelim?
Bir kere sorarlar insana: Ne alakası var?
Norşin, yüzlerce yıldır orada; Güroymak ise 20 yıl önce masa başındaki bir işgüzarın koyduğu alelade bir isim. Peki neden Güroymak da Altınpınar veya Gökçekoru değil? Pekala onlar da konulabilirdi. Nitekim binlerce yıllık Harran’a da Altınbaşak dememişler miydi? İkincisi, bir zorunluluk mu var? Örfe, ahlaka aykırı yer isimleri icap ettikçe değiştiriliyor ama Norşin ve benzeri isimlerden niye rahatsızsınız? Üçüncüsü, Osmanlı padişahları ta Vahdettin’e kadar paraların üzerine “duribe fi Kostantiniyye”, yani “Kostantiniyye’de basıldı” diye yazmakta beis görmemişlerdi. Bundan asla rahatsızlık duymamışlardı. Bizim de duymamıza gerek yok.
Smyrna’ya gelince, bugün aklı başında kimsenin böyle bir talebi yok, olan küçük bir azınlığın da derdi, zaten tam tersine, Selçuk’u Efes yapmak, Türkçe veya Türkçeleşmiş isimleri Yunanca veya diğer Anadolu medeniyetlerindeki orijinallerine çevirmek. Bir başka deyişle “Smyrna” eleştirisinin muhatabı hükümet değil, başkaları.
(Öte yandan ‘Kürt açılımı’nın bir ayağının kültüre basması ve sorularla yüzleşmesi kaçınılmazdır: Ahmed-i Hani günün birinde Homeros kadar olsun ders kitaplarına girecek midir? Seçmeli de olsa okullarda Kürt tarihi ve edebiyatı okutulacak mıdır? Yoksa Diyanet’in İslâm Ansiklopedisi’nde “Kürd” maddesinin atlandığı gibi her nasılsa unutulacak mıdır?)
Velhasıl Türkiye’deki yer isimlerinin değiştirilmesi işi tam bir faciadır. Masa başına oturan birileri, “emir demiri keser” hesabı alıyorlar önlerine köy, belde, ilçe isimlerinin listelerini, başlıyorlar değiştirmeye. Amaç ne? Anadolu’daki yanlış(!) yer isimlerini düzeltmek. Peki düzelten bir dil uzmanı mı? Etnograf mı? Tarihçi mi? Hiçbiri değil. Asker veya sivil kökenli bürokratların orada yaşayan halkın hafızası üzerinde oynadıkları bu yaz-boz oyunu yüzünden Türkiye’nin bazen binlerce yıla uzanan yer isimleri, birtakım ne idüğü belirsiz kelimelere teslim olmuş durumda. Halk tedirgin, tarihçiler çaresiz.
Bazıları sanıyorlar ki, yer adları sadece Türkçeleştiriliyor. Hayır, daha kötüsü, Türkçe isimler de yabancı zannedilerek Öztürkçeleştiriliyor!
Prof. Mehmet Eröz 1984’te verdiği bir tebliğle yapılan hataları ortaya koymuştu. Allah aşkına, Sivas’taki Türkyenice köyünün adını Akoluk yapanın Türkçülük yaptığından söz edebilir misiniz? Ya Tokat’taki Türkderbendi’ni Eskiderbent yapana ne demeli? Çorum’daki Kadılıtürk’ü Kadılı yapan kişi ne kadar “Türk” olabilir? Ağrı ve Kars’ta Harezm’deki Hive şehrinden gelenlerin kurduğu dört Hive-Hiva köyünün adları Bahçeköy, Derindere, Erdal, Sürügiden yapılmış.
Listeyi uzatmaya gerek yok. Özellikle 1980’den sonra yalnız Ermenice, Kürtçe, Süryanice vs. değil, aynı zamanda yüzlerce Türkçe isim de haritamızdan silinmiş oldu.
Atatürk devrinde yer isimleri, Dersim’in Tunceli yapılmasında olduğu gibi gerekmedikçe değiştirilmemiş. Üstelik hemen her ilde bir okula, stadyuma, caddeye vs. verilen Atatürk adının hiçbir ile verilmemiş olması nereden baksanız ilginçtir. Kemaliye, Gazipaşa ve Mustafakemalpaşa gibi ilçelerde ismi var. Ancak bir ile onun adının verilmesi hiç mi akla gelmemiştir?
Cumhuriyet Arşivi’nde yaptığım bir araştırmada karşıma ilginç bir dosya çıktı. 1930’lu yıllarda CHP Genel Sekreterliği’ne, Atatürk ve İnönü’nün adlarının birer ile verilmesi için çeşitli başvurular olmuş. Mesela bir belgeye göre Muğla Ortaokulu 5. sınıf talebeleri Atatürk ve İnönü’nün adlarının kentlerine verilmesi ve İzmir’in “Atatürk şehri” diye adlandırılması için “yalvarıyorlar”mış.
16 Ocak 1936 tarihli bir dilekçede emekli Kurmay Yarbay Ş. Öztürk, Ankara’yı ziyaret ettikten sonra eski Ankara ile bir alakasının kalmadığı kanaatine varmış. Ona göre burası artık yeni bir şehir olmuştur ve adı “Atatürkkent” diye değiştirilmelidir.
Tarım Bakanlığı mütercimlerinden Raif Nezih ise (“İzmir Tarihi” adlı bir eseri olduğunu belirtiyor) Ankara Belediyesi’ne yazdığı 15 Ekim 1934 tarihli uzun ve esaslı dilekçede Ankara’nın adının “Gazi Mustafa Kemal” olarak değiştirilmesini teklif etmektedir. Raif Nezih, ABD’de Washington, Rusya’da Leningrad, İtalya’da Roma gibi ünlü insanların adlarını taşıyan şehirleri misal göstererek Ankara’nın da Atatürk’ün adını taşıması gerektiği sonucuna varıyor.
16 Eylül 1933 tarihli bir dilekçe var elimizde. İzmir’den A. Fürüzan adlı şahıs, Ankara’ya daha orijinal bir isim bulmuştur: Gaziyuva. Hatta bu ismin bir oldu bittiye getirilerek 10. yıl kutlamalarına yetiştirilmesi için taktikler dahi geliştirmiştir. Buna göre 29 Ekim sabahı erkenden kalkan işçiler Ankara istasyonuna gidecek ve ismini Gaziyuva’ya çevirecekler, trenlerde o sabahtan itibaren önce çift isimli, sonra artık sadece Gaziyuva ismini taşıyan tabelalar asılacaktır. A. Fürüzan “Hatta elimde olsa Türkiye’nin adını da Gaziyuva koyardım” bile demektedir.
Anlaşılan Atatürk’ün adını bir ile, özellikle de Ankara veya İzmir’e konulmasını teklif edenler olmuş. (Nedense İstanbul’a teklif edenine rastlamadım.) Buna rağmen CHP de, Atatürk de anlaşılan teklifleri ciddiye almamış, belki de gülüp geçmişlerdi.
Asıl yer isimlerinin tarumar edilmesi, 1940’larda, yani İnönü iktidarında başlayacaktır. m.armagan@zaman.com.tr
23 Ağustos 2009, Pazar