“Avrasya’da dolaşan hayalet”
Eskiden olsa dünyada böyle düşünemezdim. Öyle yeşil komünizmmiş, İslam sosyalizmiymiş; Allah korusun! Hele Lenin’in “yoldaşı” olsun da benden selamın s’sini alsın, olacak şey değildi!
Şimdi görüşlerimde mi bir değişim oldu? Saf mı değiştirdim yoksa? Ne saf değiştirdim, ne de sosyalizmin İslam’la temelde örtüşemeyeceğine ilişkin kanaatim farklı. Değişen tek şey, baktığım açının genişlemiş olması.
Şu Lenin’in yoldaşı’ndan söz etmiştik. Kimdi Attilâ İlhan’ın deyişiyle bu “Avrasya’da dolaşan hayalet”?
Önce kendi sözlerini okuyalım beraberce: “Rusya artık devrim yolunda ileri gidemez… Gelişmesini Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği formülü altında devam ettirmekte olan eski Rusya, çok fazla süremez. Sovyet Rusya geçici bir geçiş olgusudur…” Bu sözler daha 1923’te söylenmiştir. Dünya Sosyalist Devrimi için yola çıkan Sovyetler’in kısa zamanda bir bürokratik totalitarizme saplanacağını fark eden bu kişi, Sultan Galiyev’den başkası değildir.
Kimdir Sultan Galiyev?
1882’de Başkırdistan’ın bir köyünde dünyaya gelir. Kazan’daki Tatar Pedagoji Enstitüsü’nü bitirir. Ufa’da Azerbaycanlı Mehmet Emin Resulzade ile tanışır. Sosyalizme meyleder. 1917 Devrimi’ni müteakip Moskova’da toplanan Bütün Rusya Müslümanları Kongresi’ne çağrılır ve genel sekreterliğe seçilir. Kazan’da örgütlenen Müslüman Sosyalistler Komitesi’ne girer ve Molla Nur Vahidof’la beraber çalışır. Sovyetler içerisinde bir Türk ve Müslüman Devletler Birliği kurmak için uğraşır. Müslüman Kızılordu’yu örgütler. Bu çalışmalarıyla gerek Lenin’i, gerekse Troçki’yi etkiler. 1920’de Bakü’de toplanan Doğu Halkları Kurultayı’nın arkasındaki isim, odur. Doğu halklarını emperyalizme karşı ayaklanmaya çağıran bu kurultayın hemen ardından Galiyef, Moskova’da kendisi için pasif bir görev sayılan Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi rektörlüğüne getirilir. Bu arada Lenin hastalanır ve Galiyef, yerine geçen eski “yoldaşı” Stalin tarafından 76 yoldaşı ile birlikte karşı devrimle suçlanarak tutuklanır. Filmin bundan sonrası şimdiye kadar kopuktu. Yeni açılan arşivlerden çıkan mahkeme zabıtları da nasıl öldüğü veya öldürüldüğü konusunda fazla bir şey söylememektedir.
Bu ansiklopedik bilgilerden sonra Attilâ İlhan’a kulak verelim:
“… (Türkiye’de) sağcılar onu solcu diye bir köşede bırakmışlar; solcular ise sağcı diye! Malum ya, Rusya Türkleri arasında, Bolşevik Partisi’ne üye oluşu, liberal demokrat Müslümanlarla (Sadri Maksudi vs.), Cedit Hareketi’nin ileri gelenleriyle bu sıfatla mücadele edip, uzun süre Milliyetler Komiserliği’nde Stalin’le birlikte çalışışı onu Bolşeviğin önde gideni saymaya yeter; öte yandan Rusya Türklerinin hakları için savaşmış, bu yüzden Stalin’le uyuşmazlığa düşüp bu uyuşmazlığı hayatıyla ödemiş olması da sağcılığına kanıt sayılabilir. Oysa ne yanından bakılırsa bakılsın, ilginç bir adam bu Sultan Galiyef! O dönem için ileri sürdüğü fikirlerin değişikliğiyle ilginç, Rusya Türkleri arasındaki büyük etkisiyle ilginç, mücadele gücünün yüksekliğiyle ilginç, nihayet Türkiye Türklerinin kaderine karışan bazı eylemleri ve çabalarıyla ilginç.”
1990 yılında SSCB Yüksek Mahkemesi, aldığı bir kararla Sultan Galiyef’i tarih önünde aklamıştır aklamasına ya, hakkındaki tartışmalar sürüp gitmektedir. Özellikle Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra Galiyef düşünceleriyle yeniden gündeme gelir.
Türkiye’de bir ara Kadrocular savunur bazı fikirlerini. Sol büsbütün suskun kalır; sağ cesaretsiz ve kararsızdır onu savunup savunmamak konusunda. İslamcıların ise Orta Asya kolları kesiktir; bu yüzden ciddiye bile almazlar onu. Biraz Kemal Tahir, biraz da Doğan Avcıoğlu, onun Avrupa—Asya çatışması tezini gündeme getirirler, o kadar. Son yıllarda Attilâ İlhan, onun görüşlerini Mustafa Kemal’inkilerle kaynaştırmak için yoğun bir gayret içindedir.
Bir dava adamı olarak ölümü göze alarak mücadele eden şahsiyetler —görüşleri ne olursa olsun—, artık eskisinden daha çok cezbediyor beni. Bundan 80 küsur yıl önce dünyaya bir “Avrasya alternatifi” sunmuş ve bu uğurda Stalin’le bile çatışmayı göze almış olan Galiyef, bir rivayete göre, ölmeden önce son sözünü soran kişiye, “Son söz mü? Son söze henüz ulaşamadık ki!” demiştir.
Galiyef, çevresinde dönen alçaklık ve hilekârlıklar girdabında, son sözü söylemeyi, ömrünü kurtarmaya vakfettiği Doğulu mazlum halklara bırakmıştır. Bir Avrasya baharında dirilmek üzere bu son söz, toprağa düşmüştür bir kere…
One Comment
ömer Tuğrul Özen
21 Temmuz 2013 at 22:17Hah! Şunu bileydin…