Masamda bir dergi. İsmi: Yeni İstiklâl (şapkalı a ile). Tarih 24 Ekim 1962.
İlk sayfanın sağ alt köşesinde iki kibrit kutusu büyüklüğünde bir fotoğraf. Fotoğrafta bir başka tutukluya kelepçelenmiş bir sivil görünüyor. (Bu fotoğrafın şöyle bir faydası olmuş: yayını üzerine İçişleri Bakanı Hıfzı Oğuz Bekata gazetecilere kelepçe vurulmasını yasaklamış.)
Apak yüzlü bu sivilin suçu şu başlıkla bir yazı yazmakmış:
“Zulümlerin en şenii ve alçakçası kanunların gölgesi altında yapılandır.”
Fikir suçundan yargılanıyor yani. Ve sırf bu yazıyı yazdığı için haftalardır Sultanahmet Cezaevi’nde yatmaktaymış.
Yakınlarda otel yapılan bu cezaevinden yine o tarihte Sultanahmet Meydanı’nda olup şimdi yerinde yeller esen Adliye’de çekilmiş elemli fotoğrafa bakınca yumruk tıkanıyor insanın boğazına.
İşte o sivil şahıs, bu yazıyı kaleme aldığım günden tam 4 yıl önce rahmet-i Rahman’a uğurladığımız Mehmed Şevket Eygi’dir (‘Mehmet’ yazılmasına kızardı).
O, önümüzdeki “büyük nesil”dendi; “öncü nesil”den daha doğrusu.
Necip Fazıl, Osman Yüksel, Şule Yüksel, Kadir Mısıroğlu, Sezai Karakoç, Nurettin Topçu, Tahsin Demiray, Ahmet Kabaklı, Cevat Rifat ve aklıma gelmeyen daha niceleri.
Onlar adeta Ferhat gibi kalemleriyle bir dağı oymak suretiyle susuz bırakılmış mukaddesatçı gençliğe avuç avuç ab-ı hayat sunmuştu.
Ayasofya nesli diyorum ben onlara. Ayasofya dâvâsını milletimizin idrakine elmas bir sembol olarak çakmayı ve sonraki nesillerin Cumhuriyet devrindeki beyin ameliyatlarında işlerine yarayacak hayatî malzemeyi, güncel deyişle ‘acil durum çantası’nı, çıkardıkları kitap, dergi ve gazeteler vasıtasıyla hazırlamayı vazife edinmişlerdi.
Kimse vermemişti bu vazifeyi; aksine Ayasofya neslini canlarından bezdirmek ve türlü işkence, hapis, dava, kitap-dergi toplatma ve gazete kapatmalarla ademe (yokluğa) mahkûm etmek için elinden geleni artlarına koymamıştı rejim.
Buna rağmen, tıpkı yazdığı yazı yüzünden bir başka tutukluya kelepçelenen mazlum Şevket Eygi gibi pes etmeyip düştükleri yerden daha kavi bir azimle kalkmayı ve son nefeslerine kadar sürecek bir bayrak yarışına devam etmeyi şiar edinmişlerdi.
O kutlu bayrak yarışı devam edecek mi yoksa 4×400 bayrak yarışında geriye doğru uzanan son bayrak uzanacak el bulamayınca yere mi düşecek?
“Evet, devam edecek ve son bayrak yere düşmeyecek” demeyi o kadar isterdim ki…
Neyse, bu kahvenin dibi gibi giderek acılaşan bahsi burada keseyim.