Basın “birinci kuvvet.” Neden?
Hürriyet gazetesinin eski sahibi Erol Simavi, 19 Mayıs 1988 tarihinde bakın basın ile ordunun konumlarını nasıl belirlemiş:
“Basın için dünyada beş büyük kuvvetten biridir, dördüncü kuvvettir derler. Bu söz Türkiye için geçerli değil … Hakimiyet, elbette ‘kayıtsız şartsız’ milletindir… O başka… Ama birinci kuvvet Türkiye’de ordu mu? Hayır… Basındır… İkincisi ordudur. Çünkü orduyu ihtilallere basın hazırlar.”
Simavi’nin darbe yaptırmış bir Big Boss (Büyük Patron) edasıyla söylediği bu sözlerin haklılık payı, aradan geçen 10 yıl içerisinde, özellikle de son birkaç yılda giderek daha çok kimse tarafından teslim edilmeye başlandı. Öyle ki, Genelkurmay Başkanı Org. İsmail Hakkı Karadayı, 15 Nisan 1997 tarihli gazetelere yansıdığı kadarıyla Romanya Genelkurmay Başkanı Constantin Degeratu’nun “Romanya’da medya dördüncü kuvvettir” (adamcağız bu sözleriyle muhtemelen Romanya’da basının ne kadar kuvvetli olduğunu (!) anlatmak istiyordu) sözleri üzerine şöyle konuşmuş: “Basın, Türkiye’de birinci kuvvettir.”
Doğrusu, Türkiye gibi modernleşmesinin, siyasal kurumların altyapıdan itibaren olgunlaşarak yerleşmediği, aksine tepeden inme kültürel dayatmalarla şekillendirildiği ülkelerde yönetim, terimin modern anlamında “güçlü” olamıyor. Bütün toplumu, bir cemaati ya da kabileyi yönetir gibi ite kaka değiştiren, teknik bir aygıt olarak avucunun içerisine alırcasına “şeffaf” bir zarla sararak yöneten ve iç dengeleri sosyo-ekonomik kurumlara dayanan Batılı devletlerde basın, güçlüdür gerçi; ama etki ve yetkisi, siyasetin paparazziciliğinden çok fazla öteye gidemez. Gerçi Nixon’ı istifaya götüren Watergate skandalı doğrudan iki gazetecinin marifetiyle patlak vermişti ancak cumhurbaşkanı seçiminden darbe yaptırmaya, parti kapattırmaktan laikliğin bekçiliğine kadar birçok tavır ve icraatin, modernleşmesini siyasi dengelerle gerçekleştirmiş olan ülkelerde görülmesi düşünülemezbile.
Bizde modernleşme doğrudan doğruya bir kültürel dayatma biçimiyle geldi. Dikkat edilirse modernleşme serüvenimizin köşetaşları hep bir kültür devriminin öncülüğünde konulmuştur. Gerek ulemanın, daha genel söylersek medresenin bürokrasi çarkındançıkartılması, gerekse Cumhuriyet devrinde gerçekleştirilen ‘harf, kılık–kıyafet, hatta ‘tarih ve dil’ devrimleri, olabildiğince kültürelalanda toplumun bütününden farklı bir oligarşinin oluşturulmasınamatuftur. Bu ayrıcalıklı zümrenin özellikle korunup beslendiği ise aşikar.
Demek ki, kültürel alanda (belki de bu alandan işleri halletmenin daha kestirme bir yol olacağını düşünüyorlardı) yani üstyapıda tepeden inme gerçekleştirilen devrimin 1980’li ve 1990’lı yıllardaki olağan sonucu, kültürel iktidari temsilen basının ve medyanın birinci kuvvet olmasıdır. Simavi’nin sözlerinden sanki ‘Hakimiyet kayıtsız şartsız basınındır’ mealinde bir anlamınsızması boşuna değil!
Geçtiğimiz hafta sonu (7 Mart 1998) Zaman-2 ekinde Ahmet Vardar’ın kendisiyle Yüksel Evsen’in yaptığı söyleşideki ifadeleri bu açıdan doldukça anlamlı geldi bana. Kendisinden hiç beklemediğim bir performansla bakın neler söylüyor Ahmet Vardar o dobra dobra üslubuyla:
“Bir ülkede yönetim zayıfsa gazeteci kuvvetlidir. Çünkü yönetim gazeteciden korkar, onlara karşı ödün verir. Dünyanın hiçbiryerinde gazetecilere maç bedava değil, uçak bileti yüzde 50 tenzilatlı değil, belediye otobüsleri bedava değil. Nerede var bu? Türkiye’de ve Doğuya gidildikçe . Neden? (Çünkü) Yönetimlergazetelerden destek almaya muhtaçlar. Çünkü gerçek yönetici değiller. Git Almanya’ya bakalım. “Gazetecisin arkadaş, para kazanıyorsun, ver paranı, gir maça ” diyor, o kadar. Oradaki yönetim sağlam. Temiz adamlar, ihtiyaçları yok taviz vermeye… Medya hükümeti devirdi. Demek ki medyanın gücü çok fazla… Sen zayıf olursan tabii ki karşındaki yenecek seni, kuvvetli olacak. Sen güçlü olacaksın ki galip geleceksin…”
Basını güçsüzleştirmek değil , diğer kuvvetleri güçlendirmek
Ahmet Vardar açıkça söylüyor aslında demek istediklerimi.
Yalnız son bir noktaya değinmeme müsaade edin. Basının zayıflatılması , küçültülmesi, susturulması, sindirilmesi gerektiğini söylemiyorum ben. Bu, açıkça bir başka otoriter ve totaliter tavra götürürdü bizi. Ancak bir demokrasinin kıvamında işleyebilmesi için basının gücü ve dinamizmi ne kadar gerekli ise, diğer güçlerin de gerçekten “güçlü” ve muktedir olduklarını da ortaya koymaları gerekir diye düşünüyorum.
Yani basının güçsüzleştirilmesi bir işe yaramaz, aksi sonuçlar verir hatta. Ancak onun karşısındaki diğer kurumları ‘derinleştirirve muktedir kılabilirsek daha yaşanabilir bir demokrasimiz de olabilecektir umudundayım.
Türkiye Kitap Kataloğu
Kitap meraklılarının en müzmin dertlerinden birisi, bir kitabın piyasada olup olmadığı, fiyatının ne olduğu, hangi yayınevinden, hangi tarihte çıktığı gibi konuları derli toplu bulabileceği bir kaynağın olmamasıdır elinin altında. Yalnız kitap kurtlarının değil, kitapçıların , kütüphanecilerin, akademisyenlerin de ortak dertlerinden biridir bu.
İşte TÜRDAV, her ay yayınladığı kitap kataloglarına ilaveten Haziran 1997’ye kadar Türkiye’de basılmış bütün kitaplarıkapsayan bir katalog hazırlamış: Türkiye Büyük Kitap Kataloğu. Bu katalogda hem alfabetik sırayla yazar ve kitap isimlerinden girerek, hem de yayınevi bazında kısa tanıtımları ile on binlerce kitabın adres ve fiyatlarını bulabileceksiniz.
Böyle hayırlı bir teşebbüsü gerçekleştirdikleri için başta Ahmet Vural olmak üzere bütün emeği geçenleri ve TÜRDAV’ı tebrik ediyorum.
İsteme adresi: Alayköşkü Cad. No: 10 34410 Cağaloğlu / İstanbul.