Beyin ve Tanrı
Şu ‘bilim adamları’ da hoş insanlar doğrusu. Gazetelerden öğrendiğimize göre keşiflerine bir yenisini eklemişler bugünlerde.
Beyinde ‘Tanrı noktası’nı keşfetmişler! (Hürriyet, 4 Kasım 1997) Habere göre California Üniversitesi’ndeki bilim adamları, sara hastalıkları üzerinde araştırma yaparken bir şey keşfetmişler: Sara nöbeti sırasında hastaların ‘mistik duyguları’ yoğunlaşıyor ve ‘kendilerini dini baskı altında’ hissediyorlarmış! Bunun üzerine hastaların beyin dalgalarını ‘ölçen’ acar bilim adamlarımız ‘bu kişilerin Tanrı’yı düşündükleri sırada beynin bir kısmının daha aktif olduğunu’ tespit etmişler.
Devam edelim hikâyeye. Sara nöbeti sırasında, efendime söyleyeyim, beynin ön lobunda (öğrendiğime göre ‘Frontal lob’ derlermiş nörolojide buna) sinir hücreleri arasında ‘bir çeşit elektrik kontağı’, yani kısa devre vuku buluyormuş. Dr. Vilyanur Ramachandran (herhalde bir Hintli doktorla karşı karşıyayız) bu kısa devrenin, yani kafadan kontağın sinir hücrelerini uyararak dinî duyguların yoğunlaşmasına sebebiyet verdiğini söyleyesiymiş. (Haberde mahrecin verilmemesi nedeniyle bu bilgiyi denetleyemiyouz tabiatıyla.)
İşin bundan sonrası daha da eğlenceli. Hintli (zannettiğimiz) doktor, “beyinsel fonksiyon olan Tanrı’ya inanma içgüdüsünün toplum düzeninin sağlanabilmesi için evrimle birlikte geliştiğini” söylüyormuş.
Yahu Freud, toplum düzeninin, medeniyetin ortaya çıkabilmesi için içgüdülerin bastırılması gerektiğini söylemiyor muydu? İçgüdüler doğal hallerine bırakıldığında toplum düzenini tehdit etmiyor muydu? İçgüdüler ile toplum düzeni ne zamandan beri hem de evrimle birlikte (!) gelişiyorlar? Bir kere Tanrı’yı bir içgüdü nesnesi yapmak onu beynin kıvrımlarının arasındaki filanca noktaya tıkıştırmak ve beynin ürünü kılmak isteyenler için biçilmiş kaftan bu sözde bilimsel keşif! Öyle ya, insanlığın başından beri aranılan Tanrı’nın yeri de bulunmuş olmuyor muydu böylece? Hem de belirsiz, muğlak ve hangi başlangıç şartlarından, biim felsefesinde geçtiği şekliyle initial conditions’tan yola çıktığı belli olmayan bu magazine bilim keşifleri sayesinde saralı hastaları model alarak beyindeki ‘Tanrı noktası’ keşfedilmiş oluyor.
Hürriyet’in Dış Haberler Servisi tarafından aparılan bu eğlenceli haber şöyle sürüyor: “Aşırı dindar olduğunu söyleyen kişilerin de beyin fonksiyonlarını inceleyen bilim adamları (demek ki dindar olanların beyanlarına itibar ediyormuş bu doktorlar; hani bilim deneydi, gözlemdi, ölçümdü, testti vs.?) bu kişilerde de tıpkı epilepsi hastalarında olduğu gibi ‘Tanrı noktası’nın gelişmiş olduğunu söylediler.” (Bağlantıya bakın! Önce saralı hastalar, yani marazî bir durumdaki insanları ölçü olarak alacak, sonra da kendisini ‘ben çok dindarım’ diye takdim eden birtakım insanlara bu bulgularını yansıtacaksın, sonra da bilim yapıyorum diye beyanat vereceksin. Hani bunun doğrulama imkânı, hani sağlaması?) Tanrı inancı vasat olan kişilerde ise bu merkez fazla gelişmiş değilmiş!
Neden-sonuç bağlantısı müthiş: Önce Tanrı noktasını keşfedeceksin, sonra birtakım insanlar gelecek size ‘benim Tanrı noktamı ölçün’ diye. Siz de ‘imanım kavidir’ diyeni ölçecek ve ‘hayret, bu merkez bunda çok gelişmiş’ diyecek, ‘imanım orta karardır’ diyenin de ‘pek fazla gelişmiş olmadığını’ söyleyeceksin. Ateist birisi de çıkıp geldiğinde, ‘Hımm. Senin Tanrı noktan hiç yok’ diye fetva vereceksin.
Çok gelişmiş, pek fazla gelişmemiş gibi ‘bilimsel’ tespitleri herhalde siz de oturduğunuz yerden yapabilirsiniz. Bunun için bilim adamı, hele hele California Üniversitesi’nde Hintli bir doktor olmanıza hiç gerek yok.
Oysa bilim rakam ister, ölçüm ve deney ister, olgularla teorinin birbirine uygunluğunu (correspandence) ister. Fakat her şeyden çok da iz’an ister. Tanrı noktası gibi ucubeleri doğuran müşevveş bir zihni değil.
07 Kasım 1997, Cuma