Cola Turka’nın ilham kaynağı: Bir “New-York” rüyası
Şaka yollu takılanlar bile oldu: 11 askerimizin başlarına çuval geçirilerek kaçırılması da Cola Turka reklamının bir parçası mıydı yoksa?
Zamanlama, olağanüstü isabetliydi gerçekten de. Türkiye’de Amerikan aleyhtarı hissiyatın (fikriyatın değil) dibe vurduğu bir sath-ı mâilde bu tür bir reklamın epeyce zedelenmiş olan kamusal izzet-i nefsin bir tür terapi ihtiyacını karşılaması ve bunun bir ticari ürün reklamıyla yapılması epeyce düşündürücü geldi bana.
Latinlerin sorduğu o sorunun yeri tam da burası değil mi: Quo vadis? (Nereye gidiyorsun?)
Oktay Sinanoğlu’nun “New-York rüyası”
Bu büyük sorunun peşinde salınmadan önce biraz zihnimizi bileylemekte fayda var.
Bu “çarpıcı” reklamın ilham kaynağı bir rüya olabilir mi?
Ne zaman konuşsa Türkçenin elden gitmekte olduğu feryadını ağzından düşürmeyen Oktay Sinanoğlu hoca, 1995’de yazdığı “Bir New- York rüyası” başlıklı ironi taşan yazısında benzer bir temayı işlemişti aslında.
Bir yaz günü uykuya dalan Sinanoğlu, rüyasında kendini 2050 yılında New York’ta bulur. Ama o da ne? Koca koca binaların cephelerinde Türkçe olarak “Nefis Rize çayı: İşte hakiki çay” diye yazıyormuş. Dükkan tabelalarında ise Rahat Shoes, Dilber Giyim Fashions, Sultanahmet Leather, World Gezim gibi yarısı Türkçe, yarısı İngilizce isimler yazmaktaymış. Amerikalılar olur olmaz yerde “Merkez” kelimesini İngilizce sözlerin arkasına ekliyor, Car Merkezi, Flower Merkezi, Hair Merkezi gibi ucubeleri kullanmaktan çekinmiyorlarmış.
Bu rüya biraz fazla oldu artık diyorsanız aldanıyorsunuz. Çünkü Sinanoğlu’nun rüyası Amerikalılara Türkçe dergi okutmak, Amerika’da Türk okulları açmak, hatta Türklere Amerikan ekonomisini ele geçirtmek gibi ayrıntılar da eklemiş ama en çarpıcı örnek sanırım kola ile ilgili olanı. Kendisini dinleyelim:
“Üstünde Jimmy’s Kahvehanesi yazılı, şemsiyeli masaları sokağa taşmış sakin bir yer gördüm, gidip bir masaya oturdum. Gelen görevli Türk olduğumu öğrenince arsız arsız sırıttı, bir iki kelime Türkçe bildiğini gösterme çabasına girişti. KOLA yokmuş, ithal malı soğuk bir Susurluk marka AYRAN getirdi.”
50 yıllık Amerikan rüyasının bir eldiven gibi ters çevrildiği bu metni okuduğumda zihnimden ne çok resim karesi geçit resmi yaptı, anlatamam.
N’oldu bize?
Belki Oktay Sinanoğlu’nun yazısı, belki başka bir şey. Ama bir şekilde bu reklam ortak hissiyata tercüman olmayı başardı. Bu es geçilecek bir şey değil.
Bence Türk toplumu giderek daha “ucuz” başarılarla avunma yolunu seçiyor. Eskiden, eskiden dedimse şurada 1917’den bahsediyorum, devrin süper gücü olan İngiliz kuvvetlerine karşı Kanal Harekâtı düzenleyen, Kutu’l-Amâre’de esir aldığı İngiliz generaline herhangi bir komutan gözüyle bakan ve bunun çığırtkanlığını yapmaktan haya eden bir toplumduk.
En kötü zamanımızda bile aklımızın bir tarafı, dengeyi işaret ederdi. İtidal, mizan ve yeryüzünde “orta ümmet” olma bilinci etiket olarak değil, davranış tarzı olarak ışınlanırdı gittiğimiz topraklara.
Büyüktük, büyük olmanın bilinciyle büyük olduğumuzu, görmemişler gibi her gururumuzu okşayan olayda bas bas bağırmazdık. Çanakkale’de tokatladığımız yedi düvelin gemilerinin arkasından zafer çığlıkları atmadık. “En büyük Türkiye” diye bağırmadık. Vakur ve kendinden emin bir çizgide biriktirdiğimiz enerjimizi stadyumlara boca etmedik.
Ya şimdi? Evet, ya şimdi?
Senegal’e attığımız gol, şehirlerimizin tavanını parçalayan marazî çığlıklara dönüşüyor, İsveç’te bir Türk öğrencinin sınıfında birinci olması gazetelerimizin birinci sayfa güzellerinin yanına kuruluyor, Yurovizyon “başarı”mızı, havaalanında başlayan ve Taksim Meydanı’nda nihayetlenen binlerce hayranın katıldığı bir karnaval coşkusuyla taçlandırıyoruz.
Ardından da askerlerimizin kaçırılması karşısında Sayın Baykal’ın deyişiyle “ulusal onurumuz inciniyor”. İncinen onurumuzu onarmak için özür bekliyoruz ama “üzgünüz” cevabını alınca alıngan bir çocuk gibi iyice içimize kapanıyoruz. Kendimize kahrediyoruz günlerce.
Kola çuvala sığar mı?
Sonra bir karnaval kendimize getirmeye yetiyor bizi. “İyi haberler” verecek birilerini beklemeye başlıyoruz.
İşte bu “iyi haberler” rolünü bu defa Cola Turka reklamı oynadı. “Kötü” Amerikalıdan intikamımızı sanal da olsa almak, kamuoyunun incinen onuruna “hayatın tadı”nı iade etmiş oldu. Şaşkın Amerikalıya doyasıya güldük, ferahladık. “İşte biz gelirsek böyle geliriz” diye efelendik kendi aramızda.
“Kiss çoluk çocuk” lafı gururumuzu okşadı kuşkusuz.
Tıpkı Sinanoğlu’nun rüyasında Amerika’daki gökdelenlerin üzerinde “Hakiki Rize çayı” reklamının asılması gibi.
Ama sormazlar mı adama “So what?” (Ya sonra?) diye.
Hem kola çuvala sığar mı azizim?
06 Mayıs 2006, Cumartesi