• Home
  • Genel
  • Cumhuriyet tarihinde rüşvet ve Yüce Divan

Cumhuriyet tarihinde rüşvet ve Yüce Divan

Yolsuzluk ve rüşvet, insanlık tarihinin başlangıcına demir atmakla beraber ona karşı mücadele edenlerin tarihi de aynı şekilde tarihin derin katmanları arasında başlarını çıkarırlar.

11. yüzyıl Çin’inde Wang An Shih, 14. yüzyıl Tunus’unda İbn Haldun, yolsuzluk olgusuna neşterlerini vuran düşünürlerden sadece ikisi. Zamanımızda ise İslam dünyasında meydana gelen yolsuzluklarla ilgilenen Prof. Dr. Seyyid Hüseyin el-Attas, “Rüşvet” adlı kitabında (Pınar, 1988) çağdaş İslam dünyasında yolsuzlukların sebeplerine nafizane bir nazarla eğilmiş ender uzmanlardan biri.

İçerik

Eski Bahriye Vekili İhsan bey hakkındaki Meclis soruşturması karikatürcülere malzeme kaynağı olmuştu. Ünlü karikatürist Cem yandaki çizgisinin altına “El İhsan-ı bit-tamam”, yani “İhsan’ın işi tamam oldu” diye yazmıştı.

El-Attas’a göre rüşvet ve yolsuzluk olaylarının ördüğü ağ öylesine karmaşıktır ki, son derece dinamik liderler bile kendilerini bu ağa takılıp kalmaktan kurtaramazlar. Ahlakî donanımları yeteri derecede mükemmel, yeterli sayıda insanın desteği olmaksızın yolsuzluklarla başa çıkmak için girişilen her çaba sonuçsuz kalmaya mahkûmdur.

Yakın tarihte rüşvet ve yolsuzluk veya su-i istimal olaylarının başlangıcını hemen Cumhuriyet’in ilanından bir ay sonrasına kadar uzatmak mümkündür. Lozan görüşmeleri sırasında Ankara’daki hükümet bütçede yeri olmadığı halde Ziraat Genel Müdürlüğü’ne tahsisat verdirmiştir. Millet Meclisi toplanır ve bu tahsisatı onu tahsis edenlerden, yani zamanın Başbakanı Rauf (Orbay) ve İktisat Bakanı (Mahmut Esat (Bozkurt) bey ve diğer bakanlardan eşit olarak tahsil edilmesini karara bağlar.

Bunun arkasından zaferden sonra zengin ve firari Rum ve Ermenilerin İçişleri Bakanı’nın emriyle ülkeye yasa dışı yollardan sokulduğu ve bu işten çıkar sağlandığı dedikoduları çıkar. Bundan İçişleri Bakanı Ferid Bey sorumlu tutulur. Yüce Divan’a verilecektir ki, Bakan bey hastalanır ve Meclis tatildeyken istifa eder. Bir ara Tevfik Rüştü (Aras) Bey’in de adı karışır. İsmet Paşa İçişleri Bakanı’nın istifasını yeterli görüp olayın üstünü kapatmıştır.

 

Fakat asıl sarsıcı yolsuzluk olayı Havuz-Yavuz davası diye tarihe geçmiş ve suçlular hapisle de olsa cezalandırılmıştır. (İstiklal Mahkemesi’nin eline düşmüş olsalardı kendilerini idam sehpasında bulmaları an meselesiydi.) Üstelik de Yüce Divan’a (Divan-ı Âli’ye) gönderilen ve 2 yıl ağır hapis cezasına çarptırılan Bahriye Vekili Topçu İhsan veya nam-ı diğer İhsan Eryavuz’un bir süre önce Ankara İstiklal Mahkemesi’nde başkanlık İçerik2yapmış olmasıydı! Sizin anlayacağınız, kimin hakim, kimin mahkûm olduğunun karıştığı devirlerdi.

Neden Havuz-Yavuz?

Bu davaya halk arasında “Havuz-Yavuz davası” denilmesine sebep, 1914’te Almanlardan sözde satın aldığımız Yavuz zırhlısının tamiri için havuza alınması çalışmaları sırasında ortaya çıkan yolsuzluklardır.

23 Aralık 1947 tarihli gazetelerde ilk söylentiler yayılır. Yavuz zırhlısının tamiri için yapılan sözleşmelerde İhsan Bey’in eleştirilmeyi ve sorumluluğu gerektiren bazı hareketleri görülmüştü. Çok geçmeden Başbakan İsmet Paşa (İnönü) TBMM’de bombayı patlatır. Ağır bir dille suçladığı kendi Bahriye (Denizcilik) Bakanı İhsan Bey hakkında soruşturma açılmasını ister. Böylece 4 ay sürecek olan Yavuz-Havuz yolsuzluk davasının pimi çekilmiş olur. Alındığından beri cüssesine kıyasla pek az işimize yaramakla beraber başımıza bela üstüne bela getirmiş Yavuz, bu defa da bir yolsuzluk olayında sahne alır. 1918 yılında İngilizlerin mayın ve uçak hücumlarına maruz kalarak yara alan zırhlı önce İstinye koyuna, ardından da İzmit’e çekilir. (Mondros Mütarekesi’nde Yavuz’u İngilizlere kaptırmamak için az mı uğraşmıştı Rauf Bey!) Bu arada 1925 yılında Atatürk, Yavuz’u ziyaret eder ve tamir edilmesini ister. Milli Savunma Bakanlığı da tamir için bütçesine 2 milyon lira ödenek koyar.

İyi de tamir nasıl yapılacaktır? İhaleyle tabii. Bunun üzerine Enver Paşa’nın eniştesi olan Ömer Nazım Bey ve arkadaşı Dr. Fikret Bey elbirliği yapar, aralarına Cebelibereket Milletvekili İhsan Bey’i de alarak Alman lohm und Voss şirketinin temsilcileri sıfatıyla bir şirket kurarlar. Sözleşme imzalarlar ama kâğıt üzerinde kalır. İhaleye katılırlar.

Ancak fark edilir ki, Yavuz’un tamiri ancak bir havuz içinde mümkün olabilecektir. O zaman da şu soru çıkar karşılarına: Ya dışarıdan hazır bir havuz alıp getirecekler ya da içeride bir havuz yapılması işini ihaleye vereceklerdir. İlki hızlı neticelenecek, ikincisi de ucuza gelecektir. Tercih ilkinden yana yapılır.

Ancak İngiliz şirketi Vikers Armstrong’la tam masaya oturulacaktı ki, ilginç bir gelişme yaşandı. Yavuz’un tamiri ihalesine katılmış olan Topçu İhsan o sırada kurulan Denizcilik Bakanlığına getirildi! Bu çok garip bir durumdu ama olmuştu işte. İhaleye katılan ortağa kurulan bakanlığın koltuğunu layık görmek bugün anlayamadığımız bir bağlantının ipucunu uzatıyor önümüze. Ancak olaylar bunun bir tuzak olup olmadığını anlamamıza elverecek şekilde gelişmiyor.

Bakanın yargılanması

İhsan Bey hazır havuzu almaya karar verdiyse de şirketin Türkiye temsilcisi Hikmet Paşa işi karıştırdı. Havuzun iyi durumda olmadığını gördü. İngilizler de tavsiye etmeyince iş suya düştü. Bunun üzerine bir havuz yaptırılması kararı alındı. Bu defa Alman şirketi bu ihale için kıyasıya rekabete girecek ve ne olacaksa o sırada olacaktı.

Son teklif tarihi 7 Mayıs 1925’tir. Dockbau şirketi 226 bin İngiliz lirası teklifte bulunmuş, Flander şirketi ise ihaleye kapalı zarfını göndermemişti. Tek teklif verilmişti. Ancak herkes Dockbau’nun kazandığını düşünürken beklenmedik bir şey oldu ve ihale, açık eksiltmeye katılmamış olan Flander’e verildi.

Bu nasıl olmuştu? Herkesin kafası karışmıştı. Meğer Flander’in müdürü rakip firmanın ne kadar teklif verdiğini öğrenmiş, ondan bin lira aşağı vererek ve bir mayın montaj fabrikası da hediye ederek ihaleyi kılıfına uydurup kazanmıştı!

İki usulsüzlük vardı burada: 1) İhale kanununa aykırıydı. 2) Flander’in teklifi son teslim tarihinden geç gelmesine rağmen kabul edilmiş ve ihale ona verilmişti. Bunu neden kabul etmişlerdi? Yoksa bir menfaat ilişkisi mi vardı İhsan ile şirket arasında?

Flander işi geç bitirdi, havuzu yaptı ama Yavuz indirilirken havuz kırıldı. Neticede bitti ama herkesin de sabrı tükendi. Yavuz’un tamiri ise ayrı bir hikayeydi. St. Nazaire adlı Fransız şirketine verilen ihalede İhsan bey Bakanlar Kurulu’nun kabul etmediği bazı sözleşme değişikliklerini kendi kararıyla gerçekleştirmiş ama bu da yeni şüpheleri uyandırmıştı kamuoyunun aklında. Bakanlık aradaki farkı kapatmayı kabul etmişti ama Bakanlar Kurulu reddetmişti. Şimdi onun da hesabı sorulacaktı.

Hem de Bakanlığın kaldırılması haberini sağır sultanın duyduğu bir sırada İhsan Bey’in apar topar sözleşmeye yeni maddeler ekletmesi yolsuzluğa cila vuruyordu. Bu işte kasıt ve rüşvet mi rol oynamıştı? İşte İsmet Paşa’nın kararıyla toplanan tahkikat encümeni İhsan Bey’in dokunulmazlığını kaldıracak ve Yüce Divan’a gönderecekti.

19 Nisan 1928’de açıklanan kararda eski Bakan Topçu İhsan 2 yıl ağır hapse, milletvekili Sapancalı Hakkı 1 yıl, Dr. Fikret ile Nazım Bey ise 4’er ay hapse mahkum edilmişlerdi. Böylece Cumhuriyet tarihinin ilk Yüce Divan’ı bir bakan ile bir milletvekilini cezalandırarak bir ilke de imza atmış oluyordu.

29 Aralık 2013, Pazar

Bir cevap yazın