Önce kapısının üzerinde Sultan Abdülhamid’in tuğrası bulunan Feshane’deki sergi rezaleti, ardından İBB’nin işlettiği Hamidiye sularının HMD yapılarak isminin unutturulmak istenmesi…
Bu iki vahim hadise seçim sürecinde Meral Akşener’in “Kahrolsun istibdat, yaşasın hürriyet” çığlıklarıyla Sultan’a ettiği hakaretlerin gereği midir yorumunu akla düşürdü ister istemez.
Nedendi bu art arda atılan anti-Abdülhamid adımları?
Hedefte neden Sultanımız vardı?
İnsan düşünüyor tabiatıyla: 28 Mayısta –maazallah- ellerine fırsat geçseydi ilk işleri Sultanımıza hakaret edecek bir diziyi TRT’de yayına sokmak mı olacaktı?
Bundan emin olabiliriz artık.
Nitekim Ekrem İmamoğlu, İnönü’nün açlık ve ekmek karneleriyle boğuşan milletin kursağından kestiği paralarla Avusturyalı heykeltıraş Rudolf Belling’e yaptırdığı üniformalı heykelinin restorasyonunu yapmamış mıydı?
Öte yandan bir Yunan televizyonunun yayınına bağlandığında Ayasofya’nın cami yapılmasının yanlış olduğunu söylememiş miydi?
En başta Fatih Sultan Mehmed’in türbesine o çirkin ‘tekmeyi’ atmamış mıydı?
Şimdi aynı kafa Hamidiye sularının ismini HMD yapmış, çok mu?
Lakin biz yılmayacak ve Sultanımızı unutturmaya ve ismini silmeye çalışanlardan intikamımızı yeniden hatırlayarak almaya devam edeceğiz.
Hamidiye Suları neydi?
Tarihî İstanbul yarımadasının üç tarafı suyla çevrilidir gerçi ama içecek suyu pek azdır. Bunun için Bizans devrinde en bilineni Yerebatan olmak üzere sarnıçlar yapılmış, yağmur sularının biriktirilmesi suretiyle şehrin susuzluktan kurtarılmasına çalışılmıştı.
İstanbul’un 1453’teki fethinden sonradır ki, durgun suyla temizlik olmayacağına inanan Fatih ve torunları, özellikle Kanuni, III. Ahmed ve I. Mahmud zamanlarında Halkalı ve Kırkçeşme suları başta olmak üzere nice yeni kaynak bulunup kiremit künklerle şehre getirilmiş ve nefis çeşmelerle çeşmelere akıtılmış, şehrin susuzluk çeken mahallelerine binbir masrafla birbirinden lezzetli sular ulaştırılmıştı.
O çeşmeler ki, lülelerinden yalnız “mâ-i lezîz” değil, mermerlerinden şarıl şarıl güzel sanatlar da akar. Şiiriyle, hattıyla, sedef şeklindeki süslemeleriyle, musluk tasarımlarıyla, “Biz her şeyi sudan diri kıldık” âyet-i kerimeleriyle bambaşka güzellik güneşlerine yelken açan bu muhteşem eserlerin çoğu bugün susuzdur, hatta çeşmeleri dahi kırık veya çalınmıştır, bazıları da yakın tarihlerdeki vandalizm yüzünden tamamen yok edilmiştir.
Haliç’in kuzeyindeki bölgede son büyük su tesisi Taksim suları üzerinde yapılmıştı. Lale Devri’nin Sultanı III. Ahmed’in Bahçeköy’deki derelerden Taksim’e ismini veren o şirin sebile kadar akıttığı bu sular 20. yüzyılın başlarına gelindiğinde Yıldız Sarayı’nın büyümesi yüzünden ihtiyacı karşılayamayacak hale gelmiş, yeniden susuzluk baş göstermişti.
İşte II. Abdülhamid’in önce Kâğıthane deresinden pompayla aktarmak suretiyle desteklediği su tesisleri yine ihtiyaca kifayet etmeyince bu defa su davasına kesin bir çözüm bulmak zarureti hasıl olmuştu.
Bulunacak yeni sular hem kaliteli olmalıydı hem de kolay tükenmeyecek cinsten. Sultan Abdülhamid kendi ismini taşıyacak olan ve şehrin su ihtiyacını fazlasıyla karşılayacak ve fakir fukarayı da sevindirecek Hamidiye su tesisleri için emri vermiştir bile.
Hep yapıldığı gibi bir komisyon kurulmuştu. Başına, Sultan’ın en güvendiği adamlardan Adalet Bakanı Abdurrahman Paşa başkanlığında yine güvenilir adamlarından Emin Bey, İstihkâm Feriki Berthier Paşa ile Bonkovski Paşa’dan oluşan komisyona sonradan Berthier Almanya’ya dönünce yerine İTÜ adını verdiğimiz Hendese-i Mülkiye-i Şahane öğretmenlerinden Hulusi Bey katılacaktı.
Kemerburgaz’ın güneydoğusundaki Karakemer ve Kovukkemer civarındaki kaynaklar 20 maslakta toplanacak ve kirlenmeye mani olmak için demir kapılarla koruma altına alınacaktır. Buradan Cendere’ye getirilen sular kurulan pompa istasyonu ile ikiye ayrılacaktır.
Eskiden su getirirken kiremit künk kullanılırken ilk defa “font boru” burada kullanılmış, bu sayede sular bu fennî borular içinden basınçlı olarak akabilmiş, çeşitli noktalara konulan vanalarla da sulara manevra yaptırmak kabil olmuştur.
Sultanım, “sen kaç köşeli yıldızsın”!
Resmen hizmete giriş tarihi 1902 yılı olduğuna göre bugün 121 yaşında bulunan ve yaklaşık 130 noktaya, yani çeşme, şadırvan, cami ve resmi daireler ile hastane ve saraylara akıtılan Hamidiye Suyu aklı zorlayan uzunlukta bir tesis ağına sahipti. Barbaros Bulvarı’nın üst ucunda yer alan Balmumcu’daki 500’er metreküplük iki depo bugün dahi görülebilir. Keza İstanbul’un çeşitli semtlerinde yer alan döküm çeşmeler hizmet vermeye devam etmektedir. Çoğunun üzerinde –eğer kırılıp kazınmadıysa- “Hamidiye Çeşmesi” yazısını bulabilirsiniz (lakin okuyabilir misiniz, emin değilim).
Rahmetli Kâzım Çeçen Taksim ve Hamidiye Sularıadlı kitabında Beşiktaş’a doğru devam eden Hamidiye suyu kolundan önce Ertuğrul sitesinde bulunan “Dört Yüzlü Çeşme”de şu iki tarih beytinin yer aldığını yazmaktadır:
Kıl nazar tarihime ister vuzu al ister iç
“Zemzem icrâ eyledi şahinşeh-i Dârâ-himem”
•
İşbu tarihim eder bir reşha-i lutf-i beyan
“Cündine bu çeşmeyi yapdı Şeh-i deryâ-kerem”
İlk beytte “ister abdet alırken ister içerken tarihime nazar kıl: Dârâ gibi himmeti olan Padişah bu çeşmeden Zemzem akıttı”, demekte, ikinci beytte ise yine deniz gibi keremi olan Sultanın askerlerine bu çeşmeyi hediye ettiği söylenmektedir.
Ortaköy Camii Meydanı’ndaki döküm çeşme de Sultan’ındır, Orhaniye Kışlası’ndaki Osmanlı devlet armasını hâmil çeşme de. Onlara Yıldız Sarayı’nın bahçesinde rastlayabileceğiniz gibi Yahya Efendi Dergâhında, Alman Konsolosluğu’nun bahçesinde, Galatasaray Lisesi’nin duvarında, Kasımpaşa’da, Dikilitaş’ta, Harbiye Askeri Müzesi’nin içinde, Maçka’da İTÜ binasının karşısında, Teşvikiye’de bir yol üzerinde, Ihlamur Kasrı’nda, Gümüşsuyu Askeri Hastanesi’nde, Kabataş Lisesi’nde, Maçka Kız Ortaokulu’nda ve daha nice şaşırtıcı yerlerde rastlarsınız.
Saraya su getirmek bahanesiyle onlarca semte yaptırdığın birbirinden alımlı yüzden fazla çeşme senin ismini İstanbul’un tarihine nurlu harflerle yazmış durumda Sultanım. 121 yıldır da ışıl ışıl parlamakta. Sadece gözlerde değil, kalplerde de adın berhayat…