Fundamentalizmin son kalesi: Feminizm
8 Mart Dünya Kadınlar Günü yaklaşıyor. Her yıl olduğu gibi gazeteler, Tv’ler ve ajanslar kadınlarla ilgili haberleri veriyorlar. Bu haberlerden birine göre, Amerikalı feminist çevreler Oscar ödülüne isyan bayrağı açmışlar. Niçin şimdiye kadar Oscar ödülü hiç kadın bir yönetmene verilmemiş? Oscar ödülü de “erkek–egemen düzen”in kadınları görmezden gelen stratejisinin bir parçasıymış vs.
Hep onu diyorum: Feminizm bugün küresel bir kriz içindedir. Krizin de temelinde, feminizmin giderek çağımızın en fundamentalist akımlarından birisi haline gelmesi yatıyor. Feminizme “fundamentalist” dememe şaşırdınız mı yoksa? Birkaç ipucu vereyim hemen. Fundamentalizm, malum “köktencilik” diye çevriliyor dilimize. (Ecevit’in dediği gibi “köktendincilik”, olsa olsa “dinî fundamentalizm”in karşılığı olabilir!) Fundamentalizm bir sorunu, konuyu, davayı, inancı güncel düzeyde çözüm aramak yerine, kavramsal ve tarihî derinliklerine inerek “kökten” ele alma yöntemidir. Batı’nın “İslamî fundamentalizm” diye tutturduğu şey de aynı aslında: Onlardan, İslam’ı “temelden farklı” bir dünya görüşü olarak kurdukları ve asla uzlaşmaya yanaşmadıkları için korkmaktadırlar. Fundamentalizm, siyasî, kültürel ve dinî coğrafyayı köküne kadar inerek “yırtmakta” ve tam da bu “yırtık” üzerinden geliştirmektedir stratejilerini.
Farklılıkların ortadan kaldırılmasına dayalı bir proje olan modernlik sürecinde bir farklılık arayışı olan fundamentalizmler bastırılmaya çalışıldıkça kışkırtılmış oluyorlardı. “Kaynaşmış tek bir millet” oluşturmaktan “kadın/erkek ayrımının ortadan kaldırılması”na kadar pek çok ikili yapı, bir yandan eritilmeye çalışılıyor, öbür yandan tam da bu eritme işlemi yüzünden abartılı tonlarda ortaya sürülüyordu. Modernlik, fundamentalist bir tavır takınıyordu diğer inançlar, gruplar ve görüşler karşısında: Kendisine tabi olunmasını buyuruyordu. Ona karşı çıkanlar da ister istemez fundamentalistleşiyordu. Din, modern hayatta giderek ortadan silinecek iddiasındaydı modernizm; fundamentalizmler dinin direnen tarafını vurguluyorlardı. Farklı etnik gruplar ve kimlikler tek bir milletin çerçevesine sığdırılmak isteniyordu; mikro milliyetçilikler patlak veriyordu.
Ve kamusal alan erkeklerin egemenliğindedir, diye dayatıyordu; feminizmler, “Özel olan kamusaldır” sloganıyla ortaya çıkıyor, kadınlığın temele inen, yani “fundamental” bir değer taşıdığı inancıyla tepki gösteriyorlardı. İnsanlığın en temel biyolojik ayrımlarından birisi olan “cinsiyetler arası savaş” başlıyordu böylece. Bu kadar temele, insan oluşumuzun temeline inen bir hareket, yani feminizm de ister istemez fundamentalistleşiyordu.
Oysa artık modernliğin aynılaştırıcı retoriği, yerini farklılık içinde birliğe bırakmak üzere. Modern sınırlar belirsizleşiyor hızla. Eskiden tek bir “bütün” kabul ettiğimiz kimliklerin içinden farklı uçlar sarktığını görüyoruz hep birlikte. Eskiden feminizm, “kadınlar cephesi”ni tek bir bütün olarak lanse etmekten hoşlanır, bunun üzerinden siyaset yapmaya kalkardı. Yanlış bir temeldi bu besbelli ama tutmuştu. Fakat bugün artık özellikle Amerika’da “Beyaz Feminizm” ve “Siyah Feminizm” diye ikiye ayrılmış durumdalar. Türkiye’de de yaşıyoruz zaten başını örten kadınlar ile “laik” kadınların aynı “kadın” şemsiyesi altında birleşmelerinin zorluğunu.
O zaman fundamentalizmlerin kendi içlerinden çatladığı, farklılaştığı, yeni doğrultulara doğru uç verdiği ve eski keskin çatışmaları aşmaya çalıştığı bir çağda hâlâ biyolojik temele rücu eden brüt kimlikler olarak kadın–erkek çatışmasından medet uman ve bu çatışmadan nemalanan feminizmin yaşama şansı olabilir mi?
Başka bir deyişle, feminizm son fundamentalist hareket olarak 21. yüzyılda yaşamaya devam edebilir mi? Feministler kusura bakmasın ama bu 8 Mart’ta tartışmamız gereken “derin” soru bu galiba!
05.03.2002