Takvimler 3 Mart 2004’ü gösterirken Ankara’da akıllara durgunluk veren bir toplantı düzenlenir. ATO salonunda “asker ve sivil” kanattan darbeciler buluşurlar.
Bu ‘sıradışı’ buluşmayı Atatürkçü Düşünce Derneği düzenlemiş, ilk kez bir sözüm ona ‘sivil’ toplantıyı kuvvet komutanları hem de eşleriyle tam tekmil şereflendirmişlerdi. Toplantıyı 8 üniversite ve 7 sendika desteklemekte, emekli Başsavcı Vural Savaş’tan tutun da Doğu Perinçek’e, Sinan Aygün’den Çetin Yetkin’e, Kamer Genç’ten Nur Serter’e kadar malum zihniyetten yüzlerce insan bir araya gelmektedir.
O gün üç kuvvet komutanı da oradadır. Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman, Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek ve Jandarma Genel Komutanı Şener Eruygur salonda hazır bulunurken Hava Kuvvetleri Komutanı İbrahim Fırtına, o sırada düşen bir uçaktaki şehitlerin cenazesine katılmak üzere Konya’ya gittiğinden salonda yoktu. Ancak olmayan birisi daha vardı. Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök nedense İsveç’teydi!
Bunca zevat, görünüşte Hilafetin Kaldırılmasının 80. Yıldönümü için toplanmıştı ama daha çok ‘AKP’ iktidarında laikliğin elden gitmekte olduğu, AB’nin Türkiye’yi parçalayacağı, Kıbrıs’ın satıldığı vs. gibi ilgisiz konular konuşulmuştu. Derya Sazak’ın sıcağı sıcağına yazdığı gibi 3 Mart toplantısı “yeni bir çıkış”ın, yani darbenin habercisiydi ve “arkasının geleceği” izlenimini uyandırıyordu.
Yanılmıyordu, plana göre, salonu çınlatan 10. Yıl Marşı’yla biten bu sıradışı buluşmanın arkası gelecekti. Ne var ki, beklenmedik bir gelişme, darbe girişimini akim bırakacaktı.
Peki planlar neden tutmadı? Bu başarısız darbe girişiminin şimdiye kadar gizli kalan içyüzünü, araştırmacı Süleyman Yeşilyurt’un “Üniformalı Uyanıklar” (Ank. 2010) adlı kitabından öğreniyoruz. Yeşilyurt’un Genelkurmay’daki iki albay ile bir yarbaydan edindiği gizli bilgileri burada açıklıyorum.
Bu gelişmeler yaşanırken CIA, Ankara’daki bir üst düzey diplomat vasıtasıyla MİT’i ve Emniyet İstihbarat’ı, Özkök’e “çok ciddi fizikî bir eylem veya suikast” tertipleneceği konusunda uyarır. Bunun üzerine Ankara Merkez Garnizon Komutanı Tümgeneral Fehmi Büyükbayram ve özel eğitimli ekibinin olağanüstü çabasıyla suikast girişimi başarısızlığa uğrar. Hem MİT’in, hem de Emniyet İstihbarat Daire Başkanlığı’nın girişimden haberdar edilmeleri oyunu bozmuştu.
Yine de Genelkurmay Başkanlığı ser verip sır vermemiş, hiçbir şey olmamış gibi davranmaya devam etmişti. Jandarma Tuğgeneral Levent Ersöz’ün başını çektiği istihbaratçı subaylar Özkök’ü dinlemeye devam ediyorlardı. Özkök’e gelince, en ufak bir şüphe uyandırmadan kendi oyununu oynamaya başlamıştı. Darbecilerin bütün çalışmalarını sesli ve görüntülü kayda aldırıyor ve nihai hesaplaşma gününü bekliyordu. İki tarafın da birbirini görüntülediği ve dinlettiği bu nefes nefese takip sürecinden bakalım kim galip çıkacaktı?
2004 Nisan’ı ortalarında -Özkök mahkemedeki ifadesinde olaydan 2004 baharında haberdar olduğundan söz eder- Eruygur’u karargâha çağırır. Çay kahve faslından sonra konuya giren Özkök, Eruygur’a sürpriz yapar ve Jandarma Karargâhı’nda yapılan darbe toplantılarının şok görüntülerini izletir. Hiç beklemediği bu manzara karşısında Eruygur kızarır, bozarır, zira görüntülerde karşısındaki Genelkurmay Başkanı aleyhinde ağza alınmayacak hakaretler vardır.
Hilmi Özkök, görüntüleri izlettikten sonra zarif bir üslupla “Darbeni yakaladım Paşa” demiş, Eruygur buna karşılık ölgün bir sesle “Karargahım bana ihanet etti” diye mırıldanmıştır. Özkök ona, hukukî yaptırımları hatırlatmayı da ihmal etmemiştir.
Komutanlarının omuzları çökük vaziyette döndüğünü gören Jandarma’daki darbeci kurmaylar onun etrafını almışlar, söyleyeceklerini merakla beklemektedirler. Eruygur deşifre edildiklerini izah ettikten sonra paniğe kapılan darbeciler içlerindeki köstebeği aramaya koyulurlar. Ancak çok geçtir. Mustafa Balbay’ın günlüklerindeki korkulan ihtimal gerçekleşmiş, DP’li bir aileden geldiği için sürekli horlanan, aşağılanan, evinden sefertasıyla yemek getirmesi alay konusu edilen “sizin bir numara” (ona “yetim”, “imam”, “dinci” gibi kendilerince küçümseyici sıfatlar da taktıklarını biliyoruz), bütün oyunları bozmuş, ipleri eline almıştır.
Şimdi darbeci cenahta korku dağları bekler olmuştur: Ya bir ihbar eden olursa? Kâbus günlerce sürmüş ama Özkök, şuyuu vukuundan beterdir diye düşünüp hadisenin üzerini örtmeyi tercih etmiş, nitekim mahkemedeki ifadesinde Eruygur’u uyarmakla yetindiğini söylemiştir.
Öte yandan uyarı görevine devam eden Özkök, Mayıs 2004’te katıldığı Harp Oyunları’nda 1. Ordu Komutanı Çetin Doğan’ı çağırıp “Darbe hazırlığı duyumu aldım, bunlar doğru mu?” diye sıkıştırıp gözdağı vermiştir. Böylece darbenin İstanbul ayağını da pasifize eden Özkök’ün müdahalesi sonuç vermiş ve Jandarma Genel Komutanlığı’ndaki bütün üst düzey subaylar peş peşe tayine tabi tutulmuştur. “Kocakulak” Levent Ersöz önce Bilecik’e atanmış, sonra da YAŞ’ta emekliye sevk edilmiştir. Tuğgeneral Kadir Ali Esener ise önce Aydın’a tayin edilmiş, ardından iki yıl üst üste rütbe bekleme alınca emekli olmuştur.
Ne kadarı doğrudur bilemem ama Süleyman Yeşilyurt’un kitabından aldığım bu çarpıcı bilgiler, bir yandan halen devam etmekte olan davaların içyüzünü açıklarken, aynı zamanda 6,5 yıl önce hangi büyük badireleri nasıl atlattığımızın da öğrenilmesine yardımcı olacak nitelikte göründü bana.