‘İflas Eden Tanrıça’
‘Kadın araştırmaları’, kadınların genelde insanlığın şaheserlerini okumaktan çok kadınlarca yazılmış alelade ya da marjinal kitapları okumalarına yol açmaktadır… Bu, ölü bir gayedir, en basitinden kadınları insan ırkının ana düşünüş damarından koparma tehlikesini içerir. Bu tür kültler aynı zamanda gençlerin zamanlarını boşa harcamalarına neden olabilir; gençler insanlığın kültürüne ait zor ve önemli konuları araştırmak yerine feminizm hakkında en son çıkmış kitapları okumaya yönelebilirler.”
Böyle cevap veriyor ünlü İngiliz kadın romancı-filozof Iris Murdoch kendisinden görüşünü soran Christina Hoff Sommers’a (Haz.: David Brooks, Backward and Upward, Vintage Books, 1996, s. 45-46). Her halde bir süredir tartıştığımız feminizmin temel yanılgısını Murdoch’tan daha veciz bir şekilde özetleyemezdim. İnsanlığın (tabii bu arada politikanın da) ana meselelerini göz göre göre ıskalamanın, giderek savsaklayıp sulandırmanın bir tür stratejisi haline gelmiş bulunuyor bugün feminizm. Zaten 1960’lar ve 70’lerdeki altın çağı bitip temel meselelerin hala önümüzde durduğunun anlaşıldığı günümüzde Avrupalı ve Amerikalı entelektüeller -ki içlerinde I. Murdoch, C. Pagglia ve kısmen G. Greer gibi kadınlar da bulunmaktadır- feminizmin ciddi bir muhasebesini yapmaya, ne getirip ne götürdüğünü ve belki inanmayacaksınız; ama bir “şaka” olup olmadığını tartışmaya açmış bulunmaktadırlar. (Bizde ise seslerini en ciddi tonlara bürüyüp “Meclis’e kadınlar dolsa, görün bakın neler olacak? Türkiye’nin çehresi bir anda değişecek!” sığlığını aşamayan bir söylem hakim.)
Amerika’da çıkan National Review adlı dergi, 18 Kasım 1991 tarihli nüshasını feminizmin tükenişine ayırmış ve kapağa yazımın başlığı olarak aldığım The Goddess that Failed ibaresini koymuştu. Dergide iki önemli makale dikkatimi çekmişti. Birincisi, ataerkilliğin savunmasını yaptığı The Inevitability of Patriarchy’nin yazarı Steven Goldberg’in “Feminizm Bilime Karşı” başlıklı yazısı, diğeri ise aşağıya görüşlerinden bir kısmını alacağım ünlü siyaset felsefesi hocası Kenneth Minogue’un “İflas Eden Tanrıça” adını koyduğu eleştirel yazısı.
Minogue yazısına feministlerin yüz yüze gelmelerinin mukadder olduğu en ciddi problemin, erkeklerle eşit mi, yoksa farklı mı olduklarına karar verememek olduğuna işaret ediyor. Kadınlar, erkeklerden ayırt edilemeyecek kadar ona her bakımdan yakın, eşit, hatta ‘aynı’ olarak tanımlandığında bu defa erkeklerin standartları çıta olarak kadınların önüne konulmuş oluyor, ‘bu oyunda’ kadınlar her alanda erkeklerle boy ölçüşemediklerini kısa bir sürede fark ediyor, bu defa da ‘kadınlara özel’ muamelelerin gerektiğini iddia ediyorlar; bu ise tam da baştan kaçmaya çalıştıkları farklılığın ve özcülüğün bu sefer gönüllü olarak kendi elleriyle benimsenmesi anlamına geliyor.
Feminizmi “modernliğin parazitleri”nden biri olarak kabul eden Minogue, ağır eleştiriler yöneltiyor ona: “Feminizm, serbest ve kolay eşitliğe sahip bir geleceğe hızla sıçramak isteyen kıt yetenekli kadınların sabırsızlıklarının (Marksizm’inkine) benzer bir istismarıdır. Başka türlü, feministlerin, Batı’nın ana damarındaki başarının dayandığı hüner, yapabilme gücü ve dirayete gösterdikleri şaşırtıcı ilgisizlik neyle izah edilebilir? Başka türlü, anayasaya konulacak bir maddeyle otomatikman bütün senatörlüklerin yüzde 50’sinin kadınlara verilmesi gerektiği gibi çılgınca bir talep nasıl açıklanabilir?” (Bildiğiniz gibi Türkiye’de bu uygulamaya “kota” deniliyor.)
Özellikle daha muhafazakar bir ülke olan Amerika’daki feministler -yine bizimkilerden dağlar kadar farklı olarak- ‘flört sırasındaki cinsel tecavüz’ anlamındaki date rape’e karşı çıkıyor ve kızların/kadınların öyle ulu orta erkeklerle bir araya gelmelerini engellemeye çalışıyorlar. Zira böyle ortamlar her zaman erkeklerin işine gelmekte ve kadınlar tecavüze uğramakta, kızlar ise iğfal edilmektedir. Dolayısıyla erkek ile kadının dünyalarını ayırma yönünde bir eğilim de başlamış radikal feministler arasında. Minogue ilginç bir bağlantı kurarak bunu Müslümanların mahremiyet ve harem-selamlık uygulamalarına benzetiyor ve feminizmin hiç de tahmin edilemeyecek bir kavşakta Müslümanlarla yolunun kesiştiğine dikkat çekiyor.
Devam edelim mi feminizmi tartışmaya?