İngiliz Büyükelçisinin arabasını çekenlerin torunları “Elçi krizi”nde yasa girdi… Mustafa Armağan
Tarih: 31 Temmuz 1908’dur. İkinci Meşrutiyetin 24 Temmuzda ilanının üzerinden tam bir hafta geçmiştir.
O sırada İstanbul’daki İngiltere Büyükelçisi Sir Nicholas O’Conor ölmüş, Londra’dan yerine yeni bir Büyükelçi atanmıştır. Çiçeği burnunda büyükelçi Gerard Lowther’ın trenle İstanbul’a geleceği, “Devr-i Dilârâ-yı Meşrutiyet”in sarhoşluğuna kendilerini iyiden iyiye kaptırmış bulunan İngiliz taraftarı Jön Türkler tarafından haber alınmış, aralarında heyecanlı bir bekleme başlamıştır. Hem İngilizler olmasaydı bu muazzam inkılap gerçekleşebilir miydi? Britanya devlet-i fahimânelerine bir teşekkür şarttı.
İşte o büyük gün gelip çatmıştı.
İngiltere Büyükelçisi trenden ineceği gün topluca Sirkeci Garı’na gidildi. Elçi tezahüratla karşılandıktan sonra gençler galeyana geldi. İçlerinden bazıları elçiyi taşıyacak arabaya koştu ve atlarının koşumlarını sökerek yerlerine kendilerini koştular. Sonra da Galata’nın sarp yokuşlarından çıkararak Galatasaray’da İngiliz Büyükelçiliğinin bulunduğu binaya kan ter içinde kalma pahasına taşıdılar.
İçinizde ‘Bu kadarı da olmaz, kesin muhafazakârların şehir efsanelerinden biridir’ diyenler varsa kendilerine yanlış kapı çaldıklarını söylemek zorundayım. Bilenler bilir: Bu köşenin yazarı kaynağını tahkik etmediği hiçbir yazıya imza atmaz.
O zaman buyurun kaynaklar arasında hızlı bir gezintiye.
Önce meşhur Midhat Paşa’nın oğlunun tespitlerini alalım. Ali Haydar Midhat hatıratında İngiliz elçisinin arabasını çekme hadisesini İstanbul’daki Alman-İngiliz çekişmesi bağlamında şöyle ele alacaktır:
“1908 tarihinde İstanbul’da bulunan ecnebi süfera (elçiler) arasında, en ziyade dikkati celp eden (çeken) Almanya Sefiri Baron Marschall von Biberstein’di. (…) Meşrutiyet’in ilk günlerinde, halkın İngilizlere gösterdiği muhabbet ve dostluk tezahürleri, Alman Sefiri’ni oldukça düşündüren bir keyfiyet olmuştu. Halk, İngiliz Sefiri Sir G. Lowther’in arabasını hayvanlarını sökerek, arabayı ta sefarethaneye kadar bizzat çektikleri zaman, Alman siyasetinin Türkiye’de iflas ettiğine hükmedenler olmuştu. İngilizlere karşı bu kadar sevgi izhar olunurken, Abdülhamid, Almanlara dostluk gösterdi diye, aksine olarak Almanlar aleyhinde nümayişler yapılıyor ve gazetelerde Baron Marschall’ın istibdat devrindeki hareket ve hizmeti hakkında imalar eksik olmuyordu.” [1]
Bu zillet kokan hadiseden bahseden bir başka yayın ise Mahmud Muhtar Paşa’nın Maziye Bir Nazar adlı hatıratıdır. Burada öyle bir cümle sarfeder ki Paşa, araba çekme hadisesinin Almanya ile İngiltere arasındaki nüfuz mücadelesinin bir perdesi olduğu kesinleşmeye başlar:
“İstanbul’da Almanya sefâreti işlerini vekâleten yürüten sefir Von Kiederlen Wachter hakkındaki aleyhte tezâhürat bu konuda şüpheye yer bırakmıyordu. Halbuki yeni İngiliz sefiri Sir Edward Lowther’in İstanbul’a gelişinde büyük bir topluluk demiryolu istasyonunda sevgi gösterilerinde bulunuyor ve hangi yönden bakılsa Türkiye işlerinde yeni bir istikamet görülüyordu. Bu itibarla Osmanlı meşrutiyeti İngiltere ve Fransa’ca mes’ûd bir hadise telâkki ediliyor(du)…”[2]
İzzet-i nefsini yitirmiş ve şahsiyetini Batı’nın lütuflarına endekslemiş Jön Türklerin İngiltere’ye duydukları karşılıksız sevginin yansıması olan ve tarihimize “Kara leke” olarak geçen bu iğrenç hadise hakkında Jön Türklerden Ahmet İhsan (Tokgöz) de bizzat görgü tanığı ve büyükelçiyi karşılayanlardan biri sıfatıyla aşağıdaki tespiti ve özeleştiriyi yapmıştır:
“1908 Temmuzunun 23. günü (yani Meşrutiyetin ilanı sırasında) İstanbul’da bulunmayan İngiliz Sefiri Lowther şehrimize döndüğü zaman Sirkeci istasyonunu baştanbaşa doldurmuştuk. Büyükelçiyi candan ve gönülden alkışlıyorduk. Nihayet coşkun gençler büyükelçinin arabasını çeken atları söktüler, arabayı kendi kollarıyla çekmişlerdi. Bu fıkrayı yazmaktan maksadım, Meşrutiyetin ilanına kadar Türk aydınlarının siyasi meylini ve düşüncesini göstermek içindir.”[3]
Öyle ki, araba çekme olayından İngiliz büyükelçisi bile neye uğradığını bilemeyip şaşkına dönmüş, aynı gün Londra’ya çektiği telgrafta bu beklenmedik davranış karşısında hayretler içerisinde kaldığından bahisle arabasını çeken Jön Türklerden “Politik tecrübeden yoksun, aralarında birlik bulunmayan iyi niyetli çocuklar topluluğu” diye alaycı bir ifadeyle bahsetmek ihtiyacını duymuştu.[4]
Son 10 yılında Osmanlı Devleti’nin yönetimi bu “iyi niyetli ama tecrübesiz çocukların” eline geçecek, imparatorluk bunlar tarafından idare edilecek ve henüz 10 yıl bile tamamlanmadan biten Cihan Harbiyle birlikte koca bir imparatorluk da tarihe karışacaktı. Oysa Sultan II. Abdülhamid ise Lowther’in teşhisinin aynını daha yıllar önce şöyle koymuştu:
“Hakimiyet çocukların eline geçti, neler yapabileceklerini bekleyip görmek lazım.”[5]
Öte yandan İngiltere’nin Dışişleri Bakanı Grey, Lowther’a yolladığı talimatta “İstanbul’a olabilecek en uygun ve ilginç bir dönemde ulaştınız. Bu göreve atandığınızda böylesine coşkulu bir karşılamayı aklımızdan bile geçiremezdik” diye yazıyordu. Dışişleri Bakanı ayrıca Avam Kamarası’nda “Türk-İngiliz dostluğu” ve uygulayacakları “yeni Osmanlı politikası” üzerine önemli bir konuşma yapmış, dahası, yeni yönetim (Jön Türkler) sözünü ettiği reformları uyguladığı müddetçe ellerinden gelen desteği vermeye hazır olduklarını belirtmişti.[6]
Öte yandan Almanya da boş durmuyor, Payitahtta yeni itibar kapılarını zorluyordu. O kadar ki, İngiliz Büyükelçisinin arabasının çekilmesinden rahatsız olarak Osmanlı hükümetine başvurmuş ve Berlin’den gelmekte olan büyükelçi Baron Biberstein’ın arabasının da çekilmesini isteyecek noktaya kadar işi ilerletmişti.
Almanların bu hakaretamiz teklifi diplomat Galip Kemali Söylemezoğlu’nun hatıralarında dile getirilir. Buna göre, Meşrutiyetin ilan edildiği günlerde İstanbul’da bulunmayan Alman Büyükelçisi Berlin’den dönmeden önce Büyükelçiliğin baştercümanı Osmanlı Hariciye Nezaretine gelerek Biberstein Sirkeci Garı’na gelince gençlerin onun arabasını da çekmelerini rica etmişti.
Hariciye Nazırı Tevfik Paşa ise bu teklife İngiliz Büyükelçisinin arabasını gençlerin kendi istekleriyle çektikleri, isterlerse Alman büyükelçisinin de arabasını çekebilecekleri cevabını verdi. Tabii Büyükelçi gara inince arabasını atlardan başka çeken olmadı. Elçinin trenden inip arabasına binişini küçük bir meraklı topluluk seyretmekle yetindi.[7]
Böylece arabayı at yerine insanların çekme eylemi Jön Türklerin İngiltere’ye mahsus bir jesti olarak kalacak ama elçilere güvenen yerli işbirlikçiler son “elçi krizi”ne kadar uzanan karanlık bir çizgide hak ettikleri sakil mevkii alacaklardı.
Not: Yakında yayınlanacak Celladına Aşık Olmak adlı kitabından yararlanmama ve yazımızda kullandığımız resmi neşretmeme izin verdiği için Süleyman Kocabaş beye teşekkür ederim.
Kaynaklar;
[1] Ali Haydar Midhat,Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Hatıralarım 1872-1946, Bengi Yayınları, İstanbul, 2008, s. 199.
[2] Mahmud Muhtar, Maziye Bir Nazar: Berlin Andlaşmasından Harb-i Umûmi’ye Kadar Avrupa ve Türkiye-Almanya Münasebetleri, Hazırlayan: Erol Kılınç, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 1999, s. 103.
[3] Ahmet İhsan, Matbuat Hatıralarım, c. I, s. 33.
[4] Matthew Smith Anderson, Doğu Sorunu 1774-1923, Çeviren: İdil Eser, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2001, s. 296, dipnot 16.
[5] Sir Henry F. Woods, Türkiye Anıları: Osmanlı Bahriyesinde 40 Yıl (1869-1909), Çeviren: Fahri Çoker, Milliyet Yayınları, İstanbul, 1976, s. 139.
[6] Murat Özyüksel, “İkinci Meşrutiyet ve Osmanlı İmparatorluğu’nda Alman-İngiliz nüfuz mücadelesi”, İ.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, No: 38 (Mart 2008) https://www.acarindex.com/pdfler/acarindex-143f3c8d-6a39.pdf (erişim: 27 Ekim 2021)
[7] Galip Kemali Söylemezoğlu, Hariciye Hizmetinde Otuz Sene, c. I, Maarif Basımevi, İstanbul, 1955, s. 128.
28.10.2021, muzakerat.com