• Home
  • Genel
  • ‘İsrail tarihî bir hatadır!’

‘İsrail tarihî bir hatadır!’

‘İsrail tarihî bir hatadır!’
İsrail’in 1982’den sonra giriştiği ikinci Lübnan işgali, modern dünyanın medenî yüzünü hızla kazıyor ve altındaki ikiyüzlülüğü teşhir ediyor. Lübnan’ın İsrail tarafından işgali, zannedildiği gibi ilk değildir. Hafızalar o kadar hızla kurtlanmaktadır ki, binlerce masum insanın kıtır kıtır kesildiği Sabra ve Şatilla katliamları bile çoktan unutuldu gitti.
O zamanlar hiç değilse Jean Genet gibi namuslu entelektüeller kalkıp ateşli yazılar yazıyor, dünya kamuoyunun dikkatini bu insanlığın bittiği noktaya çekebiliyorlardı. Şimdilerde Norman Finkelstein gibi cesur yürekler de olmasa Lübnan ve Gazze’de yaşanan bebek gaddarlığından neredeyse habersiz kalacağız. (Basından gizlenen fotoğraflara ulaşmak için bu siteye göz atmanızı ama önce bir doktora gidip kalbinizin sağlam olup olmadığını kontrol ettirmenizi tavsiye edeceğim: )
ABD’nin fikir tanklarından Richard Cohen, 18 Temmuz 2006 tarihli Washington Post’da çıkan lafını budaktan esirgemeyen yazısında, İsrail’in yapabileceği en büyük “hata”, kendisinin bir hata (mistake) olduğunu unutmaktır diyor. İsrail kuzeyde Hizbullah’la, güneyde Hamas’la savaşıyor olabilir ama en amansız düşmanının “tarih” olduğunu unutmamalıdır, diye ekliyor Cohen. Nedir bu hata? Cohen’e göre bu hata, etrafı Müslüman ülkeler ve halklarla çevrili bir coğrafyaya Avrupalı Yahudilerin göç ettirilerek bir millet ve devletin kurulabileceğine inanılmış olmasıdır.
İsrail’in kurulması için çalışan Siyonist akıl, Filistin’in “halksız bir toprak”, Yahudilerin de “topraksız bir halk” olduğu yolundaki evlere şenlik bir sloganla yola çıkmıştı. Filistin boş bir araziydi, Yahudiler de topraksız bir halk. O zaman? Bu ‘boş alan’a, binlerce yıl evvel vaat edilen ülkeye gidip yerleşmekten başka iş kalmıyordu.
Lakin 1917’de ilan edilen ve İsrail’in kurulması yolundaki en hayatî adımlardan birini teşkil eden Balfour Deklarasyonu’nda Yahudilere bir “yurt” (Jewish Home) verilmesine İngiliz Yahudi cemaatinin yöneticileri tarafından karşı çıkıldığını bilmek lazım. İngiliz Yahudilerine göre bu deklarasyon, Yahudileri İngiltere’den kovmak(!) için düzenlenmiş bir planın parçasıydı. Hatta İngiliz kabinesinde bakan olan Yahudi E. S. Montagu, Ortadoğu’da düşmanlığı kışkırtabileceği gerekçesiyle Balfour Deklarasyonu’na muhalefet etmekten çekinmemişti.
Şunu eklemek gerekir ki, Osmanlı-Türk Yahudileri bugün İsrail’de üvey evlat muamelesi görürler. Yani Avrupalı Yahudi olmak ile Avrupa dışından gelen Yahudi olmak bile farklılık doğurmaya yetmektedir İsrail’de. Kuzey Afrika’dan İsrail’e göç eden Yahudiler, kendi sözde yurtlarında gördükleri ikinci sınıf vatandaş muamelesi karşısında ne yapmışlardır biliyor musunuz? Bir siyasî parti kurarak haklarını savunmak zorunda kalmışlardır.
Demek ki, Yahudiler denilince yekpare bir kütleden bahsetmek mümkün değil. Her beşerî topluluk gibi onların da kendi içlerinde büyük görüş ayrılıkları var. Olmaması tuhaf olurdu zaten. Üstelik İsrail’de toplanan insanların binlerce yıldan beri farklı diller, kültürler, alışkanlıklar, davranışlar, dünya görüşleri, hayat felsefeleri vs. geliştirdiklerini ve millet olmak için belki fazla şehirli ve kültürlü ama bir halkın sahip olması gereken (çocuk oyunlarından siyaset felsefelerine kadar) ortak algı ve davranış kodlarından mahrum bulunduklarını bilmekte yarar var.
İsrail devleti, Rus ve Doğu Avrupa Yahudileri istisna edilirse köylülükten uzun zaman önce kopmuş ve neredeyse tamamen şehirlileşmiş bulunan Avrupalı Yahudilerin yeniden toprakla tanıştığı bir tecrübeyi temsil eder. Fakat Avrupa’daki fennî ve makineleşmiş köylülüktür onlarınki. Köy kültürünün şekillendirdiği o tabiatla senli benlilik, o biraz kaygısız ilişki İsrail kibbutzları tarafından kurulamamıştır. Hani bizde “sonradan görme şehirli” tipi vardır ya, onlarınki de “sonradan görme köylü” tipidir. Köylülüğün özünde var olan bilgelikten mahrumdurlar.
Etrafı düşmanlarla çevrili bir ülkeye yerleşen Yahudi göçmenler, gerek satın alma yoluyla, gerekse işgal yöntemiyle Filistin topraklarını adım adım fethetmişlerdi. Daha 1930 yılı başlarında ekilebilir arazinin onda birinin Yahudi yerleşimciler tarafından ele geçirilmiş olması da gösteriyor ki, Filistin arazisi asla “halksız bir toprak” değildi. Ekilen biçilen topraklar burada bir halkın yaşadığının en büyük kanıtıydı.
Tabii kendilerinden önce Filistin toprağını boş kabul ettikleri için de mesela ünlü Yafa portakalının tamamen bir İsrail mucizesi olduğunu iddia edecektir İsrailliler. Oysa kaynaklara gittiğimizde bu portakal cinsinin Filistin topraklarına ekilme tarihinin 1880 olduğunu, yani II. Abdülhamid dönemine denk geldiğini ve portakalcılığın Filistin’e sağlanan sulama imkânları sayesinde geliştiğini görürüz. İlk olarak 500 fidan dikilmiş, 1913 yılına gelindiğinde tam 1,6 milyon kasa Yafa portakalı ihraç edilmiştir. Osmanlı’nın Yafa portakalı zamanla İsrail’in en önemli ihraç kalemlerinden biri olmuş ve Filistin’deki “Yahudi mucizesi”nin kapsama alanına alınmıştır. (Yafa portakalının, bu şehirden ayrılmak zorunda kalmış Filistinli Araplar için vatan hasretini ve mutlu zamanları simgelediğini de belirtelim.)
Cohen, İsrail’in “tarihî bir hata” olduğunu söylemişti. Bu sonu olmayan savaş, İsrail’in yalnız Arap-Müslüman ülkelerden değil, insanlığın diğer kısmından kopartan devlet terörü bataklığına saplanmasından, daha fazla kan ve gözyaşı akıtmasından, bilimsel ve teknolojik başarılarına rağmen ‘çağdışı’ kalmasından başka bir kapıya çıkmayacaktır. ABD’nin İsrail’e desteği, tıpkı bir zamanlar İngiltere’nin desteği gibi, petrolün varlığına ve bölgedeki stratejik hesaplarına bağlıdır. Bu hesapların değişeceği bir dünya ihtimalidir İsrail’i asıl korkutan. Nitekim 1989’da Demir Perde çökünce Başkan Regan’ın, tıpkı bir zamanlar İngiltere’nin Yahudi göçmenlerin yüzüne kapısını kapattığı gibi, ABD’nin Sovyet vatandaşı Yahudilere vize vermeyeceğini ilan etmesi İzak Şamir’i fena halde panikletmişti. Şamir, Reagan’ı güç bela ikna edebilmiş, ABD’nin göçmenleri kabul etmesi karşılığında onların bir an önce İsrail’e gitmeleri için ellerinden geleni yapacaklarına, Ortad oğu’daki Amerikan çıkarlarının daha sadık bir müttefiki olacaklarına dair sözler vermişti. Bu da, İsrail’in nasıl kullanıldığını gösteren çarpıcı bir örnektir yakın tarihten.
Velhasıl, yüzyıllardır bilimden sanata kadar birçok alanda parlak başarılar gösteren Yahudi dehası, İsrail’in kurulmasında gösterdiği aklı, sonraki siyasetine hakim kılmayı becerememiş durumda. Birilerini kullanmak ile kullanılmak arasındaki o ince sınıra bu kadar yüklenmek, İsrail için fayda değil, zarar getirir. Devlet adamlığı ve bilgeliğini, bu alanlarda acemi bir halktan beklemek zor belki; ama İsrail’de dünyadan kopuk yaşamanın da bir sonu olduğunu bilecek kadar akıllı insanlar olduğunu tahmin etmek istiyoruz. İsrail, ince bir yol ayrımında. Hata mı değil mi, zaman gösterecek. Umarız bu hatadan daha fazla kana mal olmadan dönülür.

Bir cevap yazın