Artık alıştım sayılır: Konuşmacı olarak gittiğim konferanslardan sonra kafası karışanlar etrafıma toplanır, kemikleşmiş bilgilerinin sarsılmasından rahatsızlık duyanlar, “Ama bize böyle öğretilmemişti!” diyerek şaşkınlıklarını beyan ederler. Ben de zihinlerindeki bulaşıkları temizlemenin yolunu yordamını anlatırım kendilerine elimden geldiğince. Lakin bir seferinde şu sözleri işittiğimde şaşırma sırası bana gelmişti: “Kafamız karıştı, çünkü bir hafta önce sizin yerinizde oturan bir başka hocamız Osmanlı denizcilerinin Akdeniz’e bile tamamen hakim olamadıklarını, burunlarının dibindeki Atlas Okyanusu’nda neler olup bittiğini merak dahi etmediklerini, zaten bu yüzden Amerika’yı bizim değil, Avrupalıların fethettiklerini söylemişti. Gerçekten de Osmanlılar Cebelitarık Boğazı’ndan burunlarını dahi çıkarmamışlar mıydı?”
Bir kere zihinlerimizdeki tarihin bir çöp tenekesine dönüşmüş olduğunu kabul edelim. İkincisi, önyargılarımızın kalın kabuğunu delip içine girmenin çaresini bulabilmiş bir Zaloğlu Rüstem çıkmış değildir. Üçüncüsü, kendi tarihine bizimki kadar hafife alarak ve karikatürleştirerek bakan bir başka aydın tipi olduğunu zannetmiyorum; tabii bir tek sömürge ülkelerinin sömürgeciler tarafından özel olarak yetiştirilmiş aydınları hariç. Bu bakımdan tarihimizin, gömüldüğü, hatta boğulduğu ve altından zaman zaman boğuk sesinin duyulduğu bir çöplük olduğunu ve ilk işimizin bu çöp yığınını seferberlik ilan ederek bir an önce kaldırmak olduğunu bilmemiz gerekir. Anlayacağınız, işimiz, Necip Fazıl’ın deyişiyle, Osmanlı buzdağının hohlayarak eritilmesi sonucunda oluşan çamur deryası içinden kayıp incileri bulup çıkartmak ve yıkayıp aslî parlaklığını iade etmek olacaktır.
İşte Osmanlıların Akdeniz’e haps olduğu ve okyanuslara açılamadığı iddiası da bu çamurlardan birisi. İnsan utanır yahu! Hadi Açe filan derken öğrendiğimiz Hint Okyanusu’nu turlayan Osmanlı gemilerini bir kenara bırakalım, ya Atlas Okyanusu’nda Kristof Kolomb’un gemilerinden birini avlayan Kemal Reis’imize ne demeli?1 Peki bir dönem İngiltere’yi avucunun içine alan Cromwell’in Cezayirlilerle mektuplaşırken Hicrî takvimi kullanması hangi manaya geliyor? Buyrun çiban çıkartan bir olay daha: 1600’lerde, ihtiyaç duyulması halinde İngiliz ve İskoç gemileri Kuzey Afrikalı hacıları Mısır’a taşıyor, üstelik bu işten hayli para da kazanıyorlardı!
“Gayrı bunca şaşırdığımız yeter”, demiyorsanız son bir örnek vereceğim. 1603 yılında Fas hükümdarı Ahmed el-Mansur, İngiliz Kraliçesi Elizabeth’e bir mektup yazar ve o devirlerde henüz bakir bir kıta olan Amerika’yı beraberce istila etmeyi teklif eder. İlginçtir, bu teklif, Amerika’da herhangi bir istikbal göremeyen(!) Kraliçe tarafından geri çevrilmiştir.2
Yıl 1627’dir, yani IV. Murad’ın iktidar yılları.
Kendi memleketlerinde korsanlık resmen yasaklandığı için işsiz kalan İngiliz ve Danimarkalı korsanlar Cezayir’e sığınır ve Müslüman olurlar. Burada kendilerini ispatlamak ve yönetime yaranmak kaygısıyla Osmanlı denizcilerinin yeterince bilmediği kuzey sahillerini ele geçirme hayallerine dalıp zaten daha önce İngiltere ve İrlanda sahillerine kadar gitmiş olan “Türk” denizcilerini daha da kuzeye gitmeye ikna ederler. Başlarında da, aslen Haarlemli bir Hollandalı olup Müslüman olarak Osmanlı saflarına katılmış olan Ağa Murat Reis (eski ismi Jan Jansen) bulunmaktadır.3 (Şu hale bakın: Osmanlı toplumu değil, Avrupa Birliği mübarek!) O vakitler (tabii şimdi de) Danimarka’nın toprağı olan İzlanda kıyıları, işte bu sefer sırasında Osmanlı sarıkları ve ezan sesiyle tanışmış, bu kuş uçmaz kervan geçmez adanın tarihinde renkli ve cıvıltılı bir sayfa açılmıştır.
20 Haziran 1627’de başlayan seferde 4 Cezayir gemisi İzlanda sahillerine ulaşabilmiş, kısa süreli bir çatışmadan sonra karaya çıkarma yapılmış ve 240 civarında İzlandalı esir alınarak Cezayir’e dönülmüştür. Amaçları, esirler karşılığında fidye koparmaktır. Dönüş yolculuğunda esirlere Müslümanlar tarafından iyi davranıldığını, kendileri ne yerse esirlere de aynısını yedirdiklerini, İzlandalılara asıl kötü davrananların, sonradan Müslüman olmuş İngiliz ve Danimarkalılar olduğunu bizzat o gemide esir bulunan piskopos Olaf Egilson, yıllar sonra yazdığı hatıralarında anlatmıştır.
Cezayir beyleri tarafından Danimarka Kralı’na fidye işinde aracı olması için gönderilen Olaf Egilson, Kopenhag’da para toplamak için var gücüyle çalışmış ve sonuçta esirlerin büyük bir bölümünün ülkelerine dönmesini sağlamıştır. Ancak esirler arasından Cezayir’de kalıp Müslümanlar arasına karışanlar da olmuştur. Hatta bunlardan ikisinin kendi istekleriyle kaldıklarını bile biliyoruz. Kaynakların bildirdiğine göre, Jon Asbjarnarsson adlı İzlandalı gemici, Cezayir Dayısının sarayında hatırı sayılır bir mevkiye yükselmiştir. Diğer İzlandalı Jonsson Vestmann’ın durumunun daha da ilginç olduğunu görüyoruz. O, Cezayir akıncıları arasına katılarak Akdeniz’i Atlas Okyanusu’na bağlayan sahada Osmanlı’dan izinsiz kuş uçurtmayan bir Osmanlı “reisi” olmayı tercih etmiştir.4
Tarihimizin uykusu kaçmıştır bir defa. İzlanda sularında sırma ve ipek şeritle süslü sarıkların gölgesi, sokulan bıçağın acısıyla uyanmış ve uyandırmıştır kendisini.
Bu bilgileri, son yıllarda Osmanlı (Müslüman)-İngiliz ilişkilerinin derinliği ve karmaşıklığı hakkında yazılmış en iyi çalışmalardan birisi olan Nabil Matar’ın kitabından derledim. Bkz. Turks, Moors & Englishmen in the Age of Discovery, Columbia University Press: New York, 1999. Matthew Dimmock’un daha yakın tarihli bir çalışması ise bize İngiltere’deki “Türk” (Turke) imajının oluşumuyla ilgili çarpıcı bilgiler sunmaktadır: New Turkes: Dramatizing Islam and the Ottomans in Early Modern England, Ashgate, 2005.
Bugün bildiğimiz manada, kendi başına buyruk korsanlık Osmanlı’da da kanunsuz bir eylem kabul ediliyordu. Ancak dar manada korsanlık, Osmanlı deniz kuvvetlerinin akıncı birliklerine tekabül eder ve devletin kontrolü altında ve hizmetinde bulunurlardı. Bunlar gayri kanunî işler yaptıklarında yakalanıp cezalandırılırlardı. Geniş bilgi için bkz. Mustafa Armağan, Osmanlı Tarihinde Maskeler ve Yüzler, İstanbul 2005, Timaş Yayınları, s. 234-239.
1 İdris Bostan’ın titiz ve sabır isteyen muhteşem çalışması Kürekli ve Yelkenli Osmanlı Gemileri (İstanbul 2005, Bilge Yayım), kanaatimce Osmanlı gemiciliğinin ‘çağdaşlığı’ konusundaki anlamsız soruya verilmiş en iyi cevaptır.
2 Bu bilgileri, son yıllarda Osmanlı (Müslüman)-İngiliz ilişkilerinin derinliği ve karmaşıklığı hakkında yazılmış en yetkin çalışmalardan birisi olan Nabil Matar’ın kitabından aldım. Bkz. Turks, Moors & Englishmen in the Age of Discovery, Columbia University Press: New York, 1999. Matthew Dimmock’un daha yakın tarihli bir çalışması ise bize İngiltere’deki “Türk” (Turke) imajının oluşumuyla ilgili çarpıcı bilgiler sunmaktadır: New Turkes: Dramatizing Islam and the Ottomans in Early Modern England, Ashgate, 2005.
3 Murad Reis, Müslüman olup korsanlar arasına karıştıktan ve Cezayir’de bir çok olaya adı karıştıktan sonra dahi iki defa sıla hasretine dayanamayarak memleketini ziyaret etmiştir.
4 Bu sefer hakkında en esaslı araştırmayı, yarım asır önce Bernard Lewis yapmıştır: “İzlanda’da Türkler” [“Corsairs in Iceland”, Revue de l’Occident musulman et de la Méditerranée, n° 15-16], Çeviren: H. D. Andreasyan, Türkiyat Mecmuası, Sayı: 10, 1951-1953, s. 277-284. Aynı makale şu yayında tekrar basılmıştır: Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu Belleteni, Aralık 1954, s. 13-17. İngilizlerin Müslüman oluşuyla ve seferi yönlendirişleriyle ilgili olarak bkz. Mithat Sertoğlu, “Türklerin İzlanda akını ve Müslüman olan İngilizler”, Tarih Dünyası, Sayı: 1, 15 Nisan 1950, s. 28-29. Konu hakkında biraz daha farklı bilgiler için bkz. Yılmaz Öztuna, “Atlas Okyanusu’nda Türkler”, Hayat Tarih Mecmuası, Sayı: 8, Eylül 1967, s. 5-6; ve Yılmaz Öztuna, Osmanlı Devleti Tarihi, Cilt 2, İstanbul 1986, Faisal Finans Kurumu Yayınları, s. 127 vd., özellikle s. 131 vd. Bu seferde mi başka bir seferde mi tam olarak tespit edemedim ama “Turk Gudda” lakabı ile tanınan bir kadın korsanın da Cezayirliler tarafından ele geçirildiği ve 9 yıl Cezayirli korsanlar arasında yaşadığı biliniyor. (“Turkish Gudda” (Gudríd Símonardottír) was kidnapped in Iceland by corsairs from Algiers and held captive for nine years before buying her way back to freedom and home. Freydís, the apparently frightful, ax-wielding sister of Leif Eirícksson, stil sports a reputation akin to that of Lizzie Borden, to whom Sjoholm questioningly compares her. Kathleen Cain, “The pirate queen”, The Bloomsbury Review, Sayı: 6, 2004 (http://www.bloomsburyreview.com/Archives/2004/Pirate%20Queen.pdf). Yazar bu bilgileri, Barbara Sjoholm’un In Search of Grace O’Malley and Other Legendary Women of the Sea adlı kitabından aktarıyor (Seal Press). Genel olarak kadın korsanlarla alakalı olarak ise şu internet kaynağına bkz. http://www.piratequeen.org