Düş artık yakamızdan Fransa. Başka kapıdan geçin. Bu kapı, o eskiden entrikalarınla sadrazam değiştirttiğin kapı değil. Kanuni’nin kapısı…
Hem ‘Düşelim artık şu Türklerin yakasından’ diyen ben değilim. Senin öz evlatlarından bir filozof. Şöyle demiş kendi bünyesindeki despotizmi Doğu’ya yıkmaya çalışan aydınlarına: “Türklerin yakasından düşelim artık.” Neden söylemiş bu sözü biliyor musunuz? Fransa’da mevcut olan despotik yönetimi gözlerden gizlemek için ikide bir Türklerin despot olduğunu yazıp çizdikleri için. Fransa’nın kendi despotizmiyle yüzleşmesi gerektiğini yüreklilikle dile getiren Althusser’in kendi tarihlerinin gözündeki merteği görmeyen Fransız parlamenterlere söyleyecek çok sözü olmalı.
Sizin anlayacağınız Fransa, tarihi boyunca bizimle oyalandı, bizimle oynadı, böylece kendisine dışarıdan bir tutamak bulmaya çalıştı. Bir başka deyişle Türklerin ve Müslümanların yakasından hiç düşmedi. Bunu görmek için Cezayir’e kadar gitmeye de gerek yok. Antep, Urfa ve Maraş, bir de Antakya halkına sorun, size anlatsınlar zalimliklerini.
Fransa’nın İslam’ı kendi kimliğine ayna olarak tutma alışkanlığı daha 732 yılında başlar. Güya Müslümanlar o tarihte Fransa’ya girmekte iken Poitiers’de durdurulmuştur. Bunu bir kahramanlık destanı olarak anlatırlar. Oysa eskilerden Pierre Loti, yenilerden ise David Levering Lewis’in yakaladıkları gibi ortada zafer diye bir şey yoktur. Sadece Fransa sınırını biraz zorlayan Arapların sonradan başka bir cepheye gitmeleridir söz konusu olan. Ama Fransızlar bu sözde zaferi öylesine allayıp pullamışlardır ki, duyan da İslamiyet’i Avrupa’da durduran güç zannedeceklerdir Fransızları.
Bunu önce Fatih’in, sonra da II. Mahmud’un annesinin aslında Fransız olduğu şaklabanlığı takip etmiş, nihayet işgal ettikleri İslam ülkelerine medeniyet götürdükleri mavalına kadar vardırmışlardır işi. Oysa 1945 gibi geç bir tarihte bile (işgalin 100 yılı dolmuştur çoktan) Cezayirliler vatandaş yapılmadığı gibi, eğitim imkânlarından sadece yüzde 8’i yararlanabilmekteydi. Aynı tarihte Cezayir Avrupalı iş adamları için ucuz işgücü anlamına gelmekteydi. Nitekim Fransız filozofu Sartre, istisnasız bütün Fransızların sömürge yakmacılığından pay aldığını belirtirken modern Fransa’nın hangi pislikler üzerinde yükseldiğini de gayet güzel açıklıyordu.
Sarkozy’ye hediye edilmişti
Başbakan Erdoğan, Fransa Parlamen-tosu’na ve Sarkozy’ye ‘soykırımı inkâr yasası’ hakkındaki cevabını genellikle yaptığı gibi tarih üzerinden vermeyi tercih etti ve Kanuni’nin 1525 Aralık’ında Fransa Kralı I. François’ya yazdığı mektubu gündeme getirdi. (Kanuni ona “Françesko” diye hitap ediyordu.) Gerçekten de zamanında ve yerinde yapılmış haklı bir çıkıştı bu.
Başbakan’ın okuduğu metin mecburen sadeleştirilmiş ve kısaltılmıştı. Özellikle başlangıcında yer alan Kanuni’nin sahip olduğu ülkeleri sayış kısmı ile François’nın sadece Fransa vilayetinin kralı olduğu vurgusu ve Fransa Kralı’nın Osmanlı’dan yardım isteyişi öne çıkarıldı.
Ancak Başbakan’ın kameralara gösterdiği büyütülmüş Osmanlıca mektup, basına yansıyan fotoğraflarda okunamıyordu. Başında bir tuğra olduğu görülüyor. Altında divani yazıyla kaleme alınmış mektubun uzunca metni yer alıyor. Mektubun levha haline getirilmiş bu halinin daha önce Sarkozy’ye de hediye edildiği de Başbakan tarafından açıklandı.
I. François, 1525 yılında Pavia’da İngiliz-Alman kuvvetlerine yenilip esir düşer. Kralın annesi de Frangipani adlı elçiyi gönderip Kanuni’den yardım ister. Kanuni ise kendisi için daha büyük bir tehlike olan ‘Karlo’ dediği Şarlken’e karşı Fransa Kralı’nı destekleyeceğini ve ona yardım elini uzatacağını söyler. Söyler ama bunu öyle bir tonda yazdırır ki, orijinali Fransa’da bulunan bu mektup, ne zaman Fransa ile aramızda bir sorun çıksa milliyetçilik duygularımızı kabartır durur.
Kanuni’nin mektubu
“Ben ki sultanü’s-selatin ve burhanu’l-havakin tac-bahş-i husrevan-i ruy-i zemin zıllullah fil ardeyn, Akdeniz’in ve Karadeniz’in ve Rumeli’nin ve Anadolu’nun ve Karaman’ın ve Rum’un ve vilayet-i Zulkadriye’nin ve Diyarbekr’in ve Kürdistan’ın ve Azerbaycan’ın ve Şam’ın ve Haleb’in ve Mısır’ın ve Medine’nin ve Kudüs’ün ve külliyen diyar-ı Arabın ve Yemen’in ve dahi nice memleketlerin abay-ı kiram ve ecdad-ı izamım enarallahu berahinehum kuvvet-i kahireleri ile feth eyledikleri ve cenab-ı celalet-meabım dahi tiğ-ı ateşbar ve şemşir-i zafer-nigarı ile feth eylediğim nice diyarın sultanı ve padişahı Sultan Bayezid Han oğlu Sultan Selim Han oğlu Sultan Süleyman Hanım. Sen ki Françe vilayetinin Kralı Françeskosun. Dergah-ı selatin-penahıma yarar adamın Frankipan ile mektup gönderip ve bazı ağız haberi dahi ısmarlayıp memleketinize düşman müstevli olup, elan habsde idüğünüzi i’lam edüp halasın hususunda bu canibden inayet ve medet isti’da eylemişsiz. Her ne ki demiş iseniz benüm paye-i serir-i âlem-masirime arz olup ala sebili’t-tafsil ilm-i şerifim muhit olup tamam malumum oldu. İmdi padişahlar sınmak ve habs olunmak aceb değildir, gönlünüzü hoş tutup azürde-hatır olmayasız. Öyle olsa benim abay-ı kiramım ve ecdad-ı izamımız nevveralahu merakidehum daima def’-i düşman ve feth-i memalik için seferden hali olmayup biz dahi anların tarikine salik olup her zamanda memleketler ve sa’b ve hasin kaleler feth eyleyüp gece gündüz atımız eyerlenmiş ve kılıcımız kuşanılmıştır. Hak subhane ve taala hayırlar müyesser eyleyüp meşiyyet ve iradeti neye müteallik olmuş ise husule gele. Baki ahval ve ahbar ne ise mezkur âdeminizden istintak olunub malumunuz ola, şöyle bilesiz.”
Başbakan Erdoğan’ın okuduğu mektubun metni ise şöyleydi:
“Ben ki sultanların sultanı, hakanların başı, krallara taç giydiren, Allah’ın yer yüzündeki gölgesi ve atalarımın fethettiği Akdeniz’in, Karadeniz’in, Anadolu’nun, Karaman’ın, Sıvas’ın, Zulkadriye’nin, Diyarbekir’in, Kürdis-tan’ın, Azerbaycan’ın, Acem’in, Şam’ın, Haleb’in, Mısır’ın, Mekke’nin, Medine’nin, Kudüs’ün, Arabistan’ın ve Yemen’in ve de ateş saçan mızrağımın ve zafer getiren kılıcımın gücüyle sahip olduğum nice ülkelerin sultanı ve padişahı olan Sultan Süleyman Hanım. Sen ki Fransa ülkesinin kralı olan Françesko’sun. Kralların sığınağı olan kapıma mektup göndererek, ülkenizin işgale uğradığını ve esir edilerek hapse atıldığınızı bildirmişsiniz. Bu durumdan kurtulmak için benden yardım istiyorsunuz. Gönlünüzü ferah tutun ve sakın üzülmeyin. Sadece Allah’ın dediği olur. Ne yapacağımı elçinizden öğreneceksiniz. Selim’in oğlu Süleyman. 1526 – İstanbul.”
İki mektubun karşılaştırmasından sonra şu farklılıklara tespit ettim: 1) Halil İnalcık hoca mektubun 1526’da değil, 1525’in Aralık’ında gönderildiğini yazar. 2) Orijinalinde Sivas yerine ‘Rum’ denilmektedir. 3) Rumeli kelimesi çıkarılmıştır. 4) Bunun yerine metinde nedense yer almayan Mekke ve Acem kelimeleri İbrahim Paşa’nın başka bir mektubundan alınmıştır. 5) Mektubun son kısmı çok özet geçilmiştir.
25 Aralık 2011, Pazar
One Comment
enes edis
10 Nisan 2012 at 21:05kafamı her seferinde karıştırıyorsunuz.sayenizde bildiğimide unutuyorum…….