Çekik gözleri, sevimli gülümsemesiyle Atatürk’ün son 2 yılında çekilmiş çok sayıda fotoğrafa damgasını vuran “Küçük Ülkü” geçtiğimiz günlerde bir trafik kazasında hayatını kaybetti.
80 yaşında ölen Ülkü Adatepe’nin “Atatürkcüğüm” dediği üvey babası Atatürk’ü kaybettikten sonra da el üstünde tutulduğunu sanıyorsanız aldanıyorsunuz.
Ülkü Hanım’ın oğlu Ahmet Kemal Doğançay, 2008 yılında “Saklı Anılar” adlı bir kitap çıkarmış (Nokta Kitap). Kapağın üst kısmında “Atatürk’ün son resmî vârisi sevgili kızı Ülkü” yazılı. Daha da ilginci, yazarın kendisini kapakta “Atatürk’ün torunu” diye sunması. Böylece Atatürk’ün ‘akrabalarından’ biriyle daha tanışmış oluyoruz.
“Atatürk’ün torunu”ndan öğreniyoruz ki, manevî kızlarından biri olmasına ve vasiyetnamesinde kendisine 200 lira maaş bırakmış olmasına rağmen Ülkü Hanım, 6 yaşındayken kaybettiği “Atatürkcüğü”nün ardından ağır baskılara, komplolara ve haksızlıklara uğramış ve ömrü boyunca da bu travmanın etkisinden kurtulamamış. Peki neymiş “Küçük Ülkü” ve ailesinin yaşadıkları baskılar, komplolar ve haksızlıklar? “Atatürk’ün torunu”na kulak veriyoruz burada:
“Bu komploların en büyüğü Atatürk’ün ailesine yapılmıştır… Esas maksat, Atatürk’ün ailesini düşkün bir duruma getirip aileyi tamamen silmektir, bu komploların altında derin politikalarla şahsi intikamlar yatmaktadır.”
“Şahsi intikam” öyle mi? Siz de benim gibi ‘Ne diyor bu torun?’ diye düşünüyorsunuz, değil mi? Kim şahsen intikam almak istemiştir Atatürk’ün ailesinden?
Bu soruları cevaplandırmadan önce aynı kitaptan aşağıdaki cümleyi de okuyalım isterseniz:
“Siz 6 yaşında çocuğun evini basıp, zavallı aileyi kuru tahta üzerinde bırakmaya kalkar, geçim, doktor, okul parasını dondurmakla Atatürk’ü nasıl korursunuz?”
Annesi Ülkü Adatepe’nin anılarını yayınlayacağı iddiasıyla çıkan ama İnönü dönemindeki uygulamalarla tam bir hesaplaşmaya dönüşen kitabında Ahmet Kemal Doğançay, İnönü’nün Cumhurbaşkanlığı döneminde Atatürk’ün “ailesi”ni silip yok etmeye yönelik operasyonlara girişildiğini söylüyor. Nitekim kitabının başka bir yerinde İnönü döneminde Ülkü’nün evine baskın yapılıp eşyalarına el konulmak istendiğini de yazıyor. Şöyle diyor:
“Atamızın ölümünün akabinde hükümet tarafından anneannem Vasfiye Hanım’ın Atatürk tarafından kendisine yaptırılan evine gelip eşyalarına el konulmak isteniyor. Anneannem direniyor ve Ata’nın ona verdiği evraklar ve Hasan Rıza Soyak’ın yardımları sayesinde eşyalarını kurtarıyor. Bunun akabinde Ata’nın ailesinin maaşları donduruluyor ve zaman içerisinde aileler adeta sokağa terk edilmek isteniyor. Kız kardeşinin evi hükümet tarafından istimlak edilip Makbule Hanım evinden çıkartılıyor. Afet Hanım’ın da profesörlüğü elinden alınıyor.”
Bunları rahmetli “Küçük Ülkü”nün oğlu (“Atatürk’ün torunu”) yazmasa inanmayacağız ama bu ifadeler elimizdeki “Saklı Anılar”ın 81. sayfasında aynen yer alıyor. Ardından bir cümle daha ekliyor sözlerine ve diyor ki: “Atatürk’ün annesi de yaşasaydı aynı akıbete mi uğrayacaktı?”
Hiç kuşku duymuyorum bundan. Zira İnönü devrinin icraatındaki karanlık bulutlar henüz dağılmamıştır. Başka birçok kesime olduğu gibi Atatürk’ün yakınlarına da en büyük baskıların, haksızlıkların, ‘komploların’ bu dönemde gerçekleştiği gayet açıktır. Nitekim Atatürk’ün yakın çevresinden Cevat Abbas Gürer, onun ölümünden sonra hükümet tarafından göz hapsine alınmış, evinden çıktığında iki polis memuru tarafından gölge gibi takip edilir olmuştur.
Kitapta kendi ağzından öğreniyoruz ki, ilkokul çocukları için yazılan alfabenin kapağına resmi konulan “Küçük Ülkü” eğitimini tamamlayamamış, “Maddî sıkıntılar ve manevî baskılar yüzünden” 16 yaş gibi ergenlik çağında evlenmek zorunda kalmıştır (bu yüzden etrafı tarafından cahillikle suçlanagelmiştir). “Oysa” der “Küçük Ülkü”, “Atatürkcüğüm öldükten sonra gördüğümüz muameleler ve çektiğim büyük acılar beni küçük yaşta ruhsal tedaviye başlattı. 6 yaşında ve sonrasında geçirdiğim travmalar o küçük ruhumda derin izler bıraktı…”
“Atatürk’ün torunu” olduğunu iddia eden Ahmet Kemal Doğançay, ilginç bir analiz de yapmaktadır. İsmet İnönü döneminde Atatürk’ün ailesini silme operasyonunu, onu erişilmez, ulaşılmaz, yüce ve bütün hatalardan arınmış hale getirme çabasıyla ilişkilendiriyor ve bu ‘kusursuz’ Atatürk resmini ailenin kirleteceği endişesinin ağır bastığını söylüyor.
Ancak asıl çarpıcı noktaya henüz gelmiş değiliz. 70 yıldır ailenin manevî ve sosyal işkenceler altında yaşadığını belirten “Küçük Ülkü”nün küçük oğlu, annesinin tam 50 milyon dolar alacaklı olduğunu iddia ediyor (s. 82). “Küçük Ülkü” İş Bankası’ndan 50 milyon dolar alacaklı gitmiş anlaşılan!
Sağlığında annesinin tam 70 yıl süren ve ancak 2002’den itibaren düzelen maaş adaletsizliği davasının peşinde koşmak isteyen oğlunu Ülkü Hanım, “Ne yapacaksanız benden sonra yapın” sözüyle durdurmuştur. Ancak Ahmet Kemal Doğançay kararlıdır annesinin hak ettiği mirası İş Bankası’ndan almaya. Bu suistimal ve hak yeme mücadelesinin hem kendi mahkemelerimizde, hem de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde rahatlıkla çözülebileceği kanaatindedir.
Yani yakında rahmetli “Küçük Ülkü”nün oğulları Atatürk’ün mirasından kendilerine düşen 50 milyon dolarlık paylarını almak için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvururlarsa hiç şaşırmayın. Bakalım o zaman Avrupa Birliği’ne karşı olduklarını söyleyen Ulusalcılar bu davada kimin tarafını tutacaklar?
“Torun” epeyce iddialı: Er veya geç haklarını alacaklarını söylüyor. Atatürk’ün ailesine karşı 70 yıldır süren “sömürü politikası”nın bir gün sona ereceğine inanıyor.
Biz de farklı bir şeyi savunmuyoruz aslında. İsmetizm’in bir şaheseri olan Atatürk sömürüsünün er veya geç biteceğine inanıyoruz. Rahmetli Menderes bu sömürüyü bitirmek istedi, onu bitirdiler. Bilin ki, bu görev bizim omuzlarımızda…
05 Ağustos 2012, Pazar
4 Comments
Emin Arslantay
5 Ağustos 2012 at 02:54Çok güzel bir yazı olmuş hocam elinize sağlık
ZamaneGenç
5 Ağustos 2012 at 11:15Çok ilginç gerçekten.
kenan
6 Ağustos 2012 at 14:34bu yazıar beni derin tarihe bağlıyor.
BÜŞRA
11 Ağustos 2012 at 13:57hocam gerçekten çok güzel bir yazı olmuş ellerinize, yüreğinize, kaleminize sağlık… ALLAH yar ve yardımcınız olsun…