Yangınlar ormanlarımızı kasıp kavururken devletimiz bir bağış kampanyası açtı. Sonuçta yapılan, gönüllü bir yardım faaliyetiydi. Asıl amaç da kampanyaya az veya çok katkıda bulunmak suretiyle milletin mağdur fertleriyle dayanışmaydı. Tabii hemen “vay efendimci” güruh ayaklandı. “Devlet IBAN vereceğine şunu yapsın, bunu yapmasın” lafları ekranları tozlandırdı. Bu iflah olmaz linçci güruhun milletin derdiyle zerre kadar ilgisi bulunmadığı, keyiflerine dokunmadıktan sonra ülke yansa umurlarında olmayacağı açıkken ciğeri yanmış numarası yapması karakterlerini ortaya koyuyor, her olumlu işi karalamaya, olumsuzlukları da abartarak devlet bitmiş imajını dünyaya pompalamaya koşuyordu.
Bunlar Kemalist de geçinir. Atsız’ın dediği gibi “Kemalizm denilen muazzam safsata (…) dış âlemin bir değil birkaç merkezine bağlı olan, bu suretle diğerlerinden daha çok ve karmakarışık bir şekilde dışarıya bağlı bulunan bir ucubedir.” Kemalizmin ezberleriyle beyinleri ütülenenlerin ülkesini vurmaya dünden hazır birer silaha dönüşebileceğini bilmek önümüzdeki günlerin en mühim derslerini içermektedir.
Halbuki Almanya’dan Avustralya’ya nice devlet afetler sırasında yardım kampanyası açtığı gibi geçmişte de deprem, sel ve yangınları müteakip, hatta Kubilay heykeli için bile yardım kampanyası açıldığını biliyoruz. Çanakkale Şehitleri Abidesi de yıllar süren kampanyalar sonunda, zaferden 45 yıl sonra tamamlanabilmişti (1959), (açılışı 27 Mayıs darbesinden 3 ay sonra gerçekleşecekti).
Demek ki afetler ve savaşlar gibi olağanüstü durumlarda yaraları sarmak ve bu vesileyle halkı dayanışmaya teşvik kampanyalarının açılması ne bize mahsustur, ne de bu zamana
İşte birazdan açıklayacağımız belgede Gazi M. Kemal, Cumhuriyetten 34 gün önce İslam dünyasına çağrıda bulunarak Yunanistan’dan ülkemize gelecek Müslüman mübadillerin iskân ve iaşesine “din kardeşleri” sıfatıyla az çok demeden bağışta bulunmalarını talep etmektedir. Laiklik tacirlerinin belgeden hoşlanmayacağını bilmek için âlim olmaya gerek yok, zira onların sığ bakışına göre “dinci” bir belge bu. Tek farkı, yazanın ilk “Ulu önder” olması. Dünya Müslümanlarına, tabir caizse IBAN veriyor ve bunun bir vecibe-i diniye, yani dinî bir görev olduğunu söylüyor. Nitekim çağrının ardından TBMM Hindistan ve Mısır’a yardım heyetleri gönderecektir.
Dinî söylemde kırılma
Maalesef bu mühim belge üzerinde yeterince çalışılmış değil. Bu kadar enstitü, kurum vs. devletten oluk oluk beslendiği halde M. Kemal’in imzasını taşıyan beyannameyi adam gibi yayınlama işi neden YeniAkit’e kalır? Bu ne menem Atatürkçülüktür?
Ben ne mi yaptım? Önce belgenin Devlet Arşivleri’ndeki aslına ulaştım, sonra 28 Eylül 1923 tarihinde Vakit ve İkdam gazetelerinde yayınlanan hallerine başvurdum. Ardından Kızılay’ın çıkardığı Türkiye Hilal-i Ahmer Cemiyeti Mecmuası’nın 15 Şubat 1924 tarihli nüshasını bulup oradan kontrol ettim. İnanmayacaksınız ama Atatürk’ün Bütün Eserleri ve Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri’ndeki okuma hatalarını düzelttim (maalesef Osmanlıca bilen araştırmacı az, iyi bilen azdan azdır), yani İnkılap Tarihçilerinin burun kıvırdığı dergi ve gazeteler üzerinde dahi çalıştım. Böylece ilk defa burada belgenin hatalardan arındırılmış halini okuyacaksınız.
Şunu da söyleyelim ki, Cumhuriyetin kuruluşuna giderken yoğun bir dinî söylem kullanan M. Kemal’in din anlayışında 29 Ekim’den sonra meydana gelen kopuşun mutlaka bir açıklamasının yapılması gerekir.
1923’ün 7 Şubatında “Balıkesir hutbesi”nde değme hocalara taş çıkaracak yoğunlukta bir dinî hitabede bulunan Paşa’nın (mesela “bütün kâinatın kanunlarını yapan Cenab-ı Haktır” diyordu) ondan 7 ay sonra, birazdan okuyacağınız beyannamesindeki İslam birliği ve kardeşliği vurgusunda devam ettiği halde nasıl olup da birkaç ay sonra ortadan kalkıverdiği ve Hilafetin lağvıyla rejimin de, kişisel söyleminin de nasıl kırıldığı, nihayet 1936 yılında “gökten indiği sanılan kitaplar” cümlesinin neden icap ettiğinin muhasebesi yapılmadan tarihimizde hakiki aydınlanma gerçekleşmeyecektir.
İslam âlemine beyanname
25 Eylül 1923 günü M. Kemal Paşa, Anadolu Ajansı vasıtasıyla İslam alemine bir beyanname yayınlar (gazeteler 28 Eylülde neşreder). Aslı Devlet Arşivleri’nde bulunan (CA 030.10-1.1.4), görüntüsü ilk kez burada yayınlanacak belgeyi sadeleştirerek Latin harflerine çevirmekle yetindim. Artık herkes dilediği gibi yorumlasın:
“Türk milleti, Allah’ının yardımına güvenerek hayatını kurtarmaya, yaşamak hakkına malik olduğunu dünyaya göstermeye azmettiği gün biliyorsunuz ki bütün imkânlardan mahrum, yalnız iman ve istiklal aşkı kuvvetine malikti; Türkler bu sayede kazandıkları zaferle mücahedelerini taçlandırırken İslam âleminin pek yaygın bir alakayla duygulandığını şükranla görmüş ve bunu daima minnetle yad edegelmiştir. İşte bu alakaya dayanarak şimdi de bütün din kardeşlerimizden yine kendi kardeşleri için şefkat ve merhamet rica ve aracılığında bulunacağım. Türk milleti zafere kavuştu. Fakat bugün muazzam bir iş karşısındadır: Yunan idaresi altındaki mazlum dindaşlarımızın mübadelesi ve Türk toprağına yerleştirilmeleri.
Bu kardeşlerimiz bugün Yunan zulmü altında inliyor. Her gün çeşitli yerlerden gelen feryat yazıları her Müslüman kalbi titretecek, her Müslümanı ağlatacak derecede acıklıdır. Bunların bir an evvel kurtarılmaları artık her şeyden evvel bir dinî görev olmuştur. Bizler gibi birer yuva sahibi olan ve toplamı altı yüz bini geçen bu kardeşlerimizi Türk toprağına kavuşturmak, sefaletlerine son vermek pek büyük bir iştir. Kardeşler, Türk milleti ne kadar imkâna malik olursa olsun bu imkân yine yeterli değildir. Savaş esnasında Yunanlıların ayak bastıkları Anadolu’nun bayındır beldeleri bugün birer virane olmuştur. Yunan cinayet hırsına kurban giden kardeşlerimizin toprakları da harabeye dönmüştür.
İşte kardeşler, bu yerleri imar etmeye, düştükleri mahrumiyet ve sefaletten bir dakika evvel kurtulmaları lazım gelen Yunan idaresindeki Müslümanları buralarda iskâna, altı yüz bin kişiye ekmek vermeye, sığınak bulmaya çalışan Türkler, kardeşlerinin sefaletten telef olmamaları için İslam âleminin cömertliğine müracaat ediyor.
Kutsal dindaşlık bağının bereketli tecellilerinden ümitvar olarak bu zavallı kardeşlerimiz için ortak hayır ve şefkat müessesesi olan Kızılay’ın bulunacağı girişimlere bütün İslam âleminin seve seve ve büyük bir memnuniyetle yardım edeceğinden şüphem yoktur. Kızılay bu dinî görevinde başarılı olması için İslam âleminin lütuf ve yardımına olan ihtiyacını arz ediyor. Yapacağınız en ufak bir yardımın birkaç Müslüman ailesinin hayatını kurtaracağını düşününüz. Doğrudan doğruya aynen ve nakden gönderilecek yardımlar şükranla kabul edilecektir.
Bugün ezici bir yoksulluk içinde bulunan ve yarın iskân ve iaşe edilmek için bin zorlukla pençeleşecek olan Rumeli Müslümanlarının yegâne dayanakları imanları ve yegâne ümidleri din kardeşlerinin yücelik ve soyluluğudur. Cenab-ı Kibriya (büyüklük ve kudreti sonsuz olan Allah) cümlemizin yardımcısı olsun.”