Mehmet Barlas’ın despotizm hayaleti
Siz de mi Mehmet Barlas?
Geri kalmış aydınların ninnisi şudur: Ah şu geri kalmışlığımız! Geri kalmış olmasaydık Avrupa’ya ve dünyaya gösterirdik gününü!
Neredeyse 200 yıldır aynı maval: Kahrolsun bizi geri bırakanlar! Kahrolsun geri kalmamıza sebep olanlar! Kahrolsun şunlar, kahrolsun bunlar!
“Şunlar ile bunlar”ın kimler oldukları malum. Eski ve geri düşünceli yöneticiler, hocalar, yobazlar, kalkınmamızı istemeyen şer güçler, dış mihraklar, din, töreler vs. Onlara kalırsa her seferinde tam bir şeyler yapmaya davranırken, bu şer güçler devreye girmiş ve gelişmemizi engellemişlerdir. Hâlâ da gelişmemizi engelleyenler onlardır.
Bu artık ısıtılıp önümüze sürüle sürüle kokuşmuş sözde düşünce, basınımızda “çok okuması”yla maruf Mehmet Barlas’ın da kaleminin nakaratları arasına girmiş meğer. 25 Haziran 2003 tarihli Sabah’ta çıkan “Geri kalmışlığımızın nedeni despotizm mi?” başlıklı yazıda yaklaşık aynı düşünceleri tekrarlıyor.
Barlas, Kenneth Minogue’un dilimize çevrilen “Siyaset ve Despotizm” adlı kitabından yola çıkarak geri kalmışlık teması üzerinde çeşitlemeler yapıyor. (Barlas’ın yazdıklarının, Minogue’un o çok keskin anti-Amerikan düşünceleriyle ne alakası olduğunu bir başka sefere tartışacağım.)
Despotizm de ola?
Barlas’ın tanımına göre despotizm, Doğu toplumlarına özgüdür. Bu toplumlarda despotların her sözü “Allah’ın emri”dir! Siyaset, sadece padişah ve çevresindeki bir avuç adamın işi olarak görülür. Oysa Batı’da öyle mi? Daha 1215’lerde “toplum katmanları” ile “krallar” arasında “koskoca” Magna Carta’lar imzalanmamış mıdır? Despotizmin özü, egemenin kontrol edilemeyen gücüne karşı hiçbir yol ve çıkış noktası olmamasıdır. Parlamento, muhalefet, özgür basın, iktidarın aç gözlülüğünden özel mülkiyeti koruyacak yasalar yoktur. Hatta despotunkiler hariç hiçbir kamu hakkı yoktur. Böylece geri kalmışlığımızın nedeni, despotizmdir.
Şimdi sıkı durun. Mehmet Barlas son büyük bombayı patlatıyor ve despotizmi de açıklıyor:
“Siyaset”i sadece Padişah’ın veya O’nun çevresindeki bir avuç adamın işi olarak gören anlayış, belki de İKLİMden kaynaklanıyor. Dört mevsim akan ırmakların olmadığı, halkın beslenmesinin devlet desteğine bağlı olduğu COĞRAFYAlarda, “özel mülkiyet” de, “devlet kadar güçlü” üretici sınıflar da olamıyor.” (Büyük harfler bana ait- M.A.)
Mesele şimdi biraz berraklaştı. Liberal olduğu iddiasıyla ortaya çıkan Barlas, ‘Kötü bir determinizm iyi bir liberalizme yeğdir’ diyerek aslında epeyce bildik bir açmaza düşüyor; totalitarizm açmazına.
Bir böyleliğin görmemişiz liberalizmin
Bu açmaz şu:
Siyasî liberalizm, aslında “doğal” (tabiattan getirdiğimiz) açıklamalardan nefret eder. Yoksa bütün insanlar eşittir demenin bir anlamı olabilir miydi? Benim bacağım sakatsa, bu siyasî manada bir eksiklik olarak algılanamaz liberalizme göre. Ya da yoksulluk, bir eşitsizliğin açıklaması olarak kullanılamaz.
Tam tersine, bütün bir liberal öğreti, bunların ötesine geçerek herkesin katılacağı bir ortak yaşama projesi önerir. Kim olursa olsun, herkesin siyasal eyleme katılma hakkı eşit olmalıdır. Bu eşitlik kurulmadığında ise diktatörlükler kaçınılmazdır.
“Doğalcı” (natüralist) açıklamalardan köşe bucak kaçması gereken bir liberal kalkıp da, “Efendim bizde dört mevsim akan nehirler yok, bu yüzden despotizme mahkûm olduk” diyemez. Böyle bir açıklama, liberalizmin gözünde bir açıklama değildir de ondan! Nasıl topallık veya yoksul bir ailede doğmak bir insanın kaderini belirleyecek silinmez bir damga olarak görülmüyorsa, iklim şartları gibi tabiî sebeplere dayanarak da “Orta Doğu” toplumları despotik diye aşağılanamaz. Çünkü bu, kadercilikten kaçayım derken, en berbat kaderciliğin ağına düşmek gibi bir şeydir ki, ilk önce bir liberalin bucak bucak kaçması gereken bir argümandır.
Despotizm hayaleti; geldinse üç defa vur!
Aslında bu teori hiç de yeni değil. Montesquieu yüzyıllar önce Doğu ile Batı arasındaki yönetim farkını iklime dayandırmıştı. Yok Batı’da sık sık dağlar varmış da, yok bu yüzden halkı bir sürü gibi güden imparatorluklar orada kurulmazmış da, yok Doğu’da uçsuz bucaksız stepler varmış da, insanları önüne katan despotlar hiçbir engelle karşılaşmadan milyonlarca km toprağa hükmedebiliyorlarmış da…
Gülünç değil mi?
Bilir misiniz bu sözlere ilk gülenlerden biri kim olmuştur?
Şu “zındık” Voltaire, “mutlak iktidar sahibi”nin rakipsiz yönetimi diye lanse edilen “Osmanlı despotizmi” iddiaları karşısında, ‘Güldürmeyin beni’, demiştir Osmanlı padişahlarının ikide bir tahttan indirilip çıkartılmasını işaret ederek, ‘bunlar mı despot?’ Voltaire, asıl despotu görmek için “Devlet benim” diyen Fransa Kralı’na bakmasını öğütlüyordu başta Montesquieu olmak üzere Avrupalı ukalalara.
Bir zamanlar Avrupa’nın üzerinde sosyalizm hayaletinin dolaştığını söylemek pek revaçtaydı. Şimdilerde ise Türk aydınının üzerinde bir başka hayalet dolaşıyor: Despotizm hayaleti.
06 Mayıs 2006, Cumartesi