Mustafa Armağan ile Mülakat

1) Almanya’yı müttefik olarak biz mi seçtik? Osmanlı Devleti’nin İngiltere’ye müttefik olmak için teklif gönderdiği ile ilgili bazı söylemler var. Bu söylemler doğru mu? Doğruysa Almanya’yla birbirimize mecbur mu kaldık?
Osmanlı Devleti idarecileri savaşın haricinde kalırlarsa tamamen parçalanacaklarını düşünüyor, bu sebeple Avrupa’da şekillenen ittifaklar (entente) sisteminin bir parçası olmanın gereğine inanıyorlardı. Bu maksatla İngiltere, Fransa ve Rusya ile muhtelif görüşmeler yapılıp hepsinden red cevabı alındıktan sonra Almanya’ya yöneldiler. Alman İmparatorluğu’nun ittifak teklifine sıcak bakması üzerine görüşmeler başladı ve önce gizli bir antlaşma imzalandı, Sonradan Yavuz ve Midilli adlarına alacak olan Goeben ve Breslau danışıklı dövüşün bir parçası olarak Çanakkale boğazından girip savaşa dahil olmamıza yol açacak ve Karadeniz operasyonlarını yapacaktır.

 

2) Biliyorsunuz ki savaşta moral çok önemli. Küçücük bir zafer bile. Küçücük bir zafer bile askeri daha iyi motive etmek için duyurulur. Ancak Kutü’l-Amare zaferi tarih kitaplarımızda bile bulunmuyor.  Şu an bizim bilgisiz bırakılmamız gibi o zaman diliminde de askerlerimiz mi bilgisiz bırakıldı? Bırakıldıysa bunun sebebi ne olabilir?

İngilizler karşısında alınan Kutü’l-Amare gibi dünya çapında bir askerî zafere sıradan bir müsademe kadar olsun değer verilmeyişinin en büyük sebebi, adamına göre muameledir. Savaşı kazananın resmi tarihimizde Mustafa Kemal’in rakibi olarak konumlandırılan Enver Paşa’nın amcası Halil Kut Paşa ve Şapka İnkilabına karşı çıkması üzerine ismi “merdutlar” listesine konulan Sakallı Nureddin Paşa olmasıdır esas sebep. Eğer bu savaşta Mustafa Kemal Paşa şöyle ucundan kıyısından yer bulabilmiş olsaydı siz görürdünüz nasıl ballandırıla ballandırıla anlatıldığını! Üstelik 1945 yılına kadar Silahlı Kuvvetler bünyesinde kutlanan “Kut Günü” de İngilizlerin ricası üzerine kaldırılacak ve biz Birinci Cihan Harbi’nde neredeyse Çanakkale ve sözde Muş’un kurtuluşu gibi Mustafa Kemal’in başarılarına inhisar eden bir tarih okumasına mahkûm edileceğizdir. Oysa yine İngilizler karşısında kazandığımız ilk iki Gazze zaferimiz de vardır ama bunlardan da kat’iyyen söz edildiğine tanık olmayız. Sebep, tek kişiye odaklı bir tarih yazma kaygısı. O yoksa tarih de yoktur sizin anlayacağınız!

 

3) Ermenilerin katledilmesi meselesi gerçekten münferit bir olay mıydı? Yoksa devlet tarafından alttan alta desteklenmiş bir politika mıydı? Bazı entelektüellerimizin dediği gibi çuvaldızı kendimize mi batırmamız gerekiyor?

Ermenilerin yer yer katledildiği ve tehcir sırasında insanlık dışı şartlarda onbinlerce ölümün gerçekleştiği doğrudur ve bunlar devletin sorumluluğu altındadır. Bunlardan sorumlu değiliz diyemez kimse. Zaten Osmanlı Devleti de gerek daha 1916’da, gerekse 1918-19’da, yani işgalden sonra bu olaylarda sorumluluğu bulunanlardan hesap sormuş ve sanıklar idam kararlarına varıncaya kadar çeşitli cezalara çarptırılmışlardır. O kadar emindir ki kendinden Sadrazam Tevfik Paşa 1919 başlarında tarafsız Avrupa devletlerinin Dışişleri Bakanlıklarına telgraflar çekerek İstanbul’da kurulacak uluslararası bir mahkemede ‘soykırım’ iddialarının yargılanması için hakim göndermelerini istemiş, fakat bugün Avrupa Birliği Parlamentosu’nda soykırımı kabul etmemiz için parmak kaldıranların dedeleri, üstelik işgal ettikleri bir ülkede, yani herşey kendi kontrolleri altındayken bile ‘soykırım mahkemesi’nin kurulmasına izin vermedikleri gibi engellemek için de ellerinden geleni ardlarına koymamışlardır.

Ancak meselenin öbür boyutundan söz edilmezse adil bir hafıza ortaya çıkmaz. 1916’Dan başlayarak Rus ordusu içinde Doğu Anadolu’ya girmiş olan Ermenilerin yaptığı katliamlar neden hatırlanmak istenmez? Düşünün ki diğer şehirler yanında Erzurum şehri bile boşaltılmış, muhacirler batıya göç etmişler, daha doğrusu halk canını kurtarmak için kaçmıştı. Kurtaramayanlar ise Van dahil yüzbinlerce masum Müslümandır ve bunların hesabı hiç verilmemiştir. Eğer hafızamız adil olacaksa bunların acısının da gündeme getirilmesi ve hesap sorulması, özür dilenmesi gerekmez mi?

Öte yandan Osmanlı hükümeti olsun, bugünkü Türkiye devleti yöneticileri olsun korkmuyoruz, saklayacağımız bir husus da yok ama burada herkes kendi ayıbını görsün diyor ve “çuvaldızı” yalnız kendimize değil, her ülkenin, mesela Almanya., Fransa ve İngiltere’nin de kendilerine batırmalarını teklif ediyor. Ancak bu teklife yanaşan yok. Peki niye Türkiye suçunu kabul edip özür dilemeye yanaşmak zorunda sadece? Mesela Rusya Çerkeslerden özür diliyor mu? Kaldı ki yapılan bir soykırım değil. Hukuken de değil, tarihen de değil…

 

4) Sizce savaş stratejilerimiz ve komutan tercihlerimiz doğru muydu? Almanya’nın bizi yanlış yönlendirmesi hakkında ne düşünüyorsunuz?

İşin esası, Almanya bizi kendi savaş stratejisi içerisinde İngiltere ve Fransa’nın dikkatini ve kuvvetini dağıtmakla görevlendirmişti. Bunu Enver Paşa da itiraf ediyor zaten (Mustafa Aksakal’ın kitabının başındaki aslı Almanca telgraf bunu ele veriyor). İttifakımızın temel kararlarını Alman Genelkurmayı veriyordu ve bu, özellikle Doğu cephesinde, Irak, Kafkaslar ve Sina cephelerinde çeşitli sorunlara yol açacaktı. Hatta Kafkaslarda Osmanlı kuvvetleri ile Almanlar arasında ufak çaplı bir çatışma bile yaşandı ki pek bilinmez! Ancak en büyük hata, bence Filistin cephesinin çökmesine yol açan Filistin’den en iyi donanıma ve eğitime sahip iki kolordunun Almanların isteği üzerine Kafkas cephesine nakledilmesidir ki, sonuçta faturası çok ağır olmuş, yalnızca 10 günde Nalbus’tan Şam’a tam 600 kilometre çekilmemize sebep olan faktörlerdendir.

 

5) I. Dünya Savaşı’nda Almanya başta olmak üzere İslam’a karşı duran devletlerle savaşa girip müttefik oluyoruz. Bu savaş için Şeyhülislam Hayri Efendi cihad fetvası veriyor. Bu fetvalar günümüzde Diyanet’ten hükümetin sınırlarını aşmaması gibi değerlendirilebilir mi?

Tabii Osmanlı Devleti İslamî ilkeler üzerine kurulu bir devletti ve fetva onun siyasi hayatında önemli bir yere sahipti. Tabii ki siyaseten alınmış fetvalar vardır ama bunların gerekçesi her zaman dinî olarak izah edilmeye çalışılmıştı. Devletin gireceği bir savaşa Şeyhülislamlığın bigane kalması düşünülemezdi. Düşünün ki Şeyhülislam Bakanlar Kurulu (Heyet-i Vükela) azasıydı ve devlet işlerinde söz sahibiydi, hatta Sadrazam yurt dışına çıkmak gibi sebeplerle makamında değilse yerine Şeyhühislam bakardı. Nitekim 1920 Mayısında Sadrazam Damad Ferid Paşa Paris’teyken yerine Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi vekalet etmişti. Yani Şeyhülislamlığı Diyanet İşleri Başkanlığı gibi Başbakanlığa bağlı bir daire gibi düşünmek büyük hata olur. Siyaset belirleyen, karar veren (decision maker) bakanlıklardan biriydi.

 

6) Lozan’ın bir zafer olmadığı, bazı tavizler ve manevi değerlerimizden vazgeçmek pahasına Avrupa’nın bize bu antlaşmayı lütfettiği ile ilgili hakim bir görüş var. Lozan’da Türk diplomasisinin değeri neydi?

Lozan nasıl bir zafer olabilir ki zaten? Devlet olma vasfı kanunla ortadan kaldırılmış olan Osmanlı ‘Devleti’ yerine TBMM ‘Hükümeti’ heyeti gitti Lozan’daki görüşmelere. Ne için, biliyor musunuz? Devlet olabilmek için!! Lozan’dan önce bize devletimizi yıktıranlar devlet olabilmek için önlerinde diz çöktürmezler de ne yaparlardı? Lozan’ı imzalayanlara bunu bir zafer olarak ilan etme imtiyazını bahşederek kendileri de Lozan’ı kutlarlar. Nitekim Lord Curzon Lozan’ın ikinci dönemi olarak bildiğimiz Nisan-Temmuz 1923 dönemindeki müzakerelere katılmak gereğini bile duymamış, yerine yardımcısını göndermiştir. Zira İngilizler ilk dönemde işlerini bitirmişlerdi, geriye mali konular vs. kalmıştı, onlar da daha çok İtalyanlar ile Fransızları ilgilendiriyordu. Lozan’da heyetimizin çok kötü bir sınav verdiği şuradan belli ki, 90 yıldır ‘Zafer’ diye bağırıyoruz, tıpkı sessiz bir ormanda gece yarısı korkmamak için bağıranlar gibi. Gerçek bir zaferse 90 yıldır “Zafer, zafer” diye durmadan bağırmazsınız. Mesele bu kadar açık aslında!

 

7) I. Dünya Savaşı’nda unutulan ve unutturulan kahramanlarımızdan kısaca bahseder misiniz?

O kadar çok ki hangi birini sayalım? 18 Mart zaferinin kahramanı Cevad Paşa ile Selahaddin Adil Paşa’yı ismen bile olsun tanıyan kaç kişi var aramızda? Kutü’l-Amare kahramanı Halil Paşa’yı kim tanıyor? Trakya’da bir devlet kurmuş olan Cafer Tayyar Eğilmez Paşa kimin umurundadır? 2. İnönü muharebesini kazanan komutanı siz İsmet Paşa diye bilirsiniz ama TBMM tutanaklarında herkesin Fevzi Paşa’nın kazandığını söylediğini hayretle okuyor ve onu tebrik etmeleri karşısında şaşırıyorum. Nihayet Kâzım Karabekir Paşa, girdiği bütün savaşları kazandığı halde ders kitaplarımızda birkaç satırla geçiştirilir ama İsmet Paşa girdiği bütün savaşları kaybettiği halde Malatya’nın göbeğinde heykelinin gölgesinden geçerek yürümek zorundasınızdır. Hem size bir şey söyleyeyim mi? Avustralyalı tarihçi Robin Prior bile Arıburnu muharebelerinde 9. Tümen Komutanı Halil Sami Bey’in hakkının yenildiğini, en az Mustafa Kemal Bey kadar önemli bir iş çıkardığını yazıyor ama biz uyuyoruz.

Nokta.

 

8) Hocam kimimiz öğretmen kimimiz imam olacak. İlahiyat talebeleri olarak bizden talebiniz ve bizim için tavsiyeleriniz var mı?

Şunu bilmenizi isterim: Sizin gibi kardeşlerimize ister imam-hatip olsunlar, ister öğretmen veya akademisyen, bu ülkenin çok ihtiyacı var. Tarihimizin de çok ihtiyacı var, ülkemizin de. Kendinizi iyi yetiştirin, öğrencilik yıllarınızda büyüklerinizden azami istifade etmeye bakın, okuyun, öğrenin. Zira bir daha hayat size bu kadar uzun ve boş bir zamanı altın tepsiyle takdim etmeyecektir. Bu bilinçle yığınak yapın geleceğe ve geleceğin de çok kısa bir zaman sonra sizi kucağına alacağını bilin. Hayat zannettiğiniz kadar uzun değil. Geçmiş zaten geçti, gelecek meçhul. Öyleyse bugün size verilen zaman sermayesini sadece kendiniz için değil, ahiretiniz ve milletin atisi için azami ihtimamla kullanın.

Bir cevap yazın