Türkiye’de bugün yakın tarih meseleleri gündemdeyse ve bir arpa boyu yol gidilebilmişse bunda Necip Fazıl merhumun hatırı sayılır bir hissesi vardır.
“Vatan Haini Değil Büyük Vatan Dostu Sultan Vahidüddin” adlı kitabı 1968’de bir gazetede tefrika edildiği tarihten itibaren birilerini rahatsız etmiş, fakat o oranda da okunmuş, tartışılmış ve muhafazakar okurlarına yeni bir tarihin gelmekte olduğu müjdesini vermişti. Nitekim bugün biz artık Mustafa Kemal Paşa’nın Sultan Vahidüddin’in imzasıyla 9. Ordu Kıtaati Müfettişliği’ne tayin edildiğini rahatça konuşuyor, hatta ötesine geçip onu seçenin ve gönderenin de Sultanın kendisi olduğunu söyleyebiliyoruz.
Burada ilk cüretkâr adımın Kazım Karabekir Paşa’dan geldiğini hatırlatalım. 1933 yılı gibi erken bir tarihte “Milliyet” gazetesine gönderdiği 6 mektupla ve yakılan kitabı “İstiklal Harbimizin Esasları” ile başlangıçta Mustafa Kemal’in Anadolu’ya geçmeye taraftar olmadığını yazdığında Ankara resmen sallanmıştı. M. Kemal’in eski silah arkadaşı ama şimdi hasmı olan Karabekir’e “beyinsiz” diye saldırdığı el yazısını görmek isteyenler Uğur Mumcu’nun “Kazım Karabekir Anlatıyor” adlı kitabına göz atabilirler.
Böyle başlayan gayri resmi tarih çığırı, Rıza Nur’un hatıratının yayınıyla canlanacak ve 1960’lar ve 70’lerde Tek Adam etrafında örülen tarih anlatısının aşılması yönünde bir miktar yol alınmışken 12 Eylül darbesiyle daha katı bir Kemalizme dönülecek, Turgut Özal ortamı yumuşatıyor denilirken 28 Şubat’a çatacak ve 2000’li yıllar Post-Kemalizme sahne olacaktır. Artık Kemalistler hakim konumlarını kaybedip muhalefete geçecek, bu arada o zamana kadar muhalif kalmış çevrelerde yeni bir Kemalizm filizlenecek ve iliklere işlemiş bulunan Kemalist söylemin bu defa muhafazakârların “Kemalizasyonu”nu meyve verdiğine tanık olunacaktır.
Tarihin rehabilitasyonu sürecinde Zaman gazetesinin oynadığı rol, son derece kritiktir. 1989’un 19 Mayıs’ında “Atatürk Samsun’a İngiliz vizesiyle gitti” manşetiyle çıkan Zaman’ın iki yıl sonra aynı gün attığı manşet ise resmi tarihi derinden sarsacak mahiyetteydi. “Türk ve dünya basınında ilk defa: Bir 19 Mayıs belgeseli” üst başlığıyla sunulan haberin manşeti belgelerin yakıcı özünü yansıtıyordu: “Samsun’a İngiliz vizesi.”
Vehbi Vakkasoğlu imzasıyla çıkan haberde altı adet belgeye yer verilmişti. Dört belge Mustafa Kemal Paşa’nın tayin emriyle diğer yazışmaları ihtiva ederken iki belge doğrudan İngiliz işgal komutanlığının Mustafa Kemal’e verdiği vizeyi ve resmi damgayı sergiliyordu. ‘Nasıl yani, Mustafa Kemal Samsun’a gizlice, dümeni kırık bir gemiyle kaçarak gitmemiş miydi?’ tepkileri arasında Uğur Mumcu’nun ‘Bunlar zaten biliniyordu’ çıkışına Fehmi Koru ‘Biliniyordu da neden şimdiye kadar yayınlamadınız?’ cevabı damgasını vuruyordu.
Derken aradan çeyrek asır geçti, Türkiye’nin gündemi değişti ama tarih yine o noktaya takılı kalmış vaziyette: Mustafa Kemal Paşa Bandırma vapuruyla kaçarak mı gitti, yoksa onu Sultan Vahidüddin ve İngilizler mi gönderdi?
82 yıl Geçti ama…
Artık bu meseleyi daha fazla uzatmanın âlemi yok. 1943 Nisan’ında, yani henüz CHP’nin Tek Parti idaresi devrinde ilk defa Maarif Vekaleti (bugünkü Milli Eğitim Bakanlığı) tarafından yayınlanan “Tarih Vesikaları” dergisinin 12. sayısında Mareşal Fevzi Çakmak’ın verdiği belgelerle Faik Reşit Unat’ın yazısında gün yüzüne çıkan gerçeklerden bu yana 72 yıl geçti, Karabekir’in ifşaatının üzerinden ise 82 yıl… Genelkurmay Başkanlığı tarafından çıkarılan “Harp Tarihi Vesikaları Dergisi”nin Eylül 1952 tarihli ilk sayısında ortaya konulan resmi belgeler bugün 63 yaşında… “Zaman”ın yayınından bu yana 24 yıl geçmiş durumda.
Peki ne değişti? Hiç! Evet hiç! Yıl 2015, 19 Mayıs’larda yine aynı terane… “Samsun’a bir güneş gibi doğdu”, “Atatürk yoktu, düşmanlar çoktu/ Atatürk geldi, düşmanı yendi!” Tarih kitaplarındaki zekâ seviyesi maalesef bu. Hakikate acımıyorsanız, bari bu hamakati öğrettiğiniz pırıl pırıl çocuklarımıza acıyın!
Öylesine kalın bir zırhı var ki resmi tarihin, gergedan halt etmiş. Ne yazarsanız yazın, isterse Genelkurmay Başkanlığı yayınlasın, içeriye giremiyor. Bu nasıl iş? 90 yılda devletler bile yıkıldı, bizim resmi tarih fosilleşerek de olsa ağzından kan kusuyor ama yine de kızılcık şerbeti içtim diyor!
Daha fazla uzatmak ona da eziyet beyler! Gelin, bir an önce yeni bir tarihin nasıl yazılacağını konuşmaya başlayalım. Milli Eğitim Bakanlığı bu işe öncülük yapmayacak da neye yapacak?
Burada birkaç belgeyi sizinle paylaşacağım. Sevgili okurlarım görsün, idarecilerimiz de adım atsın diye…
Önce Karabekir’in damadı Faruk Özerengin tarafından gönderilerek gazetemizde gün yüzüne çıkan İngiliz vizesini kendi gözünüzle görmenizi istiyorum. Vize belgesinin üzerinde,
“Bureau Interallie de Controle des Passeports
British Section Good Por Passage to Samsoun
Constantinople 16.5.(19)19”
diye yazılı.
Diğer belgemiz Harbiye Nezareti antetli kağıda yazılmış bir “İrade-i Seniyye”, yani Padişah İradesi, Kararı. Zaten sol üstte de “Mehmed Vahidüddin” imzası okunuyor. Metin aynen şöyle:
“Mülgâ Yıldırım Grubu Kumandanı Mirliva Mustafa Kemal Paşa Dokuzuncu Ordu Kıtaati Müfettişliğine tayin edilmiştir. İşbu İrade-i Seniyyenin icrasına Harbiye Nâzırı memurdur.
İmzalar:
Sadrazam: Damad Ferid
Harbiye Nazırı: Şakir.”
Altında Sadrazamın, Harbiye Nazırının, üstünde Padişahın imzalarının bulunduğu bu belgeyi İngiliz vizeleriyle birlikte okuduğunuzda İstanbul’dan kaçmak gibi bir durumun asla sözkonusu olmadığı, bütün işlemlerin prosedüre uygun gerçekleştiği ayan beyan ortaya çıkıyor.
Buna bir de “gambot” meselesini eklemekte yarar var. Genelkurmay 2. Başkanı Kazım (İnanç) Paşa Bahriye Nezareti’ne yazdığı 30 Nisan 1919 tarihli yazıda Mustafa Kemal’in tayinini teyid ettikten sonra şu hususa dikkat çekiyor:
“Bahr-i Siyah (Karadeniz) sahil tarassudatında (gözetiminde) istihdam edilmek üzere müşarünileyhin (M. Kemal’in) maiyetine İKİ GAMBOT İLE ÜÇ MOTORBOT’un sür’at-i ihzarını (süratle hazırlanmasını) rica ederim.
İmza: Basri-Kâzım.”
Daha sonra bu gambotlar ve motorbotların Paşa’ya tahsisinin imkansız olduğuna dair de yazışmalar görülmekle birlikte mühim olan, resmi yazışmalarda Bandırma vapuruna eşlik edecek ve sahilleri gözetleyecek küçük gemilerin de onun Samsun’a sağ salim ulaşması maksadıyla gönderilmek istenmesidir. Böylece kaçarak gitmesi bir yana, sağ salim gitmesi için seferber olunduğunu da belgesiyle görmüş oluyoruz.
Gerçi bütün bunlara gerek yok; bizzat Nutuk’un başında Gazi kendisinin İstanbul’da durmasını istemeyenler tarafından (kim?) Anadolu’ya “nefy ü teb’id” edildiğini, yani sürülüp uzaklaştırıldığını(!) yazmaktadır. Gitmek istemeyen birisi ancak sürülüp uzaklaştırıldığını söyleyebilir. Aksi halde neden bu kelimeleri kullansın ki? Zaten Şeyhülislam Mustafa Sabri de kendisini İstanbul’da istemeyenlerin olağanüstü yetkilerle Anadolu’ya gönderip başlarına bela olmasını neden isteyebileceklerini anlamanın imkansızlığına dikkat çekmekte ki bu dahi bir bahs-i diğerdir.
Velhasıl Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a gönderiliş meselesi ancak resmi tarihin kısır zihniyetinden çıkarılıp belgelerin ışığına tutulduğunda çözülebilir.
24 Mayıs 2015, Pazar