Çanakkale’nin 100. yıldönümüne birkaç gün kaldı. Ancak ‘Çanakkale zaferi’ denilince Seyit Onbaşı ve Kınalı Hasan gibi birkaç figür haricinde herhangi ismin akla gelmemesi tuhaf değil mi? Enver, Cevad, Esad, Vehib Paşalar ile Selahaddin Adil Bey ve nicelerinin Çanakkale ile alakaları ya hiç olmamış veya ‘olmasaydı da olurdu’ tarzında yansıtılmış olması hakikaten utanç vesilesidir.
İsterseniz birkaç tarih ders kitabına bakarak aydınlanabiliriz.
Milli Eğitim Bakanlığı’nın 8. sınıflar için yazdırdığı “TC İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük” (Ank. 2007) adlı kitapta 18 Mart’tan hemen sonra İngilizlerin karaya çıkarma yaptıkları söyleniyor ve ardından asıl kahraman sahneye sokuluyor:
“Düşman kuvvetleri, silah ve teknik bakımdan üstündü. Fakat Anafartalar Grubu Komutanı Mustafa Kemal’in komutasındaki Türk askerlerinin üstün mücadele gücü karşısında, ağır bir yenilgiye uğramaktan kurtulamadılar.” Çanakkale Zaferi, Mustafa Kemal’in; ‘Size ben taarruzu emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum…’ emriyle bütünleşen Türk askerinin eseridir.”
Böylece ‘Türk’ten ve ‘o Türklerin babası”ndan başkasına zırnık koklatılmayan bir ‘millî’ zafer karşısındayız. Gelibolu’ya gidip de o kadar farklı etnik kökenden şehidin kucak kucağa yattığını görmesek ve Yarbay Mustafa Kemal’in pek çok tümenden birinin komutanı olup üstünde ordu ve kolordu komutanları olduğunu bilmesek inanacağız bu kuyruklu yalana.
Kemal Kara’nın yazdığı “Lise Tarih 2” (İst. 2006) adlı kitapta ise 18 Mart sonrası şöyle anlatılır:
“Türk kuvvetleri karadan atılmadıkça Boğazların geçilemeyeceğini anlayan İngilizler (…) karşılarında Mustafa Kemal’i buldular. (…) Bu bölgede 19. Tümen komutanı olarak bulunan M. Kemal emrindeki askerlerle savaş tarihine örnek zaferler ekledi. Çanakkale Savaşları, üstün düşman kuvvetleri karşısında M. Kemal’in dünya çapında büyük bir komutan olduğunu ve Türk askerinin yenilmeyeceğini bütün dünyaya göstermiştir.” (s. 155-6)
Yüzlerce örnek vermek mümkün. 18 Mart deniz zaferi inkâr edilemiyor ama kara muharebelerine tek bir komutanın ismi tartışmasız damgasını vuruyor: 19. Tümen Komutanı Yarbay (Mirliva) Mustafa Kemal. Başka hiçbir komutanın ismi ısrarla zikredilmiyor.
Bilin ki böyle bir komedya okutuyoruz çocuklarımıza.
Oysa yine aynı Mustafa Kemal’in 19 Mayıs taarruzundaki başarısızlığı neredeyse hiç görülmüyor. Başarı kazanınca ismini verdiğiniz tümen komutanını başarısız olduğu zaman buharlaştırıyor, kabahati üst düzey komutana havale ediyorsunuz. Bu nasıl bir tarihçiliktir?
Nitekim Avustralyalı askerî tarihçi Robin Prior “Gelibolu: Mitin Sonu” adlı kitabında buna isyan ediyor (Akılçelen Kitaplar: 2012). Wall Street Journal tarafından 2009’un En İyi 10 Kitabı’ndan biri seçilen “Gallipoli: The End of the Myth”, Çanakkale’de Mustafa Kemal mitine çomak sokmaya cesaret eden nadir kitaplardan.
Gerçek öykü
Prior 25 Nisan Anzak çıkarmasında çıkarma haberini alan Mustafa Kemal’in tepkisinin “söylendiği gibi hızlı olmadı”ğını, kesin emir almak için “üç saat üst komutayla bağlantı kurmaya çalıştı”ğını ve ancak sabah 8’de inisiyatifi aldığını yazar.
Anafartalar mitine de dokunur. Güya “Suvla’da komutayı yeni eline almış olan dinamik Mustafa Kemal’in tümenlerini son güçlerine kadar kullanarak İngilizleri durdurduğu” yazılmaktadır. Oysa Prior farklı görüşte. Beraberce okuyalım (s. 286 vd.):
“Gerçek öyküde ise Mustafa Kemal’e pek yer yoktur.” 5. Kolordu Komutanı Tuğgeneral Fevzi Paşa, 7 Ağustos’un erken saatlerinde iki tümeni (7. ve 12.) harekete geçirmişti. Ancak birlikleri mükemmel durumda değildi. Sayıları azdı, yürümeleri gereken yol uzundu (40 ile 56 km arasında), hava sıcaktı ve yorgundular. Bu nedenle çok yavaş ilerleyebildiler. Zorlukla Anafarta Tepesi’ne doğru ilerlerken, Fevzi (Paşa) da planını geliştirdi. Tümen komutanları kendisine askerlerin 8 Ağustos’ta saldırabilecek durumda olmadıklarını anlattı. Emirlerini değiştirdi: Saldırı 9 Ağustos’ta şafakla birlikte yapılacaktı. Ancak Liman Paşa 8 Ağustos gecesi yapılmasında ısrar etti. “Aynı görüşte olmayan Fevzi Paşa komutanlıktan alındı.” Yerine M. Kemal geçti. 9 Ağustos sabahı Suvla’ya geldi ve Fevzi’nin planlarını doğruladı. Saldırı Fevzi Paşa’nın öngördüğü gibi şafakta yapılacaktı.
Yıkacağı birkaç tabu daha vardır Prior’un. Peş peşe sıralıyor:
“O saldırı, söylencenin (efsanenin) tersine, kargaşadan başka bir şey değildi. (…) Gene de Türkler sayıca İngilizlerden çoktu ve yüksek bir yerden komuta ediliyorlardı. Şaşırtıcı olmayan biçimde İngilizleri geri püskürttüler. Şaşırtıcı olan, çok geriye atamamış olmalarıydı. Makineli tüfeklerle iyi desteklenen hazırlıksız bir İngiliz ateş hattı, Türkleri durdurdu. Saat 06.00’da Mustafa Kemal “Dur!” emri verdi ve kuvvetlerine siper kazdırdı. Gene bir açmaz durumu söz konusuydu.”
Hep söylendiği gibi İngilizler Anafartalar’ı geçselerdi savaş biter miydi? Buna da itirazı var. Şöyle diyor:
“Bir an düşünelim: Yüksek yerler ele geçirilseydi, sonra ne olacaktı? Kuşkusuz üssün mutlak güvenliği sağlanmış ve Türkler bazı yüksek arazilerden atılmış olacaktı. Ancak Anafarta Tepesi’nin ötesine uzanan bir hedef belirtisi olmadığı gerçeği değişmeyecekti. Bu birlikler tepeden ne kadar ileriye giderlerse Sarı Bayır’dan da o kadar uzaklaşmış olacaklardı. Ayrıca haritaya göz atıldığında Anafartalar’dan ilerleyen her kuvvetin, seferin gerçek hedeflerinden -Eceabat, Kilitbahir Platosu ve Boğaz- daha da uzaklaştığını gösterir.” (s. 291)
Prior’ın M. Kemal hakkındaki kanaatini toplu halde kitabın sonunda buluyoruz. Propagandalardan uzak soğukkanlı bir tespit yumağı bekliyor bizi:
Hataları var ancak abartılmamalı
“Mustafa Kemal’in birinci dereceden bir subay olduğuna kuşku yoktur, ancak yaratılan mit, belki de Türkiye’deki siyasal koşullar, onu kuzeydeki saldırıları tek başına önlemiş gibi göstermiştir. Bütün bunlara gerek yoktur. M. Kemal’in 25 Aralık’ta ortaya çıkışı, Anzakları Düztepe gibi yüksek yerlerden yoksun bırakmıştır. Ancak Sami Bey’in eylemleri de olasılıkla o kadar önem taşımaktadır.”
Türkiye’deki şartlar gereği M. Kemal’in Çanakkale’deki rolünün abartıldığı açık. Ders kitaplarında yazıldığı gibi Anzakları tek başına durdurması diye bir şey yok ama ‘diğer kahramanlar’ tablodan temizlenince -zaten gaye de buydu- meydanın ‘tek adam’a kalması kaçınılmazdı. Ancak “Mitin Sonu”nu getirmeye kararlıdır yazarımız:
“Mustafa Kemal’in -en iyi saatleri olmayan- 19 Mayıs’taki feci karşı saldırının başında olduğunu (ama bu saldırının kendisinden kaynaklanmadığını) da anımsamamız gerekir. M. Kemal 7 Ağustos’taki ilerlemenin engellenmesinde de önemli olmuştur; ama bu olayda Esat Paşa ile Kanengiesser de önemliydiler. 9 Ağustos’ta İngilizlere yönelik büyük karşı saldırının planlarını Fevzi Bey’den almıştır. İzleyen kötü harekâtın sorumluluğunun ne kadarının Mustafa Kemal’den kaynaklandığı, Türklerin savaş günlükleri açıklanıncaya kadar meçhul kalacaktır.” (s. 344-5)
Tarihçilerimizin ağızlarına alamayacakları şu dengeli cümle de aynı tarihçiye ait:
“Özetle Mustafa Kemal Gelibolu’da hatalar yapmıştır; ancak bunların abartılmaması gerekir.”
Hata yaptı diyemeyen bir tarih olur mu? Elbette başarılar yazılacaktır, yazılmalı da ama hataların üzeri örtülürse günün birinde elin Avustralyalısı çıkar ve gerçeği yüzünüze çarpar. Siz de ona kızdığınızla kalırsınız.
Oysa asıl kızılması gereken kimdir? Gerçeği söyleyen mi saklayan mı?
15 Mart 2015, Pazar