Nureddin Paşa

Milletimizin, medeniyetimizin binlerce yıllık tarihini neredeyse 1919 yılından başlatan bir tarih anlayışını reddediyorum. Her kim ki zaferleriyle ve yenilgileriyle son 200 yılımızı, hatta son 600 yılımızı soyutlayıp eski Türk tarihinden Cumhuriyete atlıyorsa biliniz ki o kişi milletimizin de devletimizin de hasmıdır.”

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın bence yakın tarih anlayışına indirilen bir ‘darbe’ mahiyetindeki bu keskin sözleri Türkiye’nin içine girmekte olduğu yeni süreçte tarihin nasıl ele alınmayacağını da açıkça ortaya koyuyordu. Bu sözlerin hem millet önünde hem de bir zamanlar resmi tarih üzerinde tekel kurmuş olan Genelkurmay Başkanlığı kadrosu karşısında ifade edilmiş olması bir yerlere verilmiş anlamlı bir mesajdır. Bundan sonra 1919’un eksenine oturtulmuş sakat tarih anlayışının devam etmeyeceği net bir şekilde vurgulanmış oldu böylece.

Yıllardır yakın tarihimizin unutturulmuş sayfalarını ve Kutu’l-Amare zaferini yaza yaza, konuşa konuşa mesele öyle bir noktaya vardı ki, devletimiz bir asır kadar bir gecikmeyle de olsa ona sahip çıktı ve bu yıl ilk kez törenlerle kutlandı. Gelecek yıllarda onu tarih dersi kitaplarımızda okuyacağımızı ümit etmek için her türlü sebep mevcut. Nasıl mı? O kısmı sonra konuşacağız.
Geçtiğimiz Cuma akşamı Lütfi Kırdar Kongre Merkezi’ni dolduran kalabalık ve ekranları başındaki izleyiciler devletimizin tam kadro bu zafere sahip çıktığını ve milletin bu zaferini sahiplendiğini gördü. Bu resim yeterli şimdilik.

Cumhurbaşkanı Erdoğan benim de zaman zaman burada ve “Derin Tarih” programında örnek olarak zikrettiğim “Lise 2 Tarih” kitabındaki cümleye dikkat çekti. O cümlede Kutu’l-Amare zaferi güya şöyle anlatılıyordu(!): “Basra’ya çıkan İngilizler Kutu’l-Amare’de yenilgiye uğratıldılar.” Uğratan kim? Belli değil. Velhasıl “İngilizleri yendik” bile diyemeyen ve neredeyse zaferinden özür dileyen bir mantık var karşımızda. Bu mantığı yıkacağız inşaallah.

Sayın Erdoğan’ın “Şimdiye kadar tarihimizi İngilizlerin istediği gibi yazdık” cümlesi vuruculuğuyla mükemmeldi. Ayrıca bir de özeleştiri yaptığı dikkatlerden kaçmadı. Şimdiye kadar siyasetten ekonomiye kadar bir çok meseleyle mücadele ederken kültür ve eğitim alanında yapılması gereken değişikliklerde geciktiklerini, tarih kitaplarında gereken değişikliklerin yapılması için adım atamadıklarını ama buna ülkenin içinde bulunduğu şartların müsaade etmediğini söyledi ve tarihi ele alma yönünde bir değişimi başlatacakları müjdesini verdi.

Demek ki bundan böyle müfredatımızda Çanakkale’yi tek bir kahramanın gölgesine gömen sığ Tek Parti dönemi anlayışından kurtulacağımız gibi Kutu’l-Amare gibi unutturulmuş zaferlere hak ettiği yerin de verileceğini içimiz rahat bir şekilde söyleyebiliriz.
Özetle tarihî bir dönüm noktasına hep beraber tanık oluyoruz.

Unutturulan kahraman

“Kutu’l-Amare: Unutulan Zafer” programı tarihimizin geri dönüşü adına müjdeli bir adımdı dediğim gibi. Tebriklerimi sunuyor ve bu tür adımların devamını hararetle beklediğimizi söylemek istiyorum. Ancak bu manalı akşamda dikkatimi çeken üç tarihî aksaklığa da dikkat çekmek istiyorum.

Birincisi, programın ismi “Unutulan Zafer’di. Oysa ben Kutu’l-Amare’nin unutulduğuna değil, resmi tarihimiz tarafından kasten unutturulduğuna inanıyorum. Bu unutuşun daha Cumhuriyetin ilk resmi tarih kitaplarından başladığını iddia ediyorum.
İkincisi, programın başında bir Kurmay Albay’ın savaşı anlatırken Halil (Kut) Paşa’nın zaferin ardından askerlerine hitabesinde geçen sözlerini sansürlemesi oldu. Bu bir skandaldır.

Halil Paşa “Arslanlarım” diye başladığı ünlü hitabesinde “Ordumun her ferdi her sene bugünü tes’id ederken (kutlarken) şehitlerimize Yâsinler, Tebârekeler, Fâtihalar okusunlar…” diyorken Kurmay Albayın bütün Türkiye’nin gözü önünde bu ifadedeki “Yâsinler, Tebârekeler” kelimelerini çıkararak sadece “Fâtihalar okusunlar” diye kısaltması askerin hala dinî konulardaki tedirginliğini dışa vuran bir ayrıntıydı. Tabii sözleri makaslanan Halil Paşa’ya da açık bir haksızlıktı. Askerdeki bu din kompleksinden kurtulmak için acaba daha ne kadar bekleyeceğiz?

Üçüncüsü ise program boyunca sürekli Halil Paşa’nın isminin vurgulanması ve zaferin sanki tek kahramanı oymuş gibi bir algı uyandırılmasıydı. Bu yanlış algı işin daha başındayken önlenmeli ve Kutu’l-Amare zaferinin en azından iki büyük kahramanı olduğu tekraren vurgulanmalıdır.

Hadi daha erken bir dönemde intihar eden Süleyman Askeri’nin eksikliği dramatik gösteri bölümünde telafi edildi diyelim ama ya Selman-ı Pak’da İngilizleri mağlup edip Kutu’l-Amare kalesine sıkıştıran Irak ve Havalisi Komutanı Nureddin Paşa’yı ne yapacağız? Sadece konuşmaların sonlarında ve sadece ismen zikredilen bu paşamızın talihsizliği böylece katmerlenmiş oldu.
Resmi tarih tarafından dışlanan ve adı asla anılmayan Sakallı Nureddin Paşa’nın Kutu’l-Amare’de neler yaptığını Necati Fahri Taş’ın doktora tezinden (ATAM: 2014) öğrenmek mümkün halbuki.

Öte yandan tam zaferin yıldönümünde Küplüce’deki mezarını ziyarete gittiğimde benden başka kimsenin gelmediğini görmek bir dağ-ı derun oldu bende. Mahalleden birini daha buldum da o gün hiç değilse iki kişinin Fatihasıyla serinletmiş olduk ruhunu.
Zaten resmi tarih, özellikle Nutuk’ta Gazi Mustafa Kemal tarafından haksız yere suçlanan ve tarihten sürülen Nureddin Paşa’yı Kutu’l-Amare zaferi gününde olsun hatırlamamız bir kadirşinaslık olurdu. Umarım bundan sonra hatırlanır ve bu ayıp telafi edilir.
Mezarı başında garip duygular içinde şunları yazdım not defterime:

Yalnız bir mezar

“Sen Basra, Bağdat ve İzmir valisi olasın,
Amasya’da Merkez Ordusunu kurasın,
Afyon’dan İzmir’e yürüyerek Yunanları İzmir’de denize dökesin,
İstanbul’un kurtuluşu için İzmit’te toplanan 1. Ordu’ya kumanda edesin,
Aydın’da 21., İstanbul’da 25., İzmir’de 17. Kolorduların komutanı olasın,
Selman-ı Pak’da İngilizleri bir meydan savaşında yenesin ve Kutu’l-Amare kuşatmasını başlatasın,
1925 ara seçimlerinde CHP’yi bağımsız aday olarak Bursa’da tek başına iki kere yenilgiye uğratasın,
Şapka Kanunu görüşmeleri sırasında bu kanunun anayasaya ve insan haklarına aykırı olduğunu savunan tek kişi olarak sivrilesin,

Ama… şu Küplüce mezarlığında bir mezar taşını ve bir ziyaretçiyi zor bulasın.
Bu nankörlük senin hatan değil Paşam, bizim hatamız.
Seni en azından ben unutmayacağım…”
Şimdi içim rahat olarak bu cümlemi şöyle değiştirmek istiyorum.
“Seni en azından ben ve okuyucularım unutmayacaktır.”
Müsaade var mıdır?

Bir cevap yazın