• Home
  • Genel
  • Osmanlı’ya da Yunanistan kadar cömert davransaydınız ya!

Osmanlı’ya da Yunanistan kadar cömert davransaydınız ya!

Yunanistan’ın 1,6 milyar Avro borcunu ödeyemeyip iflas bayrağını çekmesi Avrupa’nın değil, neredeyse dünyanın derdi oldu. Oysa 140 yıl önce Osmanlı Devleti de iflas etmişti ama öyle kurtarma şartları koşulmuştu ki, utanç vericiydi. Yunanistan’a bu kadar cömertçe davrananlar bakın Osmanlı’ya karşı nasıl davranmışlardı?

Bu arada ‘Yunanistan nasıl kurtulur?’ diye düşünenler içinde Angela Merkel’den tutun da Ertuğrul Kürkçü’ye kadar uzanan rengarenk bir zincir göze çarpıyor. Kürkçü, Yunanistan’ın borcunu Türkiye’nin ödemesini istemiş. Tabii Avrupa’nın para babalarının kopartamadığını nasıl geri alacağımızı bilmiyoruz. Kaldı ki Yunanistan’ın kara deliği, uzmanlara göre 60 milyar Avro’luk devasa bir bataklık.

Bu arada IMF bir araştırma yaptırmış ve 1800 yılından bugüne dünyanın büyük ekonomileri sayılan ABD, Almanya, Japonya ve İngiltere’nin de bulunduğu tam 83 ülkenin iflas bayrağını hem de çeşitli defalar çektiğini ortaya koymuş.

Anadolu Ajansı’nın haberine göre, mesela ABD 1 kez dış, 4 kez de iç borçlarını ödeyemez hale düşmüş. Genellikle bankacılık sektöründeki krizlerden kaynaklanan bu iflasların ilki 1790, sonuncusu da 1933’te yaşanmış.

Keza Almanya, son 215 yılda 8 kez temerrüde düşmüş. İngiltere de sonuncusu 1932’de olmak üzere 4 kere iflas etmiş. Avrupa’nın en çok iflas eden ülkesi ise 19. yüzyılda 8 ve 20. yüzyılda 1 kez olmak üzere 9 defa temerrüde düşen İspanya imiş. Onu sırasıyla 7 ve 6 kere temerrüde düşen Avusturya ve Yunanistan izliyormuş. Yani bu Yunanistan’ın 7. iflası.

Velhasıl Osmanlı-Türkiye de 6 kez temerrüde düşerek ilk beşe girenlerden biriymiş ama nedense bize tarih kitaplarında sanki bu dönemde tek iflas eden, batan ekonominin Osmanlı’nınki olduğu ve Avrupa ülkelerinin bir eli yağda öbürü balda olduğu öğretilir durulur. Bunun böyle olmadığını IMF’nin yaptırdığı araştırma sayesinde öğrenmiş olduk. Bu da Osmanlı’ya aşağılayıcı bakışımızın ulaştığı çarpıklığa ‘kapak’ olsun!

Prof. Şevket Pamuk, bu bakış açımızı sorgulayan bilim insanlarından biri. “Osmanlı-Türkiye İktisadî Tarihi 1500-1914” adlı eserinde (İletişim: 2005, s. 231) 1873 yılında başlayan küresel krizden sonra iflasını ilan eden tek ülkenin Osmanlı Devleti olmadığını berrak bir şekilde dile getiriyor:

“1873 borsa krizleri sonrasında borçlarını ödeyemez duruma gelen tek ülkenin Osmanlı İmparatorluğu olmadığını da ekleyelim. 1870’lerin bunalım ortamında Avrupa para piyasalarında yeni fonlar bulamayınca Ortadoğu ve Latin Amerika’da yirmiyi aşkın ülke, borç ödemelerini durdurmuştu.”

Osmanlı iktisat tarihine bakarken ezberlerimizi de bir kenara bırakmanın zamanı geçiyor bile.

Dış borç sarmalında Osmanlı

Peki Osmanlı Devleti dış borç batağına nasıl çekilmişti?

Osmanlı Devleti bütçe açıklarını kapatmak için gerekli borçları önceleri Galata’daki Ermeni, Yahudi, Rum ve Tatlısu Frengi bankerlerden sağlıyordu. Bunlar da Fransız bankalarından para çekip devlete satıyorlardı.

Dışarıdan borç almaya direnen devletin direncini kıran gelişme Kırım Harbi’nin masrafları oldu. Yeni harcamalar ve gelir-gider dengesinin bozulmasına yol açan ağır savaş masrafları hazineyi tamtakır hale getirince Avrupa para piyasasına açılmak gerekecekti. 1850 yılında bütçe açığı 195 milyon akçeye varmıştı. Bu ekonominin çevrilmesi mümkün değildi.

Öyleyse ne yapılacaktı? Galata bankerleri devleti ağır faizlerle sömürüyordu. Bir kere onların elinden kurtulmalıydı devlet gemisi, ikincisi de gerekli ıslahatın yapılabilmesi için bir nefes aralığına ihtiyaç vardı.

Böylece 28 Ağustos 1854’te Londra’daki Palmer ve ortakları ile Paris’teki Goldsmid ve ortakları firmalarından sağlanan 3 milyon sterlin, yüzde 6 faiz ve yüzde 80 emisyon kuruyla ilk dış borcumuz olarak tarihe geçti.

Tabii bir de güvence istiyorlardı. Osmanlı’nın aklına hemen Mısır geldi. Zengin Mısır’dan alınan vergileri karşılık gösterdi ki, bunun diğer adı “Mısır borçlanması” olarak kayıtlara geçecekti. Ancak 3 milyon sterlinden hazineye giren meblağ sadece 2,3 milyon sterlin olmuş, 700 bin sterlin faiz, amortisman gibi giderlere kesilmişti.

Lakin bu borç dişimizin kovuğuna yetmemişti. Haydi ertesi yıl bir dış borç daha. Bu defa 5 milyon sterlin. Faiz yüzde 4, emisyon kuru da yüzde 102. Bu defa Rosthschildler aracı olmuştu. Mısır vergisi güvencesi kesmedi, İzmir ve Suriye’nin gümrük vergilerini de istediler.

Öte yandan 1860 malî yılının 250 milyon Franklık açığını kapatmak için İngiltere’ye başvuran Maliye Nazırı Keçecizade Fuad Paşa’nın önüne şu utanç verici istekler konulmuştu:

1. Yabancılara emlak satışını serbest bırakın,

2. Bu emlaki güvence olarak göstermek şartıyla tahvil çıkarın,

3. Vakıfları ilga edin ki bu madde çok önemli, Elmalılı Hamdi Yazır, vakıfların dış güçlerin ekonomik nüfuzları karşısında nasıl bir set oluşturduğunu pek güzel anlatır,

4. Osmanlı maliyesinin kontrolü uluslararası bir komisyona bırakılmalıdır.

 

Osmanlı, iflasını ilan ediyor!

Gerçi bu ağır şartlar kabul edilmemişti ama Düyun-ı Umumiye fikri de ta buralardan çıkmıştı.

Üç yıl sonra bir 5 milyon sterlin daha. Gümrük ve transit ticaret vergileri de güvence. 1860’ta iki, 1863, 1865 derken 1875 yılı geldi çattı. Osmanlı için kara bir yıldı. Bu kara yılın gelişi, 1873 dünya ekonomisindeki bunalımından belliydi. Prusya, Fransa’yı yenmiş, ağır bir tazminata mahkûm etmişti fakat alınan tazminat spekülasyona yol açarak en başta Alman ekonomisini vuracak, oradan dalga dalga Amerika ve Asya’ya ulaşacaktı. İşte biz de 1875 yılında bu dalganın altında kalacaktık.

Dış borç alarak dış borcunu çevirmek gibi bir kısır döngüye yakalanan Osmanlı Devleti’nin boynuna 1875 yılında yaşanan misli görülmemiş kıtlık yükü de binmişti. Balkanlar’da ayaklanmaların biri bitip öbürü başlıyordu. Dış borç almaktan başka çare kalmamıştı ama Avrupa’da da kriz vardı. Kaynaklar kurumuştu. Çözüm?

Ve Osmanlı hükümeti borcunu ödeyemeyeceğini 6 Ekim 1875 günü Mahmud Nedim Paşa imzalı bir kararnameyle dünyaya ilan etti. İç ve dış borçlarının faiz ve amortismanını 5 yıllık bir süre için yarıya indirmiş, ayrıca 5 yıl içinde her yıl borçlarının yarısını nakden, yarısını da tahvilat olarak ödemeyi taahhüt etmişti. Neredeyse bütün nakit ödemeler durmuştu.

Ramazan ayında yayımlandığı için “Ramazan kararnameleri” de denilen bu tasarruflar tabii ki olumsuz sonuçlar doğuracaktı. Dışarıyı rahatsız etmesi bir yana –ki Sultan Abdülaziz’in ertesi yıl devrilmesinde payı olduğu kanaatindeyim- içeride de enflasyonu azdıran bir etki yapacak, yüzde 400’lük enflasyona bağlı olarak tahvillerin fiyatı da yarı yarıya düşecekti. (Bu beklenen bir sonuçtu ama bundan haberdar olan Sultan Abdülaziz elindeki binlerce tahvili önceden satmayarak şahsen zarara uğramaya razı olarak çevresine bir dürüstlük dersi verdi.) Bu yolun sonu Düyun-i Umumiye’ye kadar uzanacaktı.

Osmanlı’ya karşı en ağır şartları koşarak acımayanlar ile Yunanistan’ı kurtarmak için seferber olanları varın bir kıyaslayın.

5 Temmuz 2015, Pazar

Bir cevap yazın