Siz hâlâ ‘Truva Atı’na inanıyor musunuz?
Troia, Homeros’un aktardığı bir efsaneler yığınıyken ve Yunanlılar bile onun hakikatine inanmıyorken, 19. yüzyılda neredeyse İlyada destanında anlatılan Truva şehrinin kendisi olarak zihinlerimize nakşedilmiştir. Oysa kör olduğunu ve hep kulaktan dolma bilgilerle şiir düzdüğünü bildiğimiz Homeros’un anlattığı Truva ile antik yerleşim yeri olan Troia’nın aynı yer olduğu kesin olarak kanıtlanmamış, “gerçeklik” meselesi hep üstünkörü geçiştirilmiştir.
Tarih boyunca İlyada’da bahsi geçen yerin, bugün Çanakkale sınırları içinde bulunan Truva harabeleri olduğuna inanılmıştır ama bu hep bir inanç ve arzudan ibaret kalmıştır. Yunanlı kökenini arayan Avrupa için Truva Savaşı’nı anlatan destana bir gerçeklik temeli uydurmak gerekmiş ve sözde “arkeolog” H. Schliemann bu temeli önce Hisarlık höyüğünde bulduğunu sanmış, sonra da Truva üzerinde odaklanmış. Böylece gerçekliğin etrafına sürülmüş olan efsane şekeri, bu defa tersinden, kendi gerçekliğini üretmiştir. Eski Yunanlılar bile mitleri gerçeklerden üretirlerdi, bilim çağında ise efsanelerin gerçeği imal ettiğine şahit oluyoruz.
Peki kimdir bu Schliemann? Onu bize, “iyi adam” olarak tanıtmayı amaçlayan Bilge Umar’a göre karanlık sayfalarla dolu hayat hikâyesi aşağıdaki gibiymiş:
1822’de Almanya’da yoksul bir ana babanın çocuğu olarak dünyaya gelen Schliemann, doğru dürüst bir öğrenim bile görmemiş. Çocukken babasının kendisine Noel’de armağan olarak aldığı resimli tarih kitabından Homeros’u tanımış. İlyada ve Odissey’inden çok etkilenmiş ve iflah olmaz “Truva tutkusu” böyle başlamış.
Gençliğinde bakkal çıraklığından tutun da gemi kamarotluğuna kadar birçok işte çalışmış. Kendi kendisini yetiştirip birkaç dil öğrenmiş. 1846’da, çalıştığı firma onu temsilci olarak Çarlık Rusya’sının başkenti Petersburg’a yollamış. Orada evlenmiş ve Rusların Eflak ve Boğdan’ı işgal etmeleri ve Sinop’ta Osmanlı donanmasına aniden baskın vermeleri üzerine başlayan Kırım Savaşı (1854-1856) yıllarında, Rus ordusuna “savaş müteahhitliği” yapmış. (Bizde pek bilinmez ama “savaş müteahhitliği”, modern Avrupa savaş sisteminin ayrılmaz bir parçasıdır; özellikle Yahudi bankerler ve zenginler, Avrupa devletlerinin girdiği savaşların finansörlüğünü üstlenmişlerdir.) Bu işten büyük kazançla çıkan “harp zengini” kahramanımız, kapağı ABD’ye atmış. Kendisine çocukluğundan beri ârız olan Truva sevdasını “yerinde” araştırmak üzere önce Yunanistan’da kazılar yapmış. Aslında kazı yapmayı bile bilmeyen Schliemann, pek çok değerli arkeolojik eseri tahrip ederek Vandalizm tarihine geçmiş! Hırsızlığı da cabası! Halen Rusya’da bulunan Priamos hazinelerini Almanya’ya kaçırmış.
İşin garibi, hem Schliemann’ın, hem de sonraki araştırmacıların hâlâ bir “zann”dan hareket etmeleri: Homeros’un İlyada’sında bahsi geçen İlion, yani Truva ile Priamos Troia’sının aynı yer olduğu “sanılmaktadır”. Bütün söyleyebildikleri bundan ibaret. Bazı kanıtlar var elbette ama bunları çürüten örnekler de az değil. Mesela olayın geçtiği söylenen yerin “Troia VI h” mi yoksa “Troia VII a” mı olduğuna bile henüz karar verebilmiş değil arkeologlar. Öyle diyenler de var, böyle diyenler de. Peki şu meşhur “Truva atı” masalına ne demeli? Efsanenin daniskası diye buna derler herhalde! Bakalım ünü ülkemizin sınırlarını aşmış olan arkeolog Ord. Prof. Ekrem Akurgal ne buyuruyor:
“[Destanda geçen] tahta at, gerçekte bir strategem [savaş hilesi] değil, bir sunu [adak] eseri olup poetik fantezi bundan yeni bir yorum ortaya koymuştur. Fritz Schachermeyer’e göre tahta at, İlion’u [Truva] deprem ile tahrip ettiği için Akaların tanrı Poseidon’a sundukları bir armağandır… Böylece Akaların İlion kentini aldıkları, sorunun bir poetik fanteziden [şairin hayalinden] öteye gitmediğini gösterir… Belki de Helen efsanesi başkalarının yaptığı bu savaşı kendilerine mal etmiştir.”
Yani meşhur Truva atımız, aslında şehrin hileyle düşürüldüğünü daha bir ballandırarak anlatmak için Homeros’un uydurduğu bir edebî oyundan ibaretmiş de haberimiz yokmuş. Meğer Truva, savaşla ve hileyle de düşmemiş. Bir deprem sonucunda surları yıkılmış ve Akalar şehri bundan sonra fethedebilmişler. Ve Poseidon’a, şehri almalarına yardımcı olan depremi gönderdiği için şükranlarını ifade etmek maksadıyla bir tahta at yapıp adak olarak sunmuşlar. Homeros da bu “adak at” figürünü oradan alarak eserinde şehrin fethinin, içerisine askerlerin gizlendiği bu at sayesinde gerçekleştiğini yazmış. Biz de yüzyıllarca bir güzel inanmışız bu masala.
Sonra da kalkıp “bu” İlyada’nın gerçekliğine inanmamız ve destanda geçen İlion’un bugünkü Truva harabeleri olduğunu gözü kapalı kabul etmemiz isteniyor. Bütün çabalara rağmen yakınlarda yayınlanan bir Homeros araştırması bile Truva’nın destandaki şehir olup olmadığını lafı dolandırmadan söyleyemiyor. Bilimsel muğlaklığa müthiş bir örnek oluşturan J. Latacz’ın pasajı, ibret-i âlem için tekrar tekrar okunmalıdır:
“Troia’nın 1870 yılında Heinrich Schliemann tarafından İlyada’daki topoğrafik verilere dayanılarak bulunması, yine de İlios/Troia şehrinin tarihselliği için belirleyici bir kanıt değildir: Bu şehrin oturanları ile Akalar arasındaki savaşa ait tarihsel bir delil yoktur. Savaşın tarihselliği, eğer gerçekten bir savaş olmuşsa, ancak arkeolojik araştırmaların sonucunda kanıtlanabilir. Bu yapılmadığı sürece olayın tarihselliğini kabul ya da reddetmek anlamsızdır.”
Donald Easton adlı uzman ise “Troia buradadır” dedirtecek hiçbir yazılı belge yoktur diyor. Bir başka uzman Hachmann ise daha da ileri gidip “kanıt bulma ihtimalinin bile olmadığını” söylemektedir.
Bilimsel mitoloji başarıyla işlemekte, kesin bir bilgiye ulaşılamadığı halde bir maceraperestin 1870’lerde kuyuya attığı taş, akl-ı selim sahiplerince çıkartılmayı beklemektedir. Hâlâ Truva masallarına inanmak isteyen varsa devam etsin; ben bu durakta iniyorum izninizle.
Do you want Search?
Random Post
Search
previous