2014 yılında IŞİD, bağlılarına bir tvit atarak “Sykes-Picot’yu tuzla buz ettikleri”ni ve Kuzey Suriye’den Irak’a uzanan bir bölgede hilafeti ilan ettiklerini duyurmuştu. Yoksa Ortadoğu’da yüz yıldır bir türlü kapanmayan defter yeniden mi açılıyordu? Sykes-Picot sınırları değişiyor muydu? IŞİD’den Sykes-Picot’ya giden yol nasıl döşenmişti?
Aslında bir değil iki örgüt olduğunu söylemek, birinin IŞİD, yani Irak-Şam İslam Devleti, öbürünün ILİD, yani Irak Levant İslam Devleti olduğunu bilmek önemli. Levant ne mi? Hâlâ çocuklarımıza koyduğumuz ‘Levent’ kelimesiyle aynı kökten geldiğini söyleyeyim. Doğu Akdeniz demek. Daha sonra ‘Levant (okunuşu: Lövan) devletleri’ diye kitaplara da girmiş bulunan kelime Suriye ve Lübnan’ı içine alıyordu. Filistin de Osmanlı Suriye’sine dahil olduğu için bugünkü İsrail’i de kapsama alanında gördüklerini söyleyebiliriz.
Yani bir bakıma 1918 işgalinden sonra oluşturulan yapay Ortadoğu sınırları sağından, solundan, bazen ortasından deliniyor, ileriye ve geriye kayıyor. Süleyman Şah Türbesi’nin iki defa yer değiştirmiş olması bu ‘tuzla buz olma’nın sembolik düzeyde yansıması oluyor.
Peki IŞİD’in tvitinde sözünü ettiği Sykes-Picot Anlaşması neyin nesiydi?
Filistinli tarihçi George Antonius’a bakılırsa Sykes-Picot Anlaşması şok edici bir belgedir. En fenası, tamahkârlığın, yani şüpheyle el ele giden, dolayısıyla aptallığa varan tamahkârlığın ürünü olmakla kalmaz, aynı zamanda üçkâğıtçılığın ulaştığı ürkütücü noktadır da.
Düvel-i Muazzama’nın Osmanlı Devleti’ni Şark’a sürme niyetleri malum. Bu niyetlerin nasıl projelendirildiğini ayrıntılı olarak öğrenmek isteyenler T. Djuvara’nın “Türkiye’nin Paylaşılması Hakkında Yüz Proje” (Gündoğan: 1999) adlı kitabına başvurabilirler. Başlangıçta takdir ettikleri Sultan 2. Abdülhamid’in kendilerine zırnık koklatmayacağını gördükleri andan itibaren aleyhine geçerek Osmanlı’yı parçalama planlarına yumuldular. Sultan 31 Mart ayaklanmasını müteakip tahttan indirilince arkası çorap söküğü gibi geldi.
1914 yılına geldiğimizde “The London Petroleum Review” adlı gazetede Mezopotamya’daki petrol sahalarının ayrıntılı bir haritası yer alıyordu. Daha 1. Dünya Harbi patlamamışken Osmanlı topraklarındaki petrol bölgelerinin haritasını çıkarmak neyin hazırlığıydı acaba? Nasıl oluyorsa oluyor ve 1918 yılında bu petrol sahaları İngilizlerin eline geçiyordu!
Sykes kim, Picot kim?
Nasıl kâinatta tesadüfün yeri olmadığına inanıyorsak tarihte de olmadığına inanmamız lazım. Lozan Antlaşması 6 Ağustos 1924 günü yürürlüğe giriyor ve ne tesadüf (!) aynı gün Filistin’de İngiliz manda idaresi başlıyor! Bu bir tesadüf olabilir mi? Akaid ilmi nasıl kâinattaki İlahi planı ortaya çıkarmak için uğraşırsa tarih ilmi de yaşananların arkasındaki beşerî planları deşifre etmeye adanmıştır. En azından öyle olması gerekir. Aksi, delilere pösteki saydırmaya benzer.
Derken Cihan Harbi başlar, seferberlik sizin de benim de dedelerimizi silah altına alır. Dünya üzerinde milyonlarca silahlı genç 4,5 yıl boyunca harb eder ve sonuçta bizim de arasında bulunduğumuz Almanya, Avusturya-Macaristan, Bulgaristan ve Osmanlı imparatorluklarından oluşan Mihver devletleri savaşı kaybeder, İngiltere, Fransa ve İtalya’nın oluşturduğu İtilaf devletleri kazanır (Rusya Bolşevik devriminin ardından savaştan çekilmişti).
Fakat savaşın iyice ısındığı ikinci yılında, Çanakkale yenilgisinin hemen ardından İngiltere ile Fransa arasında (sonradan Rusya da buna katılacaktır) savaş sonunda Ortadoğu topraklarıyla ilgili gizli bir anlaşma yapılır. İngiliz Sir Mark Sykes ile Fransız François Georges-Picot arasında yapılan bu anlaşma bölgeyi dört parçaya bölüyor ve sömürge yönetiminde kimin hangi parçayı kapacağı belirleniyordu. Anlayacağınız, canlı bir beden kesilip biçiliyordu.
Mavi bölge Fransızlara verilmişti ve Mersin ve Adana’dan İskenderun Körfezi’ne, oradan bugünkü Suriye ve Lübnan kıyılarından antik Tyre liman şehrine kadar uzanıyordu. Fransızlar bununla doymayacak ve Sivas’ın kuzeyi ve Diyarbekir ile Mardin’in doğusuna kadarki Doğu Anadolu bölgesi üzerinde de iddiada bulunacaklardı. İsteyen isteyene…
Sykes-Picot Anlaşması’nın “Mavi bölgesi” hemen tamamen bugünkü Türkiye sınırları içindedir. Demek ki Sykes-Picot Anlaşması Anadolu toprakları babında yırtılmış oldu. “Kırmızı sahalar”, yani Irak’ın Basra ve Bağdat vilayetleri İngilizlere verilecekti. Rusların payına İstanbul düşüyordu.
Mavi ve kırmızı bölgeler haricinde kalan A ve B bölgeleri ise İngiltere ve Fransa’nın nüfuzuna bırakılmıştı. A bölgesi Suriye’nin Şam, Halep, Hama, Humus şehirleri dolaylı olarak Fransız kontrolüne terk ediliyordu. Şaşıracaksınız belki de ama Musul da.
İngilizler ise B bölgesini iştahlarına ayırmışlardı. Kuzey Arabistan çöllerine kadar Irak ile Mısır’ın Sina sınırlarına kadarki bir alanı kapsıyordu. A ve B bölgeleri güya “bir Arap liderin himayesi altında bağımsız bir Arap Devleti’nin veya bir Arap Devletleri Konfederasyonu”nun parçası olacaktı.
İngiliz ile Fransızların üzerinde mutabık kalamadıkları tek yer ise Filistin’di. Sykes ile Picot bu muhataralı konuyu Ruslara götürürlerse işin iyice karışacağını gördüler ve kısa kesip Filistin haritasını diğer iki renkten ayırmak için kahverengiye boyadılar! Burası “uluslararası bir yönetim”e tabi olacaktı.
Nasıl delindi?
1916 Mayıs’ında Rusya ile de mutabık kalınarak resmileşen Sykes-Picot gizli Anlaşması’nda delinenler yalnız Fransızların Doğu Anadolu’daki talepleri değildi. İngilizler 1918’de Suriye’yi Fransa’ya bırakıyorlardı ama Musul’u istiyorlardı. Nitekim Musul’u Fransa’dan çeke çeke kopardılar. Keza güya uluslararası bir yönetime bırakılacak denilen Filistin’e el koyup İsrail devletinin kuruluşuna giden taşları döşediler. Kendilerine güvenip isyan eden Şerif Hüseyin’e sahte vaadlerde bulunup açıkça kazık attılar. Hiçbir zaman bir Birleşik Arap Krallığı düşünmedikleri çok geçmeden, Troçki’nin emriyle “İzvestia” gazetesinde Çar’ın kirli çamaşırlarından biri olarak Sykes-Picot Anlaşması yayınlanınca cümle alemce anlaşılmış oldu.
Böylece bugün IŞİD’in “tuzla buz” olduğunu söylediği Sykes-Picot Anlaşması zaten ilk birkaç yılı içerisinde delik deşik bir hale gelmişti. Bugün ruhu sefalet içinde de olsa yaşamaya çalışıyor. Lozan’da onaylanan antlaşma, Doğu Anadolu’daki Fransız talepleri hariç -ama Antakya dahil- esasen Sykes-Picot’nun çerçevesindeydi. Arap toprakları bizi ilgilendirmiyor demenin anlamı, Sykes-Picot Anlaşması’nı büyük ölçüde kabul ediyorum demektir. Bu açık.
Casus Lawrence hatıralarında Arap yardımı olmadan bu toprakları ele geçiremeyecektik, diye yazıyor ve ekliyordu: Arap yardımı ‘ucuz ve hızlı’ bir zafer için şarttı.
Ucuz, öyle mi? 100 bin Arap hayatını kaybetti ve İngiliz için tek bir İngiliz’in kemiklerine değişilmezdi topu. Araplar kullanıldıklarını neden sonra anladılar. Fakat “Vâ hayfâ!”
28 Haziran 2015, Pazar