• Home
  • Genel
  • Taksim Camii’nin hikâyesi mutlu sonla bitti

Taksim Camii’nin hikâyesi mutlu sonla bitti

Geçtiğimiz Cuma günü ilk namazı eda etmek üzere Taksim Camii’ne adım attığımda, tıpkı Ayasofya Cami-i Kebiri’ne girdiğim anda olduğu gibi, gözlerim dolu doluydu.

Nasıl dolmasın ki, bir hayal hem de belki hayal edilenden de ihtişamlı bir dozda taşa bürünmüş, öte yandan Menderes zamanında başlayan projenin Demirel, Özal ve Erbakan duraklarından geçerek R. Tayyip Erdoğan’ın inisiyatifiyle tahakkuk safhasına erdiği, 27 yıllık çileli, darbeli, engelli bir koşunun hedefine vasıl olduğu anı yaşıyorduk. Protokoldeki herkesin yüzü gülüyor, birbirimizi tebrik ediyor, bu günleri bize gösteren Cenab-ı Hakka şükrediyorduk.

Hafızam bir anda bu zamandan kopmuş, çok eskilere uzanmıştı.

1994 Martında İBB Başkanlığına seçilen Erdoğan seçim öncesinde söz verdikleri üzere Taksim’e cami yapılacağını söyleyince resmen kıyametler kopmuştu. Vaktiyle Boğaz Köprüsünün inşasına da karşı çıkan mahut “zinhar yaptırmayız!” taifesi bir kere daha hortlamış, “laiklik elden gidiyor” sloganından tutun da “yasalara aykırı” lafazanlıklarına varıncaya kadar muhalefet marifetini ardına koymamıştı.

1983 yılında SİT alanı olduğu gerekçesiyle Danış­tay 6. Dairesi’nin “Taksim’e cami ve çarşı yapılamaz” şeklinde çıkardığı karara mukabil bir hamle yapan Erdoğan, İBB Meclisi’nden cami yaptırma kararı çı­kartmış, böylece savaş iyiden iyiye hararetlenmişti.

O kadar ki SHP ve DSP’li İBB meclis üyeleri RP’liler için “Mecliste terör estiriyorlar” demekten bile çekinmemişti. Öte yandan Devlet Ba­kanı ve Hükümet Sözcüsü Yıldırım Aktuna devreye girmiş ve “Cami yaparak İstanbul’u fethedeceklerini sanıyorlarsa yanılı­yorlar” incisini yumurtlamayı ihmal etmemişti.

Meslek örgütleri boş durur mu hiç, onlar da “ya­sal olmayan siyasi kararlar alınıyor” açıklamasına sığınmıştı. Kambersiz düğün olmayacağı gibi Mimarlar Odası olmadan bir cami tartışması da mümkün değildi. Nitekim açıklamasında Danıştay’ın 1983 yılında aldığı kara­ra göre cami ve çarşı inşaatının şehir­cilik bilimine aykırı olduğu vurgula­narak anakent meclisinin, yüksek yargının ‘yürürlükte olan” bu kararı­na aykırı davrandığı belirtilmişti. Taksim’de her türlü rezil mimari eserleri yapabilirsiniz ama sadece cami yapmak “şehircilik bilimine aykırı”. Öyle mi?

Diğer yandan ortalığı kızıştırmak için yanıp tutuşan Cumhuriyet gazetesi ise “Çok sayıda ku­rum ve kuruluş da kararın iptali için mahkemeye başvurmak üzere hazır­lıklara başladı” diye yazıyordu 25 Temmuz 1994 tarihli nüshasında.

Düşünün:

Nüfusunun ezici çoğunluğu Müslüman olan bir ülkede bir cami yapmak resmen mahkemelik oluyordu. Hadise yüzlerce yıldır şanla, şerefle İslam ve Hilafetin bayraktarlığını yapmış bir memlekette cereyan ediyordu. (Taksim Camii’nin avlusunda dertleştiğimiz dostuma “O da bir şey mi? Biz Ayasofya Camii’ne cami dedirtmek için 76 yıl mücadele etmedik mi?” dedim.)

1940’ların ortalarında başlayan kıran kırana bir mücadele sonunda Taksim Camii avlusunda buluşmuştuk velhasıl.

Gazamız mübarek olsun.

Kutu

Taksim’deki Müslüman mezarlığına CHP kodamanları nasıl çöktü?

Bir okurum haklı olarak sormuş: Osmanlı Devleti Taksim meydanına neden şanına yaraşır bir cami yaptırmamış?

Çünkü biz Taksim diye bir meydan hep vardı sanıyoruz. Halbuki buranın meydan olma hikayesi Cumhuriyetle başlar büyük ölçüde. Osmanlı zamanında burada bir meydandan bahsedilemez.

Elimizdeki 18. yüzyıla ait gravürde meydana adını veren Sultan I. Mahmud’a ait maksemin etrafının ormanlık ve tarla olduğunu, bu sahada atların koşturduğunu görebiliyoruz. Sebilin yanına sonradan Fransız Konsolosluğu binası yaptırıldı. Gezi Parkı’nın olduğu yere devasa bir kışla yaptırıldı, karşısındaki saha da bugün apartmanlarla dolmuş bulunan askerlerin talimhanesiydi (Talimhane ismi oradan gelir). 

Meydan meydan olmadan evvel Müslümanlar ve Hıristiyanlara ait mezarlıklarla kaplıydı büyük ölçüde. Müslüman mezarlığı Taksim Anıtı’ndan başlayıp AKM binasından sahile uzanıyordu.

Lakin 1930’lu yıllarda eskiden Müslüman mezarlığının bulunduğu bölgede yerden pıtrak gibi bitiveren apartmanlar akılları karıştırmıştı. Burada biten apartmanları yaptıranlar nedense hep CHP kodamanlarıdır, hatta tapuda İnönü’nün eşi Mevhibe hanıma ait bir parsel dahi çıkmıştır.

Mezarlığın iç edilme hikâyesini yazan Arif Oruç’un iddiaları yenilir yutulur cinsten değildir. İnönü yetkisini kullanarak mezarlığın tapusunu Ayas Paşa’nın torunlarından birine verdirmiş, adam tapuyu alır almaz “servileri kestirip mezar taşlarını söktür”müş, boşalan arsayı hükümetin önde gelenlerine satıp Mısır’a savuşmuştur. Sonrasını Oruç’un iğneli kaleminden okuyalım:

“Kabristanın senedini eline alır almaz dahi İsmet Paşa’nın hanımefendilerine bir apartmanlık “yerceğiz” hediye etmişti. Hanımefendinin apartmanı “beleşten gelen” arsa üzerine kurulmuştu ki, arsanın kıymeti 50 bin lira tahmin ediliyor. Apartman, Başvekil Paşa’nın mahdumları küçük Ömer beyefendinin cep harçlıklarından tasarruf edilen 200 küsur bin lira ile vücuda getirilmiştir. Halk Fırkası erkânı, her gün pederleri tarafından verilen 5-10 kuruşu çabuk 200 bin lira halinde arttırmağa muvaffak olan küçük Ömer Bey’in; mahalle mekteplerinde peynir ekmek bulamayıp da Hilal-i Ahmer (Kızılay) tarafından kendilerine haftada iki defa birer dilim ekmek peynir tevzi edilen Türk çocuklarına “tasarruf nümune-i imtisali (örneği)” olacağı söyleniyor.”

Aynı olayı Bedii Faik 1970 yılında şöyle yazar:

“Ayaspaşa vaktiyle mezarlıktı ve evkafa (vakıflara) aitti. İnönü’nün müsteşarı olan zat, evkaf işlerine bakmaktaydı. Günün birinde işte bu müsteşar, mezarlığı vakıf olmaktan çıkarmış, parsellemiş ve bahis konusu arsayı da şefine münasip görmüştür. O tarihte görevde bulunan İstanbul Belediye Meclisi bu olup bitti karşısında isyan etmedi değil. Ama olup bittiyi yapan müsteşar beyin “Paşam! İstanbul Valisi, Belediye Meclisi’ni aleyhinize kışkırtıyor” demesi üzerine İnönü, devrin valisine son derece haşin davranmış ve rahmetli de bu muamele üzerine derhal istifa etmiştir.”

“Cumhuriyetin altın çağı” olarak sunulan 1930’larda Taksim’in Müslümanlığını simgeleyen koca mezarlık göz göre göre yok edilmiş ve bir rant transferine sahne olmuştu. Bu hasım zihniyet oraya bir cami yapılmasına müsaade eder miydi hiç?

Bir cevap yazın