Beyazıt Ramazan Sohbetleri’nde konuşan araştırmacı tarihçi ve yazar Mustafa Armağan, “Tarih, bir ülkenin kimliğini oluşturan dil ve yanı sıra edebiyat kadar önemli bir kurucu unsurdur.” dedi.
Türkiye Diyanet Vakfı‘nın organize ettiği ve İBB Kültür A.Ş.‘nin katkılarıyla gerçekleşen 32. Diyanet Fuarı‘nın Ramazan’ı sohbetle bütünleştiren ve Edebiyat Sanat ve Kültür Araştırmaları Derneği (ESKADER)‘nin desteğiyle fuar süresince devam eden Beyazıt Ramazan Sohbetleri, araştırmacı tarihçi ve yazar Mustafa Armağan‘ı ağırladı.
Takdim konuşmasını yapan ESKADER Başkanı Mehmet Nuri Yardım, Mustafa Armağan’ın Zaman gazetesi yazıları, Tarihçe programı, Derin Tarih dergisi ve neşriyatıyla tarihimizi aydınlattığını dile getirerek tarihimizi öğreten bir münevver olduğunu ve aynı nesilde olmuş olmakla iftihar ettiğini sözlerine ekledi. Konuşmasında tarih alanının mahiyeti, tarih yazan kalemlerin kimliği ve tarihî verilerin sağlamasını yapmaya yönelik saptamaları ele alan Mustafa Armağan, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan itibaren Osmanlı’yı reddedişinin ve Osmanlı’nın büyüklüğünü hâlâ tartışma gayretinde olan bir kısım yazarların üstünü örttüğü hakiki tarihle buluşmanın önemine ve yöntemlerine değindi.
“TARİH MALUMAT YIĞINI DEĞİL”
Beyazıt’ın mübarek bir mekân olduğunu vurgulayarak 3 yıldır Beyazıt Ramazan Sohbetleri’ne iştirak ettiğini söyleyen Mustafa Armağan, bu sohbetlerin dostane ve mütavazı bir ortam oluşturarak tarih dostları ve okuyucuları ile buluşmasını sağladığını dile getirdi. Tarih meselesine bir malumat yığını olarak bakılmaması gerektiğini anlatan Armağan, “Tarih Türkiye’de sadece tarihçilere bırakılamayacak kadar önemli bir meseledir. Günlük politikadan aile içi ilişkilere kadar uzanır.” dedi. Kitaplarında aktardığı bazı tarihî gerçeklerin zaman zaman öğrencilerin eğitim kurumlarıyla uzlaşamamasına neden olduğunu anlatan Mustafa Armağan, “Düşünün ki Vahdeddin’in vatan haini olmadığını söylemek bir öğrenciyi okuldan atılacak bir pozisyona sürükleyebiliyor.” diyerek tarihin geçmişte neler olup bittiğine şöyle bir bakılmasını sağlayacak bir alan olmadığının altını çizdi. “Tarih, bir ülkenin kimliğini oluşturan dil ve yanı sıra edebiyat kadar önemli bir kurucu unsurdur. Tarihimizin teknik ve ideolojik sebeplerle bilinçli olarak çarpıtıldığını, eksik ve yanlış gösterildiğini, tam tersine çevrilip anlatıldığını biliyoruz.” diyen Armağan, 1920’lerden itibaren tarihçilerimizin büyük oranda yeni üretilen tarihi koruma ve kollama bilinciyle hareket ettiğine ve hâlâ bazı tarih kitaplarında şahıslar üzerinden tarih yazma alışkanlığının süregeldiğine dikkat çekti.
“ORYANTALİZM ARTIK BEYİN KIVRIMLARIMIZDA”
1927 tarihli Nutuk metni ile ortaya çıkan bir tarih anlayışı olduğunu ve bugüne dek devam ederek irdelenmediğini söyleyen Mustafa Armağan sözlerini şöyle sürdürdü: “O kadar çok şey var ki sorgulanmamış. Sadece 1918 ve 23 yılları arasındaki meseleler değil bizim kafamızı karıştıran, daha pek çok aldatmaca var. Bütün bunlara sebebiyet veren esas mesele ise şu; bu milletin kendine güvenini ortadan kaldırmak ve bir daha bu ülkeden güçlü bir medeniyet ortaya çıkmasını engellemek. Oryantalizmin esasında da Batı’nın gelişmiş bir medeniyet olduğu bilgisinin karşısında Doğu’nun geri kalmışlığı ve hep bir çöküş yaşadığı vurgusu vardır. Bugün oryantalizm, bizim ülkemizde de kırılamayan bir egemenlik kurmuştur. Batı dili ve eli ile güdeme gelenlerin doğruluğu, Doğu eli ile ortaya konulanların ise şüpheli olduğu kompleksi artık yerleşmiştir ve oryantalizm artık beyin kıvrımlarımızda yer etmiştir. Osmanlı’nın gerilediği, dejenere olduğu vurgulanır ve Çanakkale’deki dirilişin ardından Kurtuluş Savaşı ve Lozan Antlaşması ile gelen zafer anlatılır durur ve Lozan Osmanlı tarihinde benzeri olmayan bir zafer olarak nitelendirilir. Bu ise büyük bir medeniyeti çöpe atmaktır.”
“BATI’DAN 600 YIL ÖNCE GÜNLÜK TUTUYORDUK”
Kanunlara verilen isimlerin, alfabenin Batı kaynaklı olmasının hep doğu medeniyetini hiçe sayan bir yaklaşımın uzantısı olduğuna dikkat çeken Mustafa Armağan, bu durumun bizim inanç ve değerlerimizi baskı altına alan bir ortam oluşturduğunu, halen bunun sıkıntılarını yaşadığımızı belirtti. Batı’yı yücelten bu söylemleri çürütecek örnek bir eseri dinleyicilere tanıtan Armağan, Kadı ve Günlüğü kitabından da anlaşılacağı üzere Batı’da 16. yüzyılda başlayan günlük çalışmalarının bize 9. yüzyılda başladığını, 600 yıl önce günlük yazan bir medeniyetin çocuklarının kendi okullarında günlük türünün gelişmediğini vurgulamasının düşmanca olduğunu anlattı. Bu tavrın divan edebiyatını da ayaklar altına aldığını anlatan Mustafa Armağan, divan şiirinin Türk şiirinin zirvesi olduğunu ifade etti ve şunları söyledi: “Oryantalizm beynimizi kiraladı. Osmanlı’nın seyahat etmediğine dair safsatalar da aynı sebeplerden doğmuştur. Bizim bunlardan kurtulmamız ve yeni bir bakış açısı ile yola çıkmamız lazım. Aşağılık kompleksinden kurtulmak için tarihi öğrenmemiz lazım. Bu da çok emek istiyor.”
BÜYÜK PADİŞAHLAR AYAKLAR ALTINDA
İkinci Bayezid’in tarihte miskin ve iradesiz bir padişah olarak anlatıldığını dile getiren Mustafa Armağan, Bayezid-i Veli adını taşıyan bir seçkin padişah olduğu vurgusu ile gizlenmiş bir İkinci Bayezid portresi çizdi. Dine ve diyanete önem veren ve bu vasıfları ile öne çıkan padişahların tarih sayfalarında ayaklar altına alındığına dikkat çeken Armağan, İkinci Abdülhamid’in de aynı kaderi paylaştığını belirtti ve şöyle devam etti: “Aldülhamid bütün gayesini bu toplumun İslamiyet’le bağını yeniden kurarak bir modernleşme sürecine sokmak şeklinde tanımladığında, kanlı, gaddar, gerici gibi ifadelerle damgalanmaya çalışıldı. Yakın tarihimizle ilgili gerçekler son derece önemlidir. Çünkü oryantalizmin Doğu’yu küçümseyen yaklaşımını ortaya koyar. Tarihimizin doğru bir zeminde anlatılacağı bir ortamın oluşması için çok gayret sarf etmemiz gerekiyor. Doğru kaynakları orijinallerinden okuyabilmemiz lazım, Osmanlıcayı öğrenmemiz lazım ki öğrenmek son derece kolaydır. 90 sene önce yaşamış olan ecdadımızın yazdığı yazıyı okuyamaz hale geldik. Burada biraz da kendimize dönüp bakmamız gerekiyor. 1923 sonrasında tarih çarpıtmasının Türkiye’de yeni bir bilinç ve nesil oluşturmak adına yapıldığını görüyoruz. 1957 yılına kadar bu ülke, Osmanlı devrinde doğanlar tarafından yönetilmiş. Osmanlı devrinde doğanların Osmanlı’ya daha düşman olduğunu, Cumhuriyet devrinde doğanların ise tam tersine Osmanlı’ya daha çok sempati duyduğunu görüyoruz.”
“SUYU BULANDIRIYORUZ”
1927-28 aralığında büyük bir değişimin meydana geldiğini söyleyen Mustafa Armağan, Osmanlı’nın tasfiyesi ve dönüştürülmesi gibi bir anlam taşıdığını, asıl değişimin de 1928 yılında Harf İnkılabı ile gerçekleştiğini belirtti. Aynı dönemlerde Harf İnkılâbı mağduru yayın organlarının matbaa ve kâğıt yönünden sıkıntı yaşadıklarını, çözümü elinde tutan devletin de muhalefet yapmamalarına karşılık destek verdiğini anlatan Armağan, bu düzenekle Türkiye’de Batı’nın çok önemli bir ağırlığının hissedilerek Osmanlı ile güçlü bağları olanların yapılan kötüleme propagandası sayesinde yeni devri en güçlü savunanlar haline getirildiklerini ve büyük bir kırılma yaşandığını vurguladı. “Serv ve Lozan ile birlikte bu ülkeye dayatılmış olan bir takım zincirleri kırarak yoluna devam etmek istiyor. Bu yola da tarih ile devam edecek. Tarih bir bakış açısı ile okuduğunda bir şey ifade eder. Öyle okumazsanız masal kitabından farkı kalmaz.” diyen Mustafa Armağan, ortaya koyduğu tarihi gerçeklerin kısa zamanda ders kitaplarına giremeyeceğini, bunun zamanla olacağını belirtti ve şunları söyledi: “Belki suları bulandırıyoruz ama geç olmadan bu gerçeklerin kabullenilmesi gerek. Bize kızanlar da oluyor. Popüler tarihçi diyorlar. Ama bunu diyenlerin kitaplarını Osmanlıca aslı ile karşılaştırdığımızda her sayfada on tane okuma yanlışı olduğunu görüyoruz. Bizim şu anda çarpıtılmış tarihi konuşmak yerine dil ve toplum meselesini konuşmamızın zamanı. Ama bakıyorsunuz ki tarih güncel meselelerimizden ayırt edilemeyecek bir hale gelmiş.”
Elif Sönmezışık