Tunceli halkı Dersim kıyımına rağmen neden CHP’yi tutar?
Şaşırmak düşünmektir, tamam da, artık başımız dönmeye başladı. Osman Baydemir’in Kürtlere özerklik verilmeden bu işin çözülemeyeceğine dair açıklaması ve bunu basındaki bazı önde gelen kalemlerin normal karşılamaları yeterince ağır bir ‘şok’ değilmiş gibi, PKK’nın “eylemsizlik” kararı, üstelik bu kararın hükümetle görüşmek suretiyle alındığı yolundaki bilgiler ve BDP’nin referandumda “hayır”dan “evet”e çark etme manevraları sökün etti peşinden.
Bu arada Başbakan Erdoğan ile Kemal Kılıçdaroğlu arasında “ikinci Dersim polemiği” yaşandı. (Birincisi malum Onur Öymen’in kasım ayındaki gafıyla başlamıştı.) Böylece tarih de güncel hesaplaşmaların önemli ayaklarından biri haline geldi.
Tartışmalar Dersim’i İsmet Paşa’nın mı yoksa Celal Bayar’ın mı bombalattığı üzerinden devam ediyordu ki, 19 Ağustos’ta HEPAR Genel Başkanı Osman Pamukoğlu’nun açıklamaları bomba gibi düştü gündeme. Emekli General Pamukoğlu’na göre lafı evirip çevirmenin anlamı yoktu: Dersim’in imha emrini bizzat Atatürk vermişti.
Bundan sonrasını Osman Pamukoğlu’nun ağzından dinleyelim:
“Atatürk, Dersim isyanında Karadeniz Bölgesi’ndeydi, bizzat haritaya kırmızı ve mavi, kendisi işaretlemiştir ‘Bizim kuvvetlerimiz ve isyancıların kuvvetleri’ diye. Harekâtın nasıl yapılacağını ve ortadan kaldırılacağını bizzat kendisi eliyle yazmış ve şekillendirmiştir. Harita Trabzon’dadır. Hatta doğuda görevliyken, isyanlarda bulunan çok yaşlı bir Kürt vatandaş ile sohbet ettim. O isyanları bana anlattı. Söylediği söz, ‘Mustafa Kemal Paşa başımıza taş yağdırdı’. İsyanları [başka] devletler nasıl bastırdıysa, Atatürk de öyle bastırdı. Bundan sonra olacaksa yine aynı şekilde bastırılacaktır.”
28.6.1937 Ulus: Dersim’e bombalar yağdırılırken, İnönü deniz banyosunu ihmal etmiyordu.
Emekli bir askerin ve bir parti başkanının bu sözlerini nasıl yorumlamak gerekir? ‘Sıkıysa Atatürk’e de laf edin’, diye cepheyi genişletmek ve Dersim’i Atatürk’ün icraatına dahil ederek yeniden dokunulmaz kılmak mıdır gayesi?
Dersim dersini iyi çalışmamız gerektiği açık. Bir kere ‘Dersim olayı’nın, en başta CHP’nin tabanını bir bıçak gibi iyiye böldüğünü görelim. Zira bugünkü adıyla Tunceli olan Dersim halkının katı bir şekilde CHP’yi desteklediğini seçim sonuçlarından biliyoruz. Normal şartlarda halkın, 1937-38 katliamını yaptıran CHP iktidarından nefret etmesi ve tek bir oy dahi vermemesi gerekmez miydi? Yani Dersimlilik kimliği ile CHP’lilik kimliğinin aynı kapta yer alması çok tuhaf. Ama mevcut durum tam tersini gösteriyor. Üstelik bugün CHP Genel Başkanlığı koltuğunda bir Dersimli oturuyor (her ne kadar ‘Akşehirliyim’ diyorsa da).
Bunun sebebi ne olabilir? “Kurbanlık psikolojisi” mi? Yoksa ‘Düşmanımın düşmanı dostumdur” ilkesi mi?
Bu pek açık değil. Açık olan, 1936’dan itibaren Dersim’de bir “sömürge yönetimi”nin kurulmuş olmasıdır. Şaşırdınız belki ama dönemin basınını taradığınız zaman yöre insanının sık sık “haydut”, “vahşi” ve “sergerde” olarak nitelendirildiğini görürsünüz. Cumhuriyet’in bölgeyi yeniden fetih stratejisi, orayı medenileştirmeyi amaçlamıştır. (Resmî dilde “ıslah” veya “reform” projesi denilir.)
Yakalanan Dersimli aşiret liderleri (önde sağdan 2. ve 3.) Kamer ve Cebrail Ağalara Elazığ’daki Atatürk heykeli önünde böyle poz verdirilmişti (Altan, Sayı: 27, 22.6.1937).
1937’den önce Türkiye’nin en az okulu olan ili, 1940’lı yılların sonlarında kişi başına en fazla okul düşen ili haline gelir. Bu yatırımların amacı, bölgeyi eğitim yoluyla ıslah etmek, Cumhuriyet değerlerine sahip yeni bir nesil yetiştirmek ve Dersimli kimliklerini unutturmak, hatta ondan utanmalarını sağlamaktır. Böylece Dersim/Tunceli’de eskisiyle münasebeti bulunmayan yeni bir neslin yetişmesi amaçlanır. Dersimli kalmak, geriliği kabul etmektir çünkü. Aşağılanmamak için bütün acı hatıralar unutulur ve yeni ve ileri bir kimlik edinilir. Bu geçmişi örten kimlik, o zamandan başlayarak CHP’li kimliği olmuştur.
İşte Tuncelililerin yaşadığı kimlik bunalımı bundan kaynaklanır. Dersim’in acılarını gündeme getirseler CHP’li kimliklerine çarpıyorlar, CHP’nin (ve Atatürk ile İnönü’nün) 1937-38’deki rolünü savunsalar bu defa kurbanları oldukları bir faciaya ses çıkarmamaları gerekiyor. Bir başka deyişle, Dersimli olmak ile CHP’li olmak şeklinde ikiye kesilmiş bir kimlikleri var Tunceli halkının.
Osman Pamukoğlu’nun sözlerine henüz bir yorum getirmediğimin farkındasınızdır. İşte orada da bir bakış bölünmesi yaşandığını görüyoruz. Kendi sağlığında yapılan her şeyi Atatürk’e mal eden bir tarih eğitiminden geliyoruz. Tek kişinin haklılaştırılması üzerine oturtulmuş bu tarih anlayışının önündeki tuzaklardan birisi de, Dersim faciasıdır. Dersim’e gelince, Atatürk sisli bir bölmeye alınır ve ön plana nedense başbakanlar geçer. Halbuki mesela Montrö Antlaşması’nı İnönü yaptı denilmez, Atatürk’ün bir başarısı olarak anlatılır. Öyleyse Dersim’de neden Atatürk geri plana itilir?
Bakın inkılap tarihi kitaplarına, aynı günlere rastlayan Hatay’ın bağımsızlığını kazanması üzerinde genişçe durulur ama Dersim’den tek kelime bahis yoktur. Neden? Dersim’in kendi deyişleriyle “medeniyete açılması” Cumhuriyet’in bir başarısı, bir “kazanımı” ise bu önemli olay neden bahse değer görülmez? Ve Atatürk’ün icraatı arasında sayılmaz?
Efendim, Atatürk’ün Dersim’de olan bitenden haberi yoktu. Zaten çok hastaydı, operasyonları ona sormadan yaptılar. Seyyid Rıza’yı da Elazığ’a gelmeden çabucak astılar. O, duysa asılmasına izin vermezdi vs. vs.
Peki aynı yıl Nyon Konferansı’na gönderdiği bakan Aras’la bizzat telgraflaşarak dış politikayı güdümüne almaya çalışan ve bu yüzden İnönü’yü devreden çıkaran Atatürk’ün Dersim gibi bir olaydan haberdar olmaması mümkün olabilir mi?
Adına ister “katliam” deyin, ister “medeniye açma”, gerçekten de Dersim’de Atatürk’ün rolü neydi? Cevabı haftaya…
22 Ağustos 2010, Pazar