Vahdettin’in millete beyannamesi
George Orwell’ın “1984”ünü okuyanlar vesikaların istenilirse nasıl değiştirilebildiğine, vesikalara nasıl yalan söyletilebildiğine dair çarpıcı örnekleri hatırlayacaklardır.
Geçen hafta sözünü ettiğimiz telgraf da bu örneklerden biriydi. Mustafa Kemal Paşa’nın Havza’dan Sultan Vahdettin’e çektiği telgrafın içinden gizli bir el bir kelimeyi (“ilkâ”) çıkartmış ve yerine bir başka kelimeyi (“dil-hâh”) koymuştu. Birincisinde Vahdettin’in Mustafa Kemal’i Milli Mücadele’ye göndermenin ötesinde bu fikre zorladığı anlaşılıyor, ikincisinde ise Vahdettin’in gönlünden Milli Mücadele’yi geçirdiği anlaşılıyordu. Anlayacağınız, daha yakışıklı görünmesi için (!) tarihin çehresine nazikçe rötuş yapılmıştı.
Tarihin yüzünü ne kadar boyarsanız boyayın nafile! Günün birinde boyalar bir yerinden dökülmeye başlar. İşte Sivas Kongresi günlerinde çıkmaya başlayan ve Milli Mücadele’nin Anadolu’daki ilk resmî yayın organı olan “İrâde-i Millîye” gazetesinin koleksiyonu, tam da resmî tarihin yüzüne sürülen kat kat boyayı kazıyacak metinlerden oluşuyor. Yayını 14 Eylül 1919’dan 3 Aralık 1922’ye kadar 254 sayı devam eden bu gazetenin bırakın yayınlanmasını, daha bütün sayılarını bir araya getirebilmiş bile değiliz. Hakkında bir yüksek lisans tezi hazırlayan Aytül Tamer, ancak 47 tanesini inceleyebilmiş ki, bazı sayılarının Türkiye kütüphanelerinde değil de, Chicago Üniversitesi arşivinde bulunuyor olması bile Cumhuriyet tarihimizi dahi yeterince ciddiye almadığımızı göstermiyor da neyi gösteriyor dersiniz? (Baksanıza, mesleğinin pirlerinden Prof. Sina Akşin “İstanbul Hükümetleri ve Milli Mücadele” adlı ‘bilimsel’ incelemesinde “İrâde-i Milliye”den haberdar dahi değildir! Düşünün gerisini.)
Velhasıl “İrade-i Milliye” koleksiyonuna gidildiğinde, 1919-1922 yıllarının manzarası çok başka bir yüzle karşımıza çıkmaktadır. Bizzat Mustafa Kemal’in yazılarında bile Vahdettin hiç de “hain” ilan edilmiş değildir. Mesela gazetenin 28 Eylül 1919 tarihli nüshasında çıkan “Padişahımız ne emrediyor, hükümet ne yapıyor?” başlıklı makale, son derece ilginç verilerle doludur.
Vahdettin 20 Eylül’de bir beyanname yayınlayarak Anadolu hareketiyle İstanbul hükümetinin arasını bulmaya çalışmış, taraflara savaş baltalarını gömme çağrısı yapmıştı. Atatürk’ün “Nutuk”un sonuna da aldığı bu pek dikkat çekmeyen beyannamede Vahdettin, “halkla hükümet arasında muhalefet varmış gibi gösterilerek Avrupa kamuoyunun aleyhimize dönmesi”ni amaçlayanlar olduğunu söylemekte, 6,5 asırdan beri Avrupa dengesinde önemli bir faktör olan devletimizin bütünlüğünü ve Osmanlı milletinin haysiyetli konumunu garantileyecek bir barışı yakınlaştırması için dua etmekteydi.
İşte bu beyanname, Sivas Kongresi’nden yeni çıkmış olan Milli Mücadele hareketine heyecan vermiş, adeta coşturmuştu. Bundan kısa bir süre önce, ileride Halife olacak olan Veliahd Abdülmecid Efendi de Milli Mücadele’nin yanında olduğuna dair bir “lâyiha” kaleme almış ve bu da gazetenin 3. sayısında yayınlanmıştı. Böylece Sadrazam Ferid Paşa karşısında hem padişahı, hem de veliahdı yanına çektiğini düşünen Anadolu hareketi, bütün toplarını Ferid Paşa’ya karşı ateşlemeye başlamıştı. İşte bu yazıdan birkaç satır:
“Davamızın meşruiyetine karşı bir lutf-i İlahi olarak bugün de tekmil Anadolu efkâr-ı umumiyesine [kamuoyuna] padişahımızın da aynı hissiyat ile mütehassis ve milletle beraber olduğunu ispat edecek bir beyanname-i hümayuna destres olduk [kavuştuk]. Filvaki zât-ı hazret-i hilafet-penâhi, bundan evvel de şeref-müsûle nâil olan bir ecnebi muhabirine vâki olup bütün cihan matbuatına in’ikas eden [dünya basınına yansıyan] beyanat-ı mülûkânelerinde, “Milletle beraber olduklarını” ve “Milletin mukaddesatını müdafaa için pençeleşmeye amade bulunduğunu” söyleyerek hareket-i milliyeyi lütfen takdir etmiş ve hatta cereyanın [hareketin] başında bulunduklarını zımnen ilan buyurmuş olmakla beraber hükümet-i hâzıranın seyyiâtından [Ferid Paşa hükümetinin kötülüklerinden] bahs etmemişlerdi. Son beyannâme-i hümayun ise hemen kâmilen [tamamen] bu mesele hakkındaki nokta-i nazar-ı şahaneyi [Vahdettin’in bakış açısını] millete tebşir etmek [müjdelemek] itibariyle umumun ibret ve minnetini tahrik edecek bir vesika-i tarihiyye addolunabilir [tarihî vesika olarak kabul edilebilir].”
Vahdettin’in 20 Eylül’de yayınladığı beyanname, milli hareket tarafından bir İlahi lütuf gibi karşılanmış, padişahın da milletle beraber ve onun yanında olduğunu ispat etmiş, Anadolu’nun elini kuvvetlendirmişti. Aslında bir yabancı gazeteciye verdiği demeçte Vahdettin bu fikirlerini daha önce de ifade etmiştir. Hatta milletle beraber olduğunu söylemekle yetinmemiş, millet ve vatan uğrunda düşmanlarla pençeleşmeye de hazır olduğunu ifade ile milli hareketi “lütfen” takdir etmiştir. Fakat eldeki beyanname, padişahın desteğine ihtiyaç duyan Anadolu hareketi için bir doping etkisi yapmışa benzemektedir. Bu beyannameyle artık herkes padişaha minnet duyar hale gelmiştir.
İyi ama kim okur, kim dinler bu sözleri? Varsa yoksa Vahdettin haindi, şuydu, buydu. Böyle söyleyenler kendi açılarından resmî tarihin yüzüne bir kat daha astar vuruyor olabilirler. Onlara kızabilirsiniz de. Ancak burada çuvaldızı biraz da kendimize batırmamız gerekiyor. Peki biz Vahdettin’in hain olmadığına inananlar ne yaptık? Onun söylev ve demeçlerini yayınlamak aklımıza geldi mi hiç? Beyannamesi “Nutuk”ta yer aldığı halde gidip oradan da olsa okuduk mu? İttihatçıların elinde payimal olan tahtını tekrar fethedilmek için ne tür operasyonlara giriştiğini, dizginleri nasıl eline aldığını, Meclis-i Mebusan’ı neden kapattığını, Cuma selamlıklarında cephelerden dönen generallerle neler konuştuğunu ve nihayet Mustafa Kemal Paşa’ya hangi “ilkâ”larda bulunduğunu ortaya çıkartacak bir çaba içerisine girdik mi şimdiye kadar?
Birilerine kızmak kolay. “Bir şey” yapmaktır asıl zor olan. İşte size bir teklif: Gelin şu “İrade-i Milliye” nüshalarını toplama işinde bana yardımcı olun. Bir grup oluşturup bunları aynen yeni harflere aktaralım ve bir finansör bularak yayınlayalım! Var mısınız?
Do you want Search?
Random Post
Search