Venedik’in bir İslam şehri olarak portresi
“Batı şehri” zannedilen Venedik’in, tam da Rönesans’ın gerçekleştiği dönemde İslam şehirlerini taklit ettiğini söyleyemesek bile, onlara imrendiğini ve kendine örnek aldığını tespit edebiliyoruz. Batı ile Doğu’nun zihnimize dikilmiş heykelleri bir kere daha çatlıyor orta yerlerinden ve neyin Batılı, neyin Doğulu olduğunu yeniden keşfe çıkıyoruz. Artık Rönesans’ın arkasındaki çehrenin bize tanıdık geleceği günlerin eli kulağında diyebiliyoruz güvenle. Zira daha sırada Jerry Broton var ki, onun “Osmanlı yoksa Rönesans da yok” demeye hazırlanan ağzını zor kapatıyorum burada.
anat tarihi kitaplarında Murâd-ı Hüdâvendigâr�ın Bursa�da yaptırdığı camiyle ilgili bahisleri okuduğunuzda bu camide Venedik mimarisinden etkiler bulunduğundan bahsedildiğini görürsünüz. Dış cephesinde ikiz sütunlar vardır, bu Venedik�te filanca binanın mimarisini andırmaktadır vs. Aslında bu yaklaşımın hiç de yabancısı olmadığınızı tahmin ediyorum. Zira ulemamız, bizim adam olamayacağımızı ispatlamaya yeminli olmalı ki, nerede orijinal bir buluşumuz varsa onu bir yabancı, tercihen Batılı, köke bağlamaya meraklıdır. Bizans�tan etkilendik, Venedik�ten etkilendik, sonra Fransa�dan, Hollanda�dan, İngiltere�den etkilendik diyorlar. Gelin görün ki, bizim Avusturya�yı, Fransa�yı, Hindistan�ı, Rusya�yı, İran�ı etkilediğimizden tek kelime ile olsun bahseden yok.
Tam bir ateş çemberi içine atmışız kendimizi. Tarihimizi üzerimize bir kafes gibi kapatmışız. Sonra da �Kaçacaksın bu memleketten!� deyince gençlere kızıyoruz. Hakkımız var mı buna? Akif�in �Âsım� kitabında dediği gibi, daha doğarken �batacaksın� diye bütün ümit kapılarını yüzlerine kapadığımız bir gençlikten farklı bir yüz istemeye yüzümüz olabilir mi?
Oysa bu iddialara tokat gibi cevaplar geliyor dört bir cenahtan ama okuyan, gündeme getiren olmayınca insanımız nereden bilecek? (Şimdi diyeceksiniz ki, biz bu köşeyi niye okuyoruz zaten? Bunları yazdığın için değil mi? Köyün delisi olup çatıları yıkmaya kalktığım doğru, doğru olmasına ya, bu yanılgıları temizlemeye ömrümün yetmeyeceğini de biliyorum. Onun için bir yerde hepiniz kendi alanınızda putları kırmaya başlamalısınız ki, yazdıklarım yankısız, sahipsiz ve ıssız kalmasın.)
Deborah Howard�ın Yale Üniversitesi Yayınları�ndan 2000 yılında çıkan �Venice & The East� (Venedik ve Doğu) adlı kitabı, bildiğimiz kurguyu tersine çeviriyor ve Rönesans�ın bu görkemli şehrinin, kültüründen mimarisine kadar bugün bile ayakta duran örneklerle nasıl buram buram Doğu, özellikle de İslam medeniyeti koktuğunu ortaya koyuyor. Kitabın alt başlığı da yeterince çarpıcı zaten: �İslam Dünyasının Venedik Mimarisi Üzerindeki Etkisi, 1100-1500.� Bayan Howard, önsözde meramını ifade ederken kitapta �Batı medeniyeti�nin en saf ve yetkin şehir örneklerinden biri kabul edilen Venedik�in Doğu�dan neler ödünç aldığını göstermeyi amaçladığını söylüyor.
Avrupa�nın aydınlanmasının İspanya ve bir miktar da Sicilya�dan başladığı, bilim ve felsefeden mimariye kadar Avrupa�nın karanlık çağlarını aydınlatan güneşin İslamiyet olduğu, giderek daha sıklıkla vurgulanıyor bilim dünyasında. Güneşin balçıkla sıvanamayacağı bir noktaya gelip dayanıldı. Her taraftan yükselen dürüst sesler, şimdilik 19. yüzyıl mağrur Avrupa-merkezciliğinin nefesini kesmeye yetmiyor ama nihayet mızrağın da çuvala sığmadığını gösteriyor. Şimdiye kadarki Avrupalıların tarihi de, Avrupalı olmayanların tarihi de ideolojik gözlüklerle Avrupalılarca yazılmış, hep Avrupa/Batı odağa alınarak kurgulanmıştı; Kristof Kolomb�un yanında Zeng Ho�nun esamisi bile okunmazdı mesela. Ancak görüyoruz ki, zincirler kırılmaya, kafesler parçalanmaya ve paslanmaya başlamıştır ve tarihin özgürlük türküleri duyulmaktadır uzaktan uzağa.
Yazara göre Venedik yalnız değildir bu yolda. Amalfi, Fatih�in Hersekzade Ahmed Paşa�yı fethe memur ettiği ve kısa bir süre Osmanlı kuvvetlerinin elinde kalmış olan Otranto, özellikle Piza ve Cenova, Doğu mimarisinin yansıdığı yüzlere sahip İtalyan şehirlerindendir. Ama başkent Venedik�in hali bir başka. Öyle ki, bu şehir, tüccar ve seyyahların ruhlarına, hatta bilinçaltlarına dolan Şark kültürü ve mimarisinin derin etkisiyle oluşmuş, hatta bu oluşumun izleri bazı köşe başlarında veya duvar kovuklarında gizlenmiş sarıklı Müslüman heykelciklerine kadar uzanmıştır.
Kitabına koyduğu resimlerle iddiasını pekiştirmeyi ihmal etmeyen Howard�ın çarpıcı örneklerinden birisi de �altana�lar�. Altana�lar da ne mi? Bildiğimiz teraslar ya da belki eski deyişle cihannümalar. Doğu İslam şehirlerinde sıcak yaz aylarında serinlemek ve çevreyi seyretmek amacıyla yapılan bu terasların Venedik yöneticilerince başlangıçta hoş karşılanmadığını, ancak 14. yüzyıldan sonra İslam şehirleriyle temasların artıp bu teraslardan yaptırmanın önüne geçilmez bir moda halini almaya başlamasıyla Venedik evlerinin standart unsurlarından biri haline geldiğini de öğreniyoruz.
Hele Şam�da -Bediüzzaman Said Nursi�nin �Hutbe-i Şamiyye�yi okuduğu- Emeviyye Camii�nin taş pencere işçiliğinin, Venedik�in en ünlü meydanının en kutsal parçası sayılan San Marko Katedrali�nin kapılarından birisinde neredeyse aynen tekrarlanmış olması, kitabın tezini iyice keskinleştiriyor. Şam, Venedik�e yansıtıyor güzelliklerini. Böylece bir �Batı şehri� zannedilen Venedik�in, tam da Rönesans�ın gerçekleştiği dönemde İslam şehirlerini taklit ettiğini söyleyemesek bile, onlara imrendiğini ve kendine örnek aldığını tespit edebiliyoruz rahatlıkla.
Batı ile Doğu�nun zihnimize dikilmiş heykelleri bir kere daha çatlıyor orta yerlerinden ve neyin Batılı, neyin Doğulu olduğunu yeniden keşfe çıkıyoruz. Artık Rönesans�ın arkasındaki çehrenin bize tanıdık geleceği günlerin eli kulağında diyebiliyoruz güvenle. Zira daha sırada Jerry Broton var ki, onun �Osmanlı yoksa Rönesans da yok� demeye hazırlanan ağzını zor kapatıyorum burada