Yalnızlar geçidi

Yalnızlar geçidi

Rivayet oldur ki, Birinci Meşrutiyet’in banisi Mithat Paşa, sürgüne gönderilirken dönüp dönüp arkasına bakarmış, halk beni kurtarmaya geliyor mu? diye. O gün bugündür ürettiğimiz ideolojilerin halka temas eden noktalarının ne kadar zayıf ve fersiz kalmış olduğunu göstermesi açısından düşündürücüdür. Türkiye aydını, yöneticileri de dahil, yalnız adamdır. Tevfik Fikret karlı bir kış günü Galatasaray Lisesi’ne arka kapıdan girmiş, akşam eve dönerken kendi ayak izlerinden başka kimsenin yürümemiş olmasına hayıflanarak bir şiir yazmıştır.

Abdülhamid’in son yılına kadar Osmanlı padişahları yalnız başlarına yerlerdi yemeklerini. Bir odada tek başına bir adam ve önüne gelip giden gümüş tabak ve tasların içinde çevik bir tay gibi oynaşan kaşık seslerinin kubbelerdeki yankısı… Cihan hükümdarının sofrası bu kadar kendi tenhasına gömülmüştü. Gerçekte padişahların kendileri de yalnız adamlardı. Her ne kadar etraflarında dalgalar halinde kabarıp sönen sülaleler ve güçlü kudretli vezir ve bürokratlar var olmuşsa da, onlara asla güvenilmeyeceğini biliyorlardı. III. Ahmed’in, damadı Nevşehirli İbrahim Paşa’ya güvenmesinin bedelini nasıl ödediği malum. Abdülhamid yalnız adamdı. Hafiye Teşkilatı’nı kurmasının ardında yönetici sınıftan kimseye güvenilemeyeceğini öğreten acı tecrübeleri yatmaktaydı.

Atatürk de yalnız adamdı. İsmet İnönü dahil çevresindeki insanların kendi yerinde gözü olduklarını bilerek tedbirli hareket ederdi. İçinden geldiği askeriyeye fazla “yatırım yapmamış” olması da (ifade Mete Tunçay’ındır) bunu teyid ediyor. 1937’de aralarının açılmasına İnönü’nün bir törende daha fazla alkış alması yol açmamış mıydı?

İnönü de yalnız adamlardandı. Metin Heper’in yeni çıkan kitabının dönüp dönüp bu nokta üzerinde durması boşuna değil. Etrafının ne tür komplocularla, komitacılarla çevrili olduğunun pekala farkındaydı İnönü. Eski Teşkilat-ı Mahsusacı ve Atatürk devrinin değişmez Dahiliye Vekili Şükrü Kaya’nın Cumhurbaşkanlığı’nda gözü olduğunu daha 1938’deyken görmüş, onu ve ekibini ustaca tasfiye etmişti. Fevzi Çakmak’ın İnönü’nün seçilmesi için verdiği mücadelenin arkasında aslında Nazım Hikmet’in “koz” olarak kullanıldığı Harb Okulu Davası yatmaktaydı ve ordu içinde Şükrü Kaya taraftarlarını temizleme operasyonunun bir uzantısıydı. Yöneticileri de dahil Türk aydını seçkinci bir gelenekten geliyordu. Bu gelenek çok partili demokratik hayata geçilince kırılganlaşacaktı.

Celal Bayar’dan ziyade Adnan Menderes’tir bu büyük yalnızlık çemberini kıran lider. İkincisi Süleyman Demirel, üçüncüsü Bülent Ecevit ve dördüncüsü Turgut Özal’dır.

Bu gelenek kırıldı artık. Ecevit gibi seçkinci gelenekten gelen bir lider bile toplumla temas noktalarını yakalayınca başarılı oldu ve “siyaseten” doğruyu görmüş oldu!

Yine de 12 Eylül’de gördüğümüz gibi Mithat Paşa sendromunu tam olarak üzerinden atabilmiş değildir siyasilerimiz. Yani bizi tutuklarlarsa acaba arkamızdan gelen olur mu? endişesi sinmiştir hepsinin içine. Çok sevdikleri Menderes asıldığında da, 12 Mart’ta da, 12 Eylül’de de suskunluğu seçen, hatta kendilerine siyasi haklarını iade noktasında son derece cimri davranan (hatırlarsanız halk oylamasında bir puan farkla kazanmışlardı siyasi haklarını) bu halkın ne yapacağı hiç belli olmazdı…

Sanatçılar, edebiyatçılar zaten yalnız insanlardır, hatta yalnız olmak onlar için Tevfik Fikret’in dediği gibi bir erdem olarak bile telakki edilebilir.

Benim sevgili ‘yalnız ruhlar’ımdan Thomas Mann’ın sözleri yeterince düşündürücü: “Sanat… Her defasında işe baştan başlar ve bir naiflik içerisinde, kendisinin bilincine varmaksızın, kendisini bilmeksizin, daha iyi bir deyişle kendini yeniden tanıyamadan, ta yeni baştan, kendine özgü bir gözü kapalılıkla hayata ayak basar.” Sanatçı elbette kendinden öncekilerin birikimlerinden yararlanır; ancak her defasında kendine has olanı “gözü kapalı” olarak yeniden ortaya koymaya yönelir. Buysa işe her defasında sıfırdan başlamak zorunda bırakır onu. Sıfırdan, yani yalnızlığından…

İslamcısından Marksistine, liberalinden milliyetçisine Türk aydını, bu “kutsal yalnızlığı”ndan yeni bir meşale yakamayışının hüznünü paylaşıyor bugün. Bu yüzden de hep ayrılmak ve kopmak istediği halka dönmek, rücu etmek “zilleti”ne katlanmak zorunda!

Türk aydını, Türk politikacısının bıraktığı “yalnızlık mirası”nı tüketiyor bugün.