1 Mayıs 1959’da bir basın skandalı yaşanmıştı
Yazılar da kaderle uçuyor, buna hakikaten inanmak lazım.
Kafamda onlarca konu, doğacağı günü beklerken, değerli dost ve ağabeyim Hilmi Yavuz’un 18 Nisan 2010 günü Zaman’da yayınlanan yazısı rotamı değiştirmeme sebep oldu. 11 Nisan tarihli yazıma atıfta bulunan Yavuz, “birinci elden bir görgü tanığı” sıfatıyla Uşak’ta İnönü’ye taş atılması olayını anlatıyor, dahası, 2 Mayıs 1959 tarihli Vatan’da çıkan yazısını kaynak göstererek benim taşın DP’lilerce değil, CHP’lilerce atıldığı konusunda yanıldığımı, buna da olayı gazetelerden öğrenmiş olmamın yol açtığını belirtmişti. (Yazıyı okuyunca gazetelerden öğrenmemin mümkün olmadığını göreceksiniz. Kaynağını belirtemediğim o bilgiyi Tekin Erer’in “On Yılın Mücâdelesi”nden almıştım.)
Olaydan 19 ay sonra doğmuş olduğum için yanılmakta mazur sayılır mıyım bilmem. Kaldı ki, 20 yıl önce de dünyaya gelmiş olsaydım, sonuç pek değişmeyecek, ben de pek çok akranım gibi olayı “mahut” gazetelerden öğrenecektim. Bu bakımdan Üstad’ın benim için ‘o tarihlerde henüz dünyaya gelmemiştir bile!’ iğnelemesini zarifçe yakama iliştirirken, kendisine, kıdem bakımından hem gönlümüzde, hem de kalemimizde erişilmez bir yerde bulunduklarını hatırlattıkları için teşekkür ederim.
Ancak Yavuz’un Vatan’da çıkan alıntısını sanki daha önce okumuş gibiydim. ‘Muhtemelen “Uşak” yazısını yazarken okumuşumdur. Belki de sadece bir yanılsama’ deyip geçecekken, gazete koleksiyonlarına tekrar göz atmak ihtiyacını duydum. Ve haberleri okudukça hayretler içinde kaldım.
Hayretimin sebebini birazdan açıklayacağım ama önce Hilmi Yavuz’un geçen hafta 51 yıl önceki yazısından yaptığı alıntıyı görelim:
“Beraberindeki CHP milletvekilleri telaşlanmışlardı. İnönü’nün yanına yaklaşarak yolunu açmak istiyorlardı. CHP Genel Başkanı milletvekillerine ‘Siz çekilin, ben yolumu açmasını bilirim!’ dedi ve DP’li grubun üzerine doğru yürüyerek onlara hitaben ‘Ne istiyorsunuz? Ayıp değil mi?’ diye bağırdı.[…] İnönü, kollarını yanlara doğru açarak DP’lilerin üzerine yürüdü.”
1959 tarihli Vatan’daki aslında ise sadece birkaç kelime farklıydı. Yalnız bu alıntıda asıl şaşırtıcı olan taraf, geziye beraber katıldıkları merhum Nedret Selçuker’in aynı gün Milliyet’te çıkan haberiyle neredeyse birebir aynı olmasıydı. Selçuker de görgü şahidiydi ve gariptir, şahit olduğu olayı bize hemen hemen aynı kelimelerle aktarmıştı. Şöyle:
“Fakat beraberindeki milletvekilleri telâşlanmışlar ve İnönü’nün yanına yaklaşarak yolu açmak istemişlerdir. CHP Genel Başkanı milletvekillerine “Siz çekilin, ben yolumu açmasını bilirim” demiş ve D.P. li grubun üstüne yürüyerek onlara hitaben: “Ne istiyorsunuz? Ayıp değil mi?” diye bağırmıştır.[…] İnönü kollarını yanlara açarak D.P. ilerin içine doğru yürümüştür.”
Bunu okuyunca, acaba dedim içimden, çıkan olaylarda kendi kafasına taş geldiğini yazan Selçuker, o haliyle yazısını yazamamıştır da, Yavuz’dan yardım mı istemiştir? O da yaralı arkadaşına kendi gazetesine yazdığı haberi vermiş ve birkaç kelimesini değiştirmesine müsaade etmiş olabilir miydi?
Ancak o gün çıkmış diğer büyük gazetelerini incelediğimde hayret ile şaşkınlık duyguları arasında gidip geliyordum. Bir arkadaş ‘kıyağından’ daha fazlasıyla karşı karşıya olduğum kesindi.
Nitekim Güngör Yerdeş, taş atma olayını bakın nasıl hemen anlatmış Akşam okurlarına:
“Beraberindeki milletvekilleri telâşlanmış-lardı. İnönü’nün yanına yaklaşarak yolu açmak istediler. CHP Genel Başkanı milletvekillerine “Siz çekilin ben yolumu açmasını bilirim” dedi ve D.P. li grupun üstüne doğru yürüyerek onlara hitaben “ne istiyorsunuz ayıp değil mi” diye bağırdı.[…] İnönü kollarını yanlara doğru açarak D.P. lilerin üstlerine doğru yürüdü.”
Meğer o 2 Mayıs günü 3 büyük gazete, yalnız bu paragrafı değil, neredeyse haberin tamamını bir basın bültenini ortak olarak yayınlar gibi yayınlamışlardı. Ama neden? Özel muhabir gönderdikleri halde sonuç neden aynı kalıptan çıkan haberler olmuştu?
Varan 4: Nasıl olmuşsa olmuş ve Cumhuriyet muhabiri de, İnönü’ye kollarını yana açtırmak yerine sallatmak dışında aynı şeyleri yazmıştı (bu aynı şeyleri tekrarlayarak canınızı sıkmak istemem).
Öte yandan Hürriyet ve Yeni Sabah gazeteleri haberi biraz kısa geçmişlerdi ya, onlar da belli ki aynı “kaynak”ı kullanmışlardı. Taş olayı yine CHP açısından haber yapılmışsa da, bu iki gazetedeki haberin farklı kalemlerden çıktığı bellidir. Ancak Vatan, Milliyet, Akşam ve Cumhuriyet o gün neredeyse kelimesi kelimesine aynı haberi geçmişlerdi okurlarına. Üstelik ‘özel haber’ diye. Velhasıl Türkiye, Uşak’taki taş atma olayını o gün neredeyse aynı gözden ve aynı kalemden okumuş oluyordu.
Alıntılar ortada. Tahminimi söyleyerek kimseyi incitmek istemem. CHP’nin bir medya manipülasyonu karşısında olduğumuz besbelli. (Nitekim Turan Feyzioğlu’nun geziye sadece CHP yanlısı basının katılacağını söylediğini biliyoruz.)
Nihayet, “görgü tanıkları”nın da “her şeyi” göremeyebileceklerine işaret eden bu yazıyı, genç Hilmi Yavuz’un haberinde göze çarpan çarpıcı bir gözlemiyle bitirelim.
Vatan’daki yazısında, hemen arkasında olduğunu söylediği İnönü’nün başına atılan taşı anlatırken şöyle diyordu: “İsmet İnönü […] savrulan bir taşla başından hafif şekilde yaralandı. İnönü BAŞINDA ŞAPKASI BULUNMADIĞI İÇİN yara daha derin olabilir ve sağlığı tehlikeye düşebilirdi.”
İnönü’nün ‘hemen arkasında’ bulunan değerli dost Hilmi Yavuz, taş atıldığı sırada Paşa’nın başının açık olduğunu yazıyor. Ancak gerek Hürriyet, gerek Cumhuriyet, gerekse Akşam’daki haberlerde İnönü’nün başında şapka olduğu net olarak şöyle belirtiliyordu: “BAŞINDA ŞAPKASI BULUNMASAYDI yara daha derin olabilir ve sağlığı tehlikeye girebilirdi.”
Demek ki, birinci el görgü tanığı olmanın da görmeye yetmediği yerler vardır.
Not: Halen Uşak’ta yaşayan, zamanın CHP İl Başkanı Rıza Salıcı’nın oğlu 1929 doğumlu İrfan Salıcı başta olmak üzere taş atma olayının diğer görgü tanıklarından dinlediklerimi yer darlığından yazamadım. Belki bir kitapta değerlendirmek nasip olur.
25 Nisan 2010, Pazar